Doğruhaber
Herkes üzerine düşeni araştırmalı, öğrenmeli, idrak etmeli ve tatbik etmelidir. Yani ailedeki diğer bireylerin vazifelerinden ziyade her birey kendi vazifesini bilmeli ve takip etmelidir.
İnsan karakterinin büyük bir yüzdesinin küçük yaşlarda şekillendiğini artık bilmeyenimiz yoktur.
Dolayısıyla oluşturduğumuz toplumda fertler kendi şahsiyetinden önce yetişmiş oldukları aileyi, iyisiyle kötüsüyle bir şekilde temsil etmektedirler.
“Benim teşekkül ettireceğim ailede falan doğrular olup filan yanlışlar olmamalı” gibi kendimize ileriye dönük bir takım vazifeler verir ve bu idealimizi vakti geldiğinde uygulama gayretine gireriz. Hedef, kaliteli aileler ile maddî ve manevî sağlıklı nesillerin ortaya çıkması ve böylece terakki etmiş bir cemiyetin teşekkül etmesidir.
Ailede en önemli esaslardan biri, aile içi bağların kuvvetli olmasıdır. Evlatların ebeveyne karşı hürmet, muhabbet ve itaat içinde olmaları; kardeşlerin ise samimi muhabbet içinde bulunup bu menfaatsiz sevgilerinin bir ömür devam edebilmesi ve ailedeki her bir ferdin (şahsî olsa bile) verecekleri kararlarda müstakil davranmayıp istişareli davranmaları o ailenin kaliteli bir aile olduğunun en önemli göstergelerindendir.
Evrenselliğini her şekilde ispat etmiş Kur’an ve yüce dinimiz İslam, aile müessesesinin ahengini temin edecek esasları aile içinde bulunan her ferde paylaştırmıştır.
“Her hangi bir kadın, eşi kendisinden razı olarak ölmüşse cenneti hak etmiştir.” (Tirmizi)
Şuurlu bir Müslüman kadın, kocasına itaat ve muhabbete sevk eden bu nebevî ölçüleri hayatına geçirecek ve elbette kocasının rızasını kazanma gayreti içinde olacaktır.
Bir başka hadiste ifade edilen “Kocasının başına altından giydirilmiş taç gibi” olan hayırlı kadınlar kervanına mü’mine bir hanımın dâhil olma iştiyakını taşımaması mümkün değildir.
Kur’an ahlâkıyla ve sünnet terbiyesiyle kendini tezyin etmek isteyen Müslüman bir kadın, elbette cennetinin anahtarı kocasının elinde olduğunun idrakine varmış bir kadındır ve o şuur ile de amel eder.
“Sizin en hayırlınız eşine karşı hayırlı olanınızdır. Ben sizin içinizde ailesine karşı en hayırlı davrananınızım.” (Tirmizi)
“Kadınlara ancak âl-i cenap ruhlar değer verir ve onlara ancak alçak karakterliler hor nazarla bakar.” (Suyûti)
Kendisine Kur’ân’ı ve Peygamber (SAV)’i ölçü edinmiş Müslüman bir erkeğin ise kadına hayırla muamele etmesini emreden bu hadisleri bildikten sonra kadına değer vermeksizin zevcesine hayırsız ve kaba bir eş olması düşünülemez.
“Cennet anaların ayakları altındadır.” (Kuzâ’î) mealindeki hadis-i şerif, evlatlara annelerin duası alınmadan cennetin hak edilemeyeceğini hatırlatırken “Allah’ın rızası babanın rızasıdır” (Tirmizi) mealindeki hadis-i şerif ise babalar hoşnut edilmeden Allah’ın rızasının kazanılamayacağını ikaz etmektedir.
“Ailede en büyük kardeş baba mevkiindedir.” (Beyhâki)
Bu ölçü ile de İslâm dini, baba bulunmadığında büyük kardeşi babaya vekil seçmekle küçük kardeşleri büyük kardeşin etrafına toplar. Böylece ailenin birlik ve beraberliğinin bozulmasına izin vermez.
“Allah, bir ailenin fertlerini sevdiği zaman, onların aralarına şefkat ve merhameti sokar.” (Beyhakî)
Büyükten küçüğe şefkat, küçükten büyüğe hürmet ile nurani disiplin giymiş bir aileyi hangi birimiz arzu etmeyiz ki?
Ailede verdiği vazifelerle kadını kocasına, erkeği karısına, evlatları anne-babaya ve kardeşleri birbirine raptetmekle harika bir dayanışma vücuda getiren İslâm terbiyesi, Kur’an’ın evrensellik mucizesine bir numune değil de nedir?
Herkes üzerine düşeni araştırmalı, öğrenmeli, idrak etmeli ve tatbik etmelidir. Yani ailedeki diğer bireylerin vazifelerinden ziyade her birey kendi vazifesini bilmeli ve takip etmelidir.
Hepimizin bildiği bir Çin atasözü vardır: “Bir çivi yüzünden bir nal, bir nal yüzünden bir at, bir at yüzünden bir asker, bir asker yüzünden bir savaş kaybedilebilir!” Kaybettiren değil kazandıran bir çivi olmak…
Cemiyetin ahlâk ve imanının kurtuluşuna vesile sayılabilecek bir aile müessesesi ve bu ailenin teşekkülünde vazifesini şuurla icra eden bir fert olabilmek, bu asırda en büyük ayrıcalıklardan biri olsa gerek!