Yeni Akit`ten Murat Alan,  28 Şubat post modern darbesinin en önemli mağdurlarından  Salih Mirzabeyoğlu ile zindanda beraber kaldığı 4 saat içinde bir röportaj gerçekleştirdi.

Postmodern darbecilerin brifingli yargısı tarafından idam cezasına çarptırılan, idamın kaldırılmasıyla cezası ömür boyu ağırlaştırılmış hapse dönüştürülen Salih Mirzabeyoğlu, zindana girişinin 15. yılında Akit’e konuştu.

İşte Röportajın 2. Bölümü

Akit: Son dönemde “Mirzabeyoğlu’na af”, “28 Şubat’ın yargı kararları iptal edilsin” ya da ‘yenilensin’ gibi girişimler hakkında ne diyeceksiniz?

Salih Mirzabeyoğlu: Bunu sormanız çok iyi oldu. Mesela benim bilgimin dışında gelişmeler yaşanıyor ama adeta benim çabammış gibi gösteriliyor. Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan bir yazı gönderdiler. Aynen şöyle diyor: “Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Cumhurbaşkanlığı’na hitaben sunup bakanlığımıza gönderilen 12.05.2012 tarihli dilekçesinde, hastalığı sebebiyle kalan cezasının affı talebinde bulunan Bolu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda tutuklu bulunan Salih İzzet Erdiş’in muayene sonucu Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenmiş, hali hazır durumda hastalık, bunama, kocama hali olmadığı anlaşılmıştır.” Bakın benim böyle bir talebim olmadı. Bu dilekçeyi ben vermediğim halde adeta ben böyle bir talepte bulunmuşum gibi yazı kaleme alınmış. İradem dışında Adli Tıp Kurumu’na götürüldüm. Araştırıldığında Konya’dan kimliği belli olmayan bir şahsın başvurusu görülüyor. Yargı kararlarının iptali veya yenilenmesine ise olumsuz bir tavrım söz konusu değil. Ama hastalık, bunama gibi şeylerle ilgim yok.

BENİM DURUMUM ÖNEMLİ DEĞİL ÖNEMLİ OLAN MÜSLÜMANLAR

Akit: Bu açıklamanızdan affedilmek istemediğinizi anlıyorum. Doğru mu?


Salih Mirzabeyoğlu: Bunu başında da söyledim. Ben davam bazında bakıyorum olaylara. O gözle değerlendiriyorum. Önemli olan Müslümanların faydası. Benim bu uğurda çektiğim sıkıntılar, İslam davası baz alındığında önemsiz kalır. Ayrıca kuru kuru dışarı çıkan olmak da istemiyorum. Bunun bir anlamı yok. Buradan ikide bir de götürülüp ifade vermekten, Adli Tıp doktorlarına bir şeyler anlatmaktan sıkıldım. Bir süre sonra her şey başa sarıyor. İnsan aynı şeyi anlatıp anlatıp duruyor. Bu durum çok rahatsız edici. Bundan sıkıldım.


Akit: Davanın yeniden görülmesi durumunda mevcut dosyanın ele alınacağı söyleniyor. Yani sizin aynı şeyleri defalarca anlatmanıza gerek yok gibi.

Salih Mirzabeyoğlu: Öyle bir şey olursa buna sevinirim. Onun dışında “Beni affedin” demiyorum, demem de. Suç işlemiş kişi af ister. Ben bir suç işlemedim. Zaten ortada beni suçlu çıkaracak bir delil de yok.  

YAPTIKLARININ HESABI SORULMALI

Akit: 28 Şubat davasına bakış açınız ne? Malum, sizin aldığınız idam cezasının geri planında da bu davaya konu sanıklar var.


Salih Mirzabeyoğlu: Olumlu bir gelişme.


Akit: Çevik Bir, İsmail Hakkı Karadayı ve Metin Çetinbaş gibi şahıslar hakkında ne düşünüyorsunuz?


Salih Mirzabeyoğlu: Yaptıklarının hesabı sorulmalı ama kişisel olarak bir nefretim, düşmanlığım olamaz. Olaylara bakarken davamı merkeze oturtmam daha uygun düşer. Önemli olan Müslümanların bilinçlenmesi, gelişmesi. Bu duruma bir faydası olacaksa önemli bir gelişme.

MÜSLÜMANLARIN NE KADAR HAZIRLIKSIZ OLDUĞU ORTAYA ÇIKTI

Akit: ‘Müslümanların bilinçlenmesi’ dediniz... Arap Baharı denen süreç bu durumun bir göstergesi mi?


Salih Mirzabeyoğlu: Arap Baharı ile aslında Müslümanlar ne kadar fikirsiz olduklarını gördüler. Yıllarca halklarını sömüren diktatörler öyle veya böyle devrildi, fakat boşluk doldurulamadı. Mısır’da Hüsnü Mübarek, Libya’da Muammer Kaddafi devrildi. Peki ne oldu? Yerine şuurlu bir yapı oturtulabildi mi? Aksine, Müslümanların ne kadar hazırlıksız olduğu ortaya çıktı.
Akit: Sizin hedef alınmanızın altında da bu neden yatıyor olabilir mi? Zira eserlerinizde bir İslam devletinin nasıl olması gerektiğini en ince teferruatına kadar yazdınız.    


Salih Mirzabeyoğlu: İstenilen şey zaten Müslümanları şuursuzlaştırmak. Yönetim kabiliyetlerini zayıflatmak ve hatta yok etmek. Bilinç algısı kapalı, ne yapacağını bilmeyen bir İslam kitlesi istediler. Bunun aksini iddia eden, bir fikir ortaya koyan herkesi yok etmek istediler.

TELEGRAM YÜZÜNDEN NAMAZIMI KESMEK ZORUNDA KALIYORUM

Akit: Yıllardır Telegram’a maruz kaldığınız söyleniyor. Nasıl bir şey Telegram? Günlük yaşantınızı nasıl etkiliyor?


Salih Mirzabeyoğlu: Uzunca bir süredir Telegram yöntemiyle, çeşitli görüntü ve seslerle işkenceye maruz kalmaktayım. Günlük yaşantım Telegram’ın bendeki etkisine göre değişip şekilleniyor. Bilindiği gibi hücrede tutsak durumdayım. Üç hücrenin ortak kullandığı bir havalandırmaya açılıyor hücrem. Her gün saat 13.00 ile 16.00 arasında buraya çıkmama izin veriliyor. Ancak bu zaman dilimine gelindiğinde ben çıkmak istesem de Telegram’ın üzerimde bıraktığı etki sebebiyle, uğradığım işkence sebebiyle bitkin düşüyorum ve havalandırmaya çıkacak halim olmuyor.


Akit: Nasıl bir yöntem kullanıyorlar?


Salih Mirzabeyoğlu: Sözlü ve fiilî tacizlere uğruyorum. Bazen fiziksel şiddete de dönüşüyor. Dış ortama ilişkin algıların tamamı beyninizde yaşandığı için beyne müdahale bütün mekanizmayı çökertiyor. Kimi zaman namaz kılarken bile Telegramcıların sözlü ve fiilî tacizlerine uğruyorum. Meselâ secdeye varıyorum, o zaman bile küfürlü sözlerle karşılık veriyorlar. Bu yüzden namazlarımda zorlanıyorum. Bazen namazımı kesmek durumunda kalıyorum. Kur’an okurken, özellikle bazı harfler üzerine geldiğimde adeta şok uyguluyorlar. Televizyon hiç izlemiyorum neredeyse. Televizyonun açısını değiştirdiğimde biraz hafifliyor. Manyetik bir etki alanı gibi her yeri sarmış durumda.


Akit: Ne zaman yatıyorsunuz?


Salih Mirzabeyoğlu: Genelde saat 17.00 gibi yatıyorum. Akşam da saat 20.00’de sayım yapılıyor. Sayımda uyanıyorum, sabah 6-7’ye kadar uyumuyorum.


Akit: Nasıl yani? Hiç uyumuyor musunuz o saate kadar?


Salih Mirzabeyoğlu: Gece 22.00’den sabah 7’ye kadar uyumuyorum. Namazlarımı kıldıktan sonra yazı yazmaya koyuluyorum. Ancak Telegram’dan dolayı bu program kimi zaman tam tersi şeklinde gelişiyor. Bazı günler hiç yazamıyorum.


Akit: Telegram’la ne amaçlanıyor?


Salih Mirzabeyoğlu: İtibarsızlaştırma, delirtip değersizleştirme.

AKILLARINI İSLAM’IN EMRİNE VERSİNLER


Akit: Eserleriniz ve fikirlerinizin Müslümanlar üzerinde ciddi bir tesiri var. Bizim aracılığımızla onlara iletmek istediğiniz bir mesaj, tavsiyeniz var mı?


Salih Mirzabeyoğlu: Bizi sevenler, selam söyleyenler, iletenler ve kalbinde bize sevgi besleyenler sağ olsunlar. Allah yar ve yardımcıları olsun. Müslümanlarla ilgili ise şuurlu olmalarını tavsiye edebilirim. Kuru politikaların esiri olmasınlar. Bu durumu aşsınlar. İçgüdülerini akılla denetim altına alıp, aklı da İslam’ın emrine versinler.   

MURAT ALAN’IN RÖPORTAJI

Brifingli yargının ömür boyu ağırlaştırılmış hapis cezasına mahkum ettiği Salih Mirzabeyoğlu’yla Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde yaptığımız görüşmenin ikinci bölümünü yayınlıyoruz. İki gardiyanın dikkatle takip ettiği görüşmede 10 yıldır hücrede tutulduğunu söyleyen Salih Mirzabeyoğlu, görüşmenin son bölümünde hem kendisine yönelik bakış açısını hem de İslami kesimin son 15 yılda yaşadığı sürece ilişkin eksikliklerini eleştirdi. Kendisini en çok yaralayan şeyin “ihtiyarlık ve kocama” gibi gerekçelerle tahliye edilmeye çalışılması olduğunu vurgulayan Mirzabeyoğlu, “Adil bir yargılama olsaydı sonuç böyle olmazdı. Ben af istemiyorum. Suç affedilir, affedilmemi gerektirecek bir şey de yapmadım” şeklinde konuştu. 28 Şubat soruşturmasına olumlu baktığını vurgulayan Mirzabeyoğlu, Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin ise İslam toplumunun hazırlıksızlığını ortaya koyduğunu söyledi. Maruz kaldığı Telegram işkencesinin detaylarını da anlatan Mirzabeyoğlu, halen devam edilen bu çağdışı işkence nedeniyle ibadetlerini sağlıklı yapamadığını ve havalandırmaya çıkacak kadar takatinin kalmadığını kaydetti.

Röportojın 1. Bölümü

Akit: Hoş geldiniz. Nasılsınız?

Salih Mirzabeyoğlu: Asıl siz hoş geldiniz. Ben uzunca bir süredir buradayım. Allah’a şükrediyoruz iyi olmak için. Böylesine bir tutsaklıkta nasıl olunabilirse öyleyiz.

Akit: Yaşam koşullarınız nasıl?

Salih Mirzabeyoğlu: Dışarıdan bakılınca sorun yokmuş gibi görünüyor ancak göründüğü gibi değil. Heyetler gelip bakıyor, yaşam alanlarını, sosyal alanları inceliyor. ‘Yeterli’ deyip gidiyorlar. Oysa öyle değil. Bu, elli kiloluk bir yükü taşımaya benziyor. Bu yükü bir dakika omuzlayan şahıs ‘ooo hafifmiş, ne var ki bunda’ diyebilir ama devamlı taşıyan kişi ancak zulmün ağırlığını anlayabilir. 10 yıldır hücrede yaşıyorum. Kimsesiz bir ortam... Duvarlarla çevrili daracık bir odada tecrit altında tutuluyorum.

BAŞINDAN SONUNA BİR TİYATROYDU

Akit: İsterseniz direkt kamuoyunun merak ettiği hususlara girelim. Nasıl gözaltına alındınız? Çatışma ortamı diye yazıldı çizildi o dönem. Doğru mu?

Salih Mirzabeyoğlu: (tebessüm ediyor) Bu mevzuya çok da girmek istemiyorum aslında. Yani çocuklarımın üzerinden anlatılmak da anlatmak da hoş değil, istemiyorum. 28 Aralık 1998’de öğle sıralarında gözaltına alındım. Bir okulun önünde çocukları beklediğim sırada birkaç sivil otomobil hızla gelip önümde durdu. Otomobilden inen kişiler hiçbir kimlik göstermeye dahi gerek duymadan “hadi gidiyoruz” dedi. Ellerimi kelepçeleyip, gözümü bağlayıp beni İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’ne götürdüler. Terörle Mücadele’de günlerce gözaltında kaldım. Sorgudan geçirildim. O dönem İstanbul İl Emniyet Müdürü olan Hasan Özdemir ve savcı olduğunu tahmin ettiğim dördüncü bir kişi de sorgu sürecine katıldı. Bizim gözaltı ve yargılama sürecimiz başından sonuna tiyatroydu. Zaten bunu açıkça da ifade ettiler.

Akit: Kim ifade etti?

Salih Mirzabeyoğlu: Sorgucular arasında bulunan ve isminin Bahri olduğunu öğrendiğim komiser. Komiser Bahri “Aslanım, kimse senin kitaplarını okumayacak. Buradan savcının önüne ne giderse odur. Başka bir şey yok” diyerek, bu sorgulamanın asıl amacını izah etmiş oldu. Bizi hiç tanımadıkları sordukları sorulardan belliydi... O güne kadar yazdığım onlarca kitabın birini bile okumamışlardı. İBDA’nın ne olduğunu bile bilmiyorlardı.

BELLİ BİR SÜRE SONRA “NE OLACAKSA OLSUN” DİYORSUNUZ

Akit: Sorgunuzu biraz daha açar mısınız?

Salih Mirzabeyoğlu: Ramazan’da gözaltına alındım. Korkunç bir baskı altında devam etti sorgu. Tabii adı sorgu. Aslında niyet belli: İşkenceyle istenilen sonucun alınması.
Kimi zaman 14 saat aralıksız sorguda kalıyordum. İrademi kırmaya çalışıp, tüm suçları kabullenmem isteniyordu. Durum öyle bir hal almıştı ki ifademi yazıya döken Komiser Bahri, yanında bulunan diğer polise dönerek “Bir şey çıkmaz bu ifadelerden. Araya İBDA-C falan sıkıştırmak lazım” şeklinde yönlendirmelerde bulunuyordu.
Günlerce süren baskı dolu polis sorgusuna oruçlu ve uykusuz nasıl dayanabilirsiniz. Belli bir saatten sonra ‘Artık ne olacaksa olsun. Bu iş bir an önce bitsin’ diye düşünüyor insan. Emniyet savcılık ve daha sonra o ibretlik yargılama süreci başladı.

Akit: Örgüt liderliğinden ceza aldınız değil mi?

Salih Mirzabeyoğlu: Mahkeme safahatı zaten biliniyor. Hakimi değişti. Sedat Karagül gitti, yerine Metin Çetinbaş geldi ve karar açıklandı. Karar metnindeki ifade aynen şöyle: “Kumandan Salih Kod Salih İzzet Erdiş’in örgüt mensuplarının gerçekleştirdiği eylemlere doğrudan doğruya katıldığı tespit edilememiş olmakla beraber... Lidersiz bir örgüt düşünülemediği gibi örgüt mensuplarının gerçekleştirdiği eylemlerden de örgüt liderinin sorumlu tutulmaması eşyanın tabiatına aykırı düşer.” Bir tiyatroya dönüşen yargılamanın kararı ancak böyle verilebilirdi ve verildi.

ASIL HEDEF DAVAMI İTİBARSIZLAŞTIRMAK

Akit: 9 klasör mahkeme evrakı inceledim. Suç işlediğinizi ortaya koyan, sizi doğrudan suçlu duruma düşürecek, örgüt lideri olduğunuzu belgeleyecek bir tek delil göremedim. Buna rağmen idam ya da müebbet almanızı neye bağlıyorsunuz?

Salih Mirzabeyoğlu: Hedefleri tamamen itibarsızlaştırmaktı. Asıl hedef ben gibi görünsem de en önemli amaçları benim kanalımla davamı itibarsızlaştırmaktı. Fikir hareketini bitirmek için böyle bir operasyona giriştiler. Gözaltına alınıp tutuklanmamla sonuçlanan sürece kadar ne yaptıysam şu anda da aynısını yapıyorum. Yazıyorum, düşündüklerimi yazıyorum. Ben bir Müslümanım ve buna göre şekillendirdiğim düşüncelerimle yazıyorum. Dedim ya; hedef ben değilim, hedef düşüncelerim.

Akit: Mesela yargı sürecinde ilginç bir durum yaşanıyor. Ele geçirilen ruhsatlı av tüfeği rejimi yıkmak için kullanılacak silah, ortak olduğunuz fırından aldığınız aylık 150 lira da örgütün finansmanı olarak nitelendiriliyor.

Salih Mirzabeyoğlu: Şimdi olay şöyle: Ben bir yazarım, neşriyatla uğraşıyorum. Ticaretle işim olmaz. Arkadaşlar fırın açmak istediler. Bana da ‘Gel sen de para koy, 3 ortak açalım. Sen sadece koyduğun para kadar elde edeceğimiz gelire ortak ol’ dediler. Ben de gücüm nispetinde ortak oldum ve cüzi bir kâr payı aldım fırından. Olay tamamen bu. Sizin de tespit ettiğiniz bu durum dahi yargılamanın nasıl bir mantıkla yapıldığını ortaya koymuyor mu?

KAÇARKEN, YAKALANMIŞIM GİBİ GÖSTERDİLER

Akit: Dönemin egemen medyası hakkınızda çok yazdı çizdi. Bu da itibarsızlaştırmanın bir parçası mıydı?

Salih Mirzabeyoğlu: Kesinlikle öyle. Dava sürecinde medyanın yazıp çizdikleri bu durumun bariz örneği. Ben Tuzla’da, evimin yakınındaki okulun önünde gözaltına alındım. Fakat buna rağmen televizyon kanalları gözaltına alınmamı çok farklı bir şekilde verdi. Mesela yanlış hatırlamıyorsam Show TV “Hücre evine baskın” başlığıyla duyurdu gözaltımı. Düşünsenize sanki firari bir kaçaktım da beni kaçarken yakalamışlar. İtibarsızlaştırma ve halkın aldatılmasına dönük yayınlar bununla da bitmedi. Yakalandığımız yer de bir güzel kurgulanmıştı. Adeta koyun ağılı gibi, hayvan barınağı gibi bir yerde yakalanmışız gibi gösterdiler haberlerde. 

Akit: Saadettin Ustaosmanoğlu’nu da gözaltına almışlar korumanız diye. Koruma olmak için biraz fazla ufak tefek gibi?

Salih Mirzabeyoğlu: (tebessüm ediyor) Güya korumammış. Daha önce bir defa Bursa’da görmüştüm. Ben İstanbul’un bir ucunda ikamet ediyorum, o ise Fatih’te. Ve buna rağmen benim korumam olduğu iddia edildi.
Akit: Nazik tavrınızdan aldığım cesaretle soruyorum. Silahlı mücadeleyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Salih Mirzabeyoğlu: Silahlı mücadele ne reddedilebilir ne de kabul edilebilir bir şeydir.

BANA NİYE ‘KUMANDAN’ DEDİKLERİNİ DİYENLER SÖYLESİN

Akit: Dava dosyasında sık sık zikrediliyor. Neden kumandan diyorlar size?

Salih Mirzabeyoğlu: 70’li yıllarda arkadaşların kullanmaya başladığı bir ifade. Bu soruyu benden ziyade diyenlere sormak lazım. Bana kumandan diyenlere sorarsanız daha net cevap alırsınız.

Akit: 28 Şubat döneminde sizi yargılayanlar, hakkınızda iftiralar kaleme alanlar, tankların arkasından kükreyip asılmanızı isteyenler şimdi sus pus oldu. Kimisi ‘Evet bu ceza çok’, kimisi ise ‘Yargılamada hatalar yapılmış olabilir’ diyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

MÜSLÜMANLARA SALDIRANLAR HESAP VERMELİ

Salih Mirzabeyoğlu: Onlar o havanın adamları. Etki altında kalarak yapanlar, dönemin egemenlerinden çekinip bu kararları verenlerden ziyade bu eylemin fikir babaları, bizzat uygulayıcıları, zihin ve bedenlerini bu amaç için kullananların durumu değerlendirilmeli. Korkmuş susmuş, korkmuş ‘tamam’ demiş, çekindiği için imza atmış. Bunlar önemsiz şahıslar ama diğerleri susarak, ‘Pişman olduk, yanlış yaptık’ diyerek asla kurtulamazlar. Müslümanlara yönelik böylesine bir saldırıda bulunanlar hesap vermeliler. Korkarak, kaçarak kurtulamazlar. Ölümü göze almamış birinin öldürmeye de hakkı yoktur. 

SOVYETLER HİÇ YIKILMAZ DİYORLARDI AMA...

Akit: Bu olayların arkasındaki kişiler çok mu güçlülerdi, yoksa çok mu cesur davranıyorlardı?

Salih Mirzabeyoğlu: Kurdukları küfürle dolu beşeri düzenin hiç yıkılmayacağını sanıyorlar. Zulüm ve baskı düzeninin hiç sarsılmayacağını düşündükleri için böylesine pervasız olduklarını sanıyorum. Bu durum biraz da Sovyetler Birliği’nin durumuna benziyor. Romanya’da bir talebem vardı. ‘Sovyetler Birliği hiç yıkılmaz, sonsuza kadar devam edecek’ diyordu. Ama bunu söyledikten sadece 3 yıl sonra o devasa ülke koca balon gibi bir anda patladı. Aslında beşeri her yapı gibi Sovyetler Birliği’nin de yıkılması mantık dahilindeydi ama öylesine bir algı, öylesine bir baskı ortamı vardı ki zayıflığı gözle görülmüyordu. Bugün bile Sovyetler’in neden dağıldığına net bir açıklama getirilemiyor. İşte Türkiye’nin içinden geçtiği süreç de böyle bir süreçti. 28 Şubat döneminde böyle bir algı vardı.

AHLAKSIZ İŞKENCEYE KARTEL ÖVGÜSÜ

28 Şubat’ın belki de en ağır mağduru Salih Mirzabeyoğlu’ydu. Postmodern darbenin sivil işbirlikçileri tarafından olmadık işkencelere maruz kalan Mirzabeyoğlu ve arkadaşları, tiyatroya dönüşen yargılamaya itibar etmeyince zorla götürülmelerine karar verildi. 25 Ocak 2000’de sabaha karşı Metris Cezaevi’ne olağanüstü bir operasyon yapıldı. Devlet, Mirzabeyoğlu’nu zorla koyduğu cezaevinden yine zorla çıkardı.

1 kişinin öldüğü, çok sayıda kişinin de yaralandığı operasyon sonrası adliyeye getirilen Mirzabeyoğlu, 12 Eylül dönemini aratmayan bir uygulamaya tabi tutuldu. Saçı sakalı zorla tıraş edilmiş, yüzü yara bere içinde olduğu gözlenen Mirzabeyoğlu ayakta durmakta zorlanıyordu.  O dönemin kartel medyası ise kendi mahkumunu, mahkum ettiği yerden zorla çıkarmayı becerebilmiş yöneticileri “İşte bu kadar”, “Metris’in üç aslanı yolunmuş tavuk”, “Kafasını jandarmanın copuna çarptı” şeklindeki başlıklarla alkışlıyordu.

27 Ocak 2000 tarihli Star Gazetesi, cuntacıların Mirzabeyoğlu’na yapılan işkenceyi şu çirkin ifadelerle legalleştiriyordu: “1- Jandarma koğuşa dalınca uyanıp alnını ranzaya çarptı. 2- Sendeleyerek kalktı, ayağı kayınca burun üstü düştü. 3- Kalkayım dedi, uyku sersemiydi. Dipçiğe gözünü vurdu. 4. Kendini topladı. Kapıdaki askılığı görmedi, kulağını taktı. 5. Jandarma sıkı sıkı sarılınca boynuna kan dolandı. 6. Koğuştan çıkıyordu, kapıyı açık zannetti.

 yeni akit