Osmanlı arşivleri; rutubet, yangın, hırsızlık, düşman istilası, kaybetme, tahrip ve fare yeniği gibi hadiselerde telef olanlar bir yana; beşer eliyle iki büyük felaket yaşamıştır. Birincisi Timur istilası esnasında ateşe verilen Bursa’daki arşivin yanması; ikincisi İttihatçılardan itibaren arşivlerin imhası veya satılmasıdır. Bu sebeple Sultan Fatih devrine kadar Osmanlı tarihiyle alakalı elde fazla vesika yoktur.
Arşivler, bazı kimseleri tarih önünde temize çıkarmak maksadıyla imha edilmiştir. Sultan II. Abdülhamid tahttan indirildikten sonra (27 Nisan 1909) Yıldız Sarayı’ndan 330 sandık hâlinde Harbiye Nezareti’ne getirilen jurnaller başa dert oldu. Amme efkârı ve meclis, bunların neşredilmesini istiyordu. Ama bu çok tehlikeliydi. Bunları tetkik için kurulan heyet, şimdi iktidarda bulunanların, birbirleri aleyhine saraya jurnaller verdiğini gördü. Bunun üzerine hepsinin imhasına karar verildi. Büyük ekseriyeti yakıldı. (Halid Ziya, Saray ve Ötesi)
İttihatçı yangını
1908-1918 arasına ait vesikaların haylisi bugün elde değildir. Harb kaybedilip İttihatçı ağababalar yurt dışına kaçınca, memlekette kalanlar, muhtemel bir muhakemeden kurtulmak üzere arşiv vesikalarını imha ettiler. O tarihli Takvim-i Vekâyi’de buna dair malumata rastlanabileceği gibi, 1919 tarihli Divan-ı Harbi Örfi’deki şahit ve zanlı beyanlarından bunu açıkça görmek mümkündür. Bu zabıtlar yeni yazıyla neşredilmiştir.
Harb esnasında askeri harekâtlarla, bilhassa tehcirle alakalı evrakın okunduktan sonra imhası kaydı düşülmüştür. Bu kayıt, imhası ihmal edilen bazı vesikalarda görülebilir. Bazen de vesika imha edilmiştir; ama ilgisi dolayısıyla başka resmi daireye gönderilen vesikadan muhteviyatı anlaşılmaktadır. Yozgat mutasarrıf vekili Kemal, kendisine verilen emir üzerine evrakı okuduktan sonra yaktığını söylemiştir.
İttihatçı emniyet müdürü Aziz’in beyanına göre, Talat Paşa istifa ettikten sonra bazı evrakı yanında götürmüştür. Şevket Süreyya Aydemir, bunların Arnavutköy’deki bir dostunun yalısının külhanında yakıldığını anlatır (Enver Paşa, III/468) Talat Paşa, tehcir ile alakalı her vilayetten raporlar almıştır. Ama bunların hiçbiri dâhiliye arşivinde mevcut değildir.
Mithat Şükrü, Küçük Talat ve Ziya Gökalp, partinin merkez-i umumi evrakının Dr. Nazım tarafından alındığını söylemiştir. Esat Uras, mütarekeden evvel bazı vesikaların imha edildiğini anlatmıştır. Posta nazırı Haşim, Harbiye Nezareti’ne ait vesikaların yakıldığını söylemiştir. İttihatçı hükümet düştükten sonra, ondan çok da farklı olmayan İzzet Paşa iktidara gelince, Teşkilat-ı Mahsusa evrakının imhasını emretmiştir. Bunu teşkilatın reisi Hüsamettin Ertürk anlatır. (Bilge Criss, İşgal Altında İstanbul, s. 147) Refik Halid, mütareke devrinde posta merkezlerindeki bütün muhaberatın yakıldığını anlatır (Minelbab İlelmihrab, 271)
Son erkân-ı harbiye reisi Hans von Seeckt, Almanya'ya dönerken, Harbiye Nezareti’ne ait hayli vesikayı beraberinde götürdü. Bu evrak Osmanlı hükümeti tarafından istendiyse de, iade edilmedi. (V. N. Dadrian, German Responsibility in the Armenian Genoside)
Ya cumhuriyet devri?
1934 senesinde çıkarılan Muhafazasına Lüzum Kalmayan Evrak ve Vesaikin İmhasına Dair Nizamname ile devlet dairelerine, 10 yaşını geçen evrakı imha salahiyeti tanındı. Ama tatbikattaki problemler sebebiyle nizamname 1939’da askıya alındı. 1957 tarihli imha kanunu da anlaşılmaz muhtevası sebebiyle 1959’da kaldırıldı. Resmi daireler artık kendi inisiyatifleri veya üst makamdan aldıkları hususi izinlerle kendi arşivlerini imha edecek veya kâğıt fabrikasına göndereceklerdi.
12 Eylül darbesinden sonra devletin kâğıt ihtiyacını karşılamak ve devlet dairelerinde yer açmak maksadıyla çok sayıda tarihi evrak SEKA’ya gönderildi. Askeri evrak ise zararlı ve zararsız diye ikiye ayrılarak, -resmi ideoloji için- zararlı görülenler imha edildi.
Gazetelerden öğrenildiğine göre, I.Cihan Harbi esnasında Samsun’a götürülen ve sonra iade edilen Trabzon vilayet arşivi, 1982’de yanlışlıkla denize döküldü. Konya vilayet arşivine ait 76 kamyon evrak, 1987’de kâğıt fabrikasına gönderildi. 2000’de arasında Sultan II. Bayezid’in Haremeyn vakfına ait vesikaların da bulunduğu vesikalar, SEKA çöplüğünden vatandaşlarca toplanmıştır.
Ama en çarpıcı olanı 1931 senesinde maliye arşivine ait 30 ila 50 ton tutan 120 balya ve 500 sandık vesikanın, okkası 3 kuruş 10 paraya Bulgaristan’a satılmasıdır. Evrak kamyonlarla Sirkeci garına taşınırken, bazısı Sultanahmed Parkı’nda yola saçılmış; çöpçüler tarafından toplanıp Kumkapı’da denize dökülmüştür.
Fransa’da Templier şövalyelerinin XIV. asırdaki muhakemesinin bütün zabıtları bugün elde ve neşredilmiş olduğu halde, Türk hukuk tarihinin en mühim malzemesi olan adliye evrakı 1933’te Sultanahmed’deki Adliye Nezareti’nin yangınında yok olmuş; kalanları da yer darlığı sebebiyle tamamen imha edilmiştir ve edilmektedir. Bu sebeple 1840’tan bu yana adliye hakkında sağlıklı malumat edinmek neredeyse imkânsızdır.
Okkası 3 kuruş
Bulgaristan tarafından gönderilen bir subay, Sultanahmed’de bulunan tapu kadastro binası arkasındaki evrak mahzeninde bazı tetkikat yaptıktan sonra, “Bunları fersude evrak diye bize satın. Bir de şartname hazırlayın. Oraya bunu alacak kişi yurt dışına çıkaracaktır hükmünü koyun. Gelir temin edersiniz” diyor. Kabul görüyor.
Evrak okkası 3 kuruş 10 paraya ihaleye çıkıyor. Hemen talip çıkıyor: Bulgaristan, Vatikan ve Alman Ziraat Enstitüsü. Şartnamede yurt dışına çıkacak dendiği için içerden kimse alamıyor. Bir gün tarihçi/gazeteci İbrahim Hakkı Konyalı, Kadırga’daki evinden, çalıştığı Son Posta gazetesine yaya gitmeye kalkmasaydı, bunu belki de kimse öğrenemeyecekti.
“Sultanahmed’den geçerken, birçok atlı arabanın peş peşe yığıldığını gördüm. Arabalara hazine binası önünde ot balyası gibi çemberlerle sarılmış evrak yüklüyorlardı. Yüreğim cız etti. Fatih’lerin Kanuni’lerin Osmanlı tarihine ait en değerli yadigârları yerlere saçılmış, ayaklar altında çiğnenmişti. ‘Bunlar nedir?’ diye sordum. ‘Fersude (işe yaramaz) evrak. Sattık’ diye cevap verdi. Ama hiç de fersudeye benzemiyordu. Bunlar değersiz kâğıt parçaları değil, on binlerce kuruş ve lira sarfıyla bile yerlerine konması mümkün olmayan vesikalardı.
Dayanamayıp binadan içeri girdim. Gördüklerim karşısında yüreğim bir defa daha sızladı. Tarihi kıymetine paha biçilemez vesikaları orta yere harman gibi yığmışlardı. İçlerinden rastgele birini seçtim. Bu, (Herat hükümdarı) Hüseyin Baykara’ya ait ceylan derisine işlenmiş bir kitaptı. Hemen bunu alıp İstanbul defterdarı Şefik Bey’e koştum.
Defterdar ve sonra yanına çıktığım İstanbul vali muavini Fazlı Güleç bana satılan evrakın fersude olduğunu söylediler. Elimde değeri milyonu bulan kitabı göstermeme rağmen onları ikna edemedim. Devletin hazinesini satmışsınız. Bu evrakın naklini durdurun. Ben şimdi İsmet Paşa’ya telgraf çekeceğim. Bunları ondan gelecek cevaptan sonra nakledersiniz, dedim. Aldığım cevap şu oldu: Tüccarın eşyasını nasıl durdurabilirim. Onlar satılmıştır. Bu arada balyalanan tarihi evrak durmadan Sirkeci garında vagonlara yükleniyor, bir tarih hazinesi adeta kaçırılıyordu. Hemen gazeteye döndüm. Kalemimle mücadeleye başladım.”
Bir musibet
İbrahim Hakkı Bey, 4 Haziran 1931 tarihinde “Okka ile satılan kıymetli evrak meselesi” başlığı altında bir yazı yazdı. Amme efkârı hâdiseyi bu makale ile işitirken, yüzlerce ton evrak Bulgaristan’a gitmişti bile. Bu sefer defterdarlığa müracaat edip, henüz sevkiyatı yapılmamış evrakı okkası 10 kuruştan almaya hazır olduğunu yazdı; ama “Bu parti satılmıştır” cevabını aldı. Bunun üzerine Başvekil İsmet Paşa’ya telgraf çekti.
Bir yandan da vaziyeti Muallim Cevdet Bey’e iletti. O da meselenin üzerine giderek, bir rapor hazırladı ve İstanbul milletvekili Halil Edhem Eldem vasıtasıyla İsmet İnönü'ye ulaştı. Sokağa dökülenleri, çocuklar toplamış, isteyenlere üç beş kuruşa satıyorlardı. Muallim Cevdet, bunlardan 20 kuruşa aldığı vesikaların isimlerini de raporuna ekledi. Bütün gazeteler artık meseleden bahsediyordu.
Manisa milletvekili Refik Şevket İnce, maliye vekili hakkında mecliste istizah (soru önergesi) verdi. Maliye vekili Abdülhalik Renda, “Yeni harflerin kabulü münasebetiyle bu evrakın tarihi kıymet taşımayanları yakmayı düşündük. Sonra imha edileceğine, kâğıt fabrikalarına satalım dedik” şeklinde cevapladı.
Ama çabalar semeresini verdi. 10 Mayıs’ta sevkiyat durduruldu. İçlerinde defterdar ve vali muavinin de bulunduğu mesuller hakkında tahkikat açıldı ve lüzum-i muhakeme kararı çıktı. Mesuller İzmit’e mahkemeye giderken umumi af çıktı. Hepsi kurtuldu.
Ama ondan sonraki parti Bulgaristan’a gönderilmedi. Hâdise, hükümeti arşivlerin ehemmiyeti hususunda uyandırdı. Tarihi Evrak Tedkik Heyeti kuruldu ve reisliğine Muallim Cevdet Bey getirildi. Cevdet Bey sonradan, “Ben hükümetten tokat beklerken, mükâfat gördüm” diyerek hayretini beyan etmiştir.
Keşke ellerim kırılsaydı…
Aslında evrak, Sofya'da faaliyet gösteren İsviçre asıllı Berger ailesine ait Srnee Berger kâğıt fabrikasına hamur yapılmak üzere satılmıştı. Hâdise ortaya çıkınca, Bulgaristan’ın İstanbul konsolosluğunda vazifeli (Galatasaray mezunu, Osmanlı meclisinde Manastır mebusu ve kütüphanelerde araştırmalar yapmış bulunan) Panço Doref, hükümetine, kâğıt fabrikasının aldığı evrakın adi olmadığını, mühim Osmanlı evrakı olduğunu bildirdi. Bunun üzerine evrak daha fabrikaya ulaşmadan Bulgar hükümeti Sofya tren istasyonunda el koydu. Bu suretle evrak hamur olmaktan kurtuldu.
İbrahim Hakkı Bey anlatıyor: “İş işten geçtikten sonra bizimkilerin aklı başına geldi. Vesikaları geri almak için Bulgarlara müracaat ettiler. Yapılan müzakereler neticesi 1933’te 54 çuval kadar hiç bir işe yaramayan kırpıntı gönderdi. Ama Bulgarlar ellerindeki vesikaları çok iyi değerlendirdiler. Tasnif ettiler. İşlerine yaramayanları Alman Ziraat Enstitüsü’ne, bir kısmını da Vatikan’a sattılar. Kalanları ile de güzel bir arşiv kurdular.
Aradan yıllar geçtikten sonra tonlarca tarihi evrakın Sultanahmed’deki tarihi İbrahim paşa Sarayı’ndan alınıp kâğıt yapılmak üzere İzmit’e (kâğıt fabrikasına) gönderildiğini öğrenince, keşke dedim ellerim kırılsaydı da bu yazıları yazmasaydım. Çünki o zaman devletin bütün hazinesi kıymetbilir kişilerin, milletlerin eline geçer; kâğıt hamuru olmaktan kurtulurdu.”
Kadirşinas Bulgarlar
Bugün Bulgaristan Milli Kütüphanesi Nadir Eser Departmanı’nda Osmanlı Devleti’ne dair bir milyon arşiv vesikası vardır. Bunların yüzde 90’ından fazlası Türkçe, kalanı ise Arapça ve Farsçadır. 191 kadı sicili; 720 maliye, 405 tımar ve zeamet defteri vardır. Bunların ekserisi 1931'de satın alınan askeri, mali, siyasi, hukuki, edebi, denizcilik ve bilim tarihine dair Osmanlı evrakıdır.
Macar Duda Herber ve Bulgar Gilib Gilibov tarafından tasnif edildi. Sofya’nın bombalanma tehlikesine binaen II. Cihan Harbinde uzak bir yere taşındı. Neyse ki, Bulgarlar bunların kataloğunu yapıp, Türklerin de istifadesine arzetmiş; Türkiye, satılan vesikaların mikrofilmini satın almıştır.
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci
-BARAN