Haber Merkezi
UYGULAMA ÜZERİNE OLABİLECEK ETKİSİNE BAKTIĞIMIZDA
Bu düzenlemeleri tahliyeler açısından doğrudan bir etki oluşturmayacaktır. Zira tutuklu yargılamalarla ilgili olabilecek doğrudan bir düzenleme yoktur. Ancak hukuk sistemimizde tutuklama CMK’ da yer alan belirli ve sınırlı şartların varlığı dâhilinde istisnai bir koruma tedbiridir. Bundan dolayı da tahliyelerin olması olağandır. Bununla birlikte örgüt propagandası, terör örgütlerinin bildiri veya açıklamalarını basma ve yayma suçundan tutuklu olanlar varsa ve söz konusu tutukluların eyleminde şiddet veya cebir yoksa bunlar yasa değişikliğinden dolayı gecikmeksizin tahliye olabilecektir.
Öte yandan çözüm sürecinin tahliyeler üzerinde doğrudan bir etkisi olmamasına rağmen bazı davalarda savcıların çözüm sürecinden dolayı tahliye mütalaalarının hiçbir hukuki geçerliliği yoktur. Nitekim mahkemeler ise bu mütalaalara itibar etmeyerek yasal gerekçelerle sanıkları tahliye etmişlerdir. Yukarı da değindiğimiz gibi tutuklama koşulları CMK’da açıkça düzenlenmiş ve istisnai olarak kabul edilmiştir. Söz konusu koşullar ortadan kalktığından sanıkların tahliye olması hukuki bir durumdur. Hatta mevcut dosyalar itibariyle tutuklu yargılanmaları ayrıca bir hukuksuzluktur. Öz olarak konjonktür gereği hiç kimsenin hürriyeti kısıtlanmayacağı gibi yine konjonktür gereği hiç kimse tutuksuz yargılanamaz. Tutuklu yargılanıp yargılanmamaları hukukla bağlantılı olarak somut dosya itibariyle mümkündür. Konjonktürel tutuklamalar ve tahliyeler ne adaletle ne de hukukla bağdaşır.
Terör örgütü propagandası suçuna “şiddet kriteri” getirildiğinden eğer somut olayda “şiddeti teşvik etmeyen veya meşru göstermeyen” olgular yoksa açık olan dosyalar TCK 7. Maddesi gereğince beraatla sonuçlanacak, yargılaması bitmiş kapalı dosyalar ise yeniden açılıp verilen mahkûmiyet kararları ortadan kaldırılacaktır. Böylelikle birçok öğrenci dosyası ile KCK davalarından yargılanan politik şahıslar bu değişiklikten etkilenerek dosyaları düşecektir.
Bu paketle, TCK’nın “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına faaliyet gösterme” suçunda değişiklik yapıldığından dolayı gösterilere ve mitinglere katılan, bildiri okuyan, düşünce açıklamaları yapanların propaganda suçuna ek olarak “terör örgütü” üyesi gibi cezalandırılmalarına neden olmayacaktır. Özellikle BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş ve Gültan Kışanak’ın da aralarında olduğu BDP’li milletvekillerinin neredeyse tamamı hakkında “örgüt propagandası yaparak örgüt adına faaliyette bulundukları” iddiasıyla düzenlenmiş yüzlerce fezleke bulunmaktadır. Paketin yürürlüğe girmesiyle birlikte Selahattin Demirtaş, Ayla Akat, Adil Kurt, Ahmet Türk, Altan Tan, Aysel Tuğluk, Bengi Yıldız, Emine Ayna, Gültan Kışanak, Hüsamettin Zenderlioğlu, Halil Aksoy, Hasip Kaplan, İbrahim Binici, İdris Baluken, Levent Tüzel, Nazmi Gür, Nursel Aydoğan, Özdal Üçer, Pervin Buldan, Sabahat Tuncel, Leyla Zana hakkındaki suçlamalar da düşecektir.
Örgüt üyeliği açısından paket düzenlemesine baktığımızda ise doğrudan bir değişikliğin olmadığı görülmektedir. Ancak birçok dosyada olduğu gibi özellikle İslami örgütlerden yargılanan kişilerin eylemleri örgüt üyeliği değil, en fazla örgüt adına propaganda yapma suçu kapsamına girmektedir. Bundan dolayı mahkemeler militan yargılamalar yerine hukuki vicdani kanaatleri ile yargılamalar yaptığı takdirde birçok dosya suç vasfının değişikliğinden dolayı beraatla sonuçlanabilecektir. Esasında ceza kanunlarında kıyas yasağı ile beraber geniş yorumlama yasağı ilkesi gereği, kanunlar dar ve ancak temel hak ve özgürlükler lehine yorumlanmalı, militarizm yanlısı yorumlanmamalıdır. Tabi ki bu belirttiğimiz husus mahkemelerin takdirindedir.
Özellikle İslami STK davalarında şiddete karışmamış, basın açıklaması yapmış, kutlu doğum ve benzeri etkinliklere katılmış ve yine KCK davalarında şiddete karışmamış sanıklara mitinglere ve basın açıklamalarına katıldıkları, sendikal faaliyette bulundukları gibi gerekçelerle TCK’nın “örgüt üyeliği” suçunu düzenleyen 314. maddesinden dava açılmıştır. Ancak mahkemelerin sanıkların işlediğini iddia ettiği bu suçlamaları örgüt üyeliği kapsamında görmeyerek “örgüt adına faaliyet” olarak değerlendirmesi gerekir. Bu suçlar yönünden yapılabilecek en geniş yorum dahi bu suçları işleyen kişilerin örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme kapsamına alınmasıdır. Örgüt adına propaganda, basın ve bildiri açıklamak ile yayınlamak suçu ile toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkındaki kanuna muhalefet suçlamalarında bu suçların ancak cebir ve şiddet unsurundan aranması ve bu suretle işlenmesi durumunda dahi ancak sadece bu suçlamalardan yargılanmaları örgüt üyeliğinden tecziyeleri yoluna gidilmemesine rağmen tamamen sivil ve hiçbir şiddet ve cebir içermeyen talepli basın açıklamalarına terör örgütü üyeliği kapsamında cezalar verilmesi hukukla bağdaşmaz. Bu tarz hukuka aykırı yorumlamaları engellemenin tek yolu öncellikle TMK’nın kaldırılması ve bu konuda Genel Ceza Kanunları’nda da temelden bir değişiklik yapılmasıdır.
İŞKENCE SUÇU
Paket kapsamındaki bir diğer değişiklik ise işkence suçunda yapılmıştır. Değişiklik öncesi 5237 sayılı TCK 94. Maddesinde düzenlenen işkence suçu (1-bir kişiye karşı insan onuru ile bağdaşmayan ve bedensel veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama veya irade yeteneğinin etkilenmesine, aşağılanmasına yol açacak davranışları gerçekleştiren kamu görevlisi hakkında üç yıldan on iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.) 10 yıllık zamanaşımı süresine tabi iken bu maddeye eklenen ve olumlu bir gelişme olarak “(6) Bu suçtan dolayı zamanaşımı işlemez.” fıkrasıyla işkence suçunda zamanaşımı süresi tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Aslında işkence suçundaki temel sorun zamanaşımı sorunu olmayıp işkenceci faillerinin cezalandırılmak istenmeyişidir. Türkiye’de işkencenin varlığı birçok AİHM kararında sabit olarak görülmüş ve hatta devlet nezdinde işkencenin varlığı kabul edilmiştir. Nitekim iktidar partisinin seçim sloganları arasında “işkenceye sıfır tolerans” şeklinde bir sloganla da yer edinmişti. Böylelikle siyasal iktidar tarafından da işkencenin varlığı kabul edilmiştir. Buna rağmen geçmişten bu yana Engin Çeber olayı dışında işkenceden ceza alan neredeyse yok gibidir. Engin Çeber olayında ise faillerin cezalandırılmasındaki etkenlerden biri de Engin Çeber’in işkence sonucu hayatını kaybetmesidir. Yargılama pratiği açısından olaya bakıldığında işkenceden ceza alınmasının temel şartı olarak işkenceye uğrayan kişinin hayatını kaybetmesine bağlı olduğu görülüyor. Türkiye’de işkencenin olduğu, tüm kesimlerce kabul edilmesine rağmen işkenceden cezalandırılan faillerin olmayışı ise traji komik bir durumun göstergesidir.
7 Kasım 1982 tarihinden önce suç işlemiş ve hâlihazırda koşullu salıverilmesinin yanmasından dolayı cezaevinde olanlar:
Son olarak pakete önemli sayılabilecek bir değişiklik olarak 5275 sayılı ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkındaki kanuna geçici madde “7 Kasım 1982 tarihinden önce işlemiş olduğu bir suç dolayısıyla hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm olan bir kişi hakkında, mahkûm olduğu cezanın infazı süresince koşullu salıverildikten sonra deneme süresi içinde işlediği yeni bir suç sebebiyle koşullu salıverilme kararı geri alınmaz” eklenmesidir. Hâlihazırda bu düzenlemeden dolayı da yaklaşık 30 yıldır cezaevinde olanlar tahliye olabilecektir. Kamuoyunun tanıdığı bu isimler arasında İslami hareket davasında hükümlü olan Rıdvan Çağrıcı başta olmak üzere değişik suç ve örgütlerden cezaevinde bulunan Tahir Canan, Muzaffer Öztürk, Hasan Gülbahar, Ali Fuat Tarhan, Ersin Alaşhakim, Mahmut Gül, Ramazan Çepni, Halil Gündoğdu gibi isimler tahliye olabilecektir.
SONUÇ OLARAK
Hukukta esas olan, suç ve ceza siyasetinde istikrarı kazanmak, sürekli yasa değiştirmemek ve insanları bu konuda beklentiye sokmamaktır. Bundan dolayı sık sık yapılan yasal değişiklikler bir takım iyileştirmelerin yanında bazı sorunları beraberinde getirmekte ve insanların adalete olan inançları da zedelenmektedir. Toplum düzeni, ancak hukuk kuralları ile bu kuralların eşit ve istikrarlı uygulanması ile sağlanabilir.
Son olarak, Türkiye’de son yıllarda temel hak ve hürriyetler alanında yapılan birçok yasa değişikliğinin olumlu neticelerini ancak TMK tamamen ortadan kaldırılmasıyla görmek mümkündür. 4. Yargı Paketi’nde 3713 sayılı “Terörle Mücadele Kanunu” yönünden, sadece bu kanunun 6. ve 7. maddelerinde değişiklik yapmakla yetinilmemesi gerekir. Zira söz konusu kanun bugüne kadar 24 kez değiştirilmiş ve bu nedenle de kanunun kendi içinde sistematiği bozulmuştur. Nitekim 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu yürürlükte olduğu sürece TMK’ye ihtiyaç bulunmamaktadır. Çünkü TMK’de, düzenlenen suçların hemen hemen aynısı veya benzerleri TCK’de de yer almaktadır. TMK’nin en belirgin özelliği çok geniş yorumlanacak ‘terör’ tanımı yapmış olmasıdır.
Esasında temel hak ve özgürlüklere aykırı olan ayrıca olağanüstü rejim yönetimi kanunlarını andıran bu kanun; insan haysiyeti ve onuruna da aykırıdır. Bundan dolayı da temel hak ve hürriyetler alanında ve daha farklı bir deyimle yargı reformu alanında yapılabilecek en önemli düzenleme, bu kanunun farklılaştırmadan tamamen yürürlükten kaldırılması olacaktır.