DOĞRUHABER-AFGANİSTAN

Bu ismin önemi hem Ruslara karşı yürütülen mücadelenin içinde yer almış olması hem de sonrasında yaşanan iç savaşa ve karışıklıklara şahit olması. Özellikle Dışişleri bürokratı olarak çalışmış olması ve halen de yeni hükümet içerisinde görevine devam ediyor olması söylediklerini biraz daha önemli kılıyor.

Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

Bismillah. Böyle hassas bir dönemde buralara kadar gelerek Afganistanlı kardeşlerinizin yanında olduğunuz için öncelikle ikinize teşekkür ediyorum. Sayenizde başta Müslüman Türkiye halkı olmak üzere dünya kamuoyu, Afganistan halkının durumu hakkında bilgi sahibi olacaktır. Ayrıca ülkemdeki durum hakkında sizi bilgilendirmeme fırsat verdiğiniz için de teşekkür etmek istiyorum.

Adım Seyyid Nebi Nebil. 18 yaşındayken Ruslara karşı cihada katıldım. Milli Mücahit Ahmed Şah Mesud’un Afganistan’ın kuzeyindeki akidevi ve siyasi işler ve eğitim merkezleri sorumlusuydum. İslami İlimler bölümünden mezunum. Necip rejiminin yıkılmasından bir yıl önce Pakistan’a gidip 3 sene okudum ve lisansımı tamamladım. Sonrasında Afganistan’a döndüm. Ahmed Şah Mesud tarafından Hava kuvvetlerinde akidevi ve siyasi işler sorumluluğuna atandım. Mücahitlerin İslam Devleti döneminde, Afganistan silahlı güçlerinin düşünce yapılanması komitesi üyesiydim. Görevimiz, eğitim kurumlarında olduğu gibi ordudaki eğitimleri de İslami bir çerçevede düzenlemekti. Milli direniş döneminde de aynı görevi sürdürdüm. Görevimiz, mücahitleri eğitim merkezlerinde eğitmekti. Taliban hükümetinin düşmesinin ardından ve Hamid Karzai hükümetinin gelmesiyle, Dışişleri Bakanlığı’na geçtim.

 

Ahmed Şah Mesud, şehadetinden iki yıl önce bana dedi ki “Bir daha Kabil’i ele geçirirsek en önemli kurumumuz Dışişleri Bakanlığı olacaktır. Dışişleri Bakanlığı’nın siyasetteki önemi, savaşta Hindukuş Dağlarının savunulması kadar önemlidir. Bilimsel, kültürel ve demokratik çalışmaların, İslam dünyasıyla, dost ülkelerle, Batı ülkeleriyle olan ilişkilerin temelinde Dışişleri Bakanlığı vardır. Bu defa Kabil’e girdiğimizde savaşı sonlandıracağız. Çünkü bütün Afgan savaşçılar ülke yönetimine geçecek ve savaşacak kimse olmayacak. Bütün Afganlar anlaşacak ve siyasileşmeye doğru gideceğiz. Böyle bir ortamda Dışişlerinin önemini unutma.”

Taliban’ın düşmesinden sonra Kabil’e geldiğimde, Ahmed Şah Mesud’un sözleri üzerine Dışişleri Bakanlığı’na geçtim. Dışişlerinde 5 farklı bölge vardı. Ben, İslam ülkelerini kapsayan bölgeye geçtim. İran, Türkiye ve Arap ülkelerini araştırmak için yedi sene boyunca Dışişleri Bakanı İkinci Yardımcısı olarak söz konusu bölgede çalıştım. Bana, “Neden bakan olmuyorsun?” diyorlardı. “Bu alana hakim değilim. İyice çalışayım. Zamanı gelince Bakan da olurum” dedim. Daha sonra Bakan Yardımcısı oldum. Beni Pakistan Büyükelçiliği’ne göndermek istediler ama gitmedim. Onun yerine, Kuveyt’e gittim ve daha düşük bir pozisyonda yani yardımcı olarak görev yaptım. Amacım, Afganistan işgali sırasında İslam ülkelerini araştırmaktı. Üç yıl Kuveyt’teydim. Kuveyt’le Afganistan arasındaki diplomatik ilişkileri canlandırdım. Sonra döndüm ve Dışişleri Bakanlığı’nda Afganistan’ın yurtdışı işlerindeki hukuki sorumlusu olarak görev aldım. Daha sonra 3 yıl boyunca Riyad Başkonsolosluğu’nda görev aldım. Şu anda da resmi görevim Dışişleri Bakanlığı’nda uluslararası ilişkiler araştırmacısı olarak görevimi sürdürüyorum. Özel görevim de yarım asırlık Afganistan işgalinde direnişin dairetül maarif sorumluluğudur.

İşgalciler ülkenizde 20 yıl kaldı ve büyük bir yıkım gerçekleştirdiler ve 2 aya yakındır ülkenizden ayrıldılar. Bu çekilmeyi ve İslam Emirliği’nin kurulmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Benim görevim araştırmadır ve bu konularda konuşmam da devlet veya herhangi bir siyasi oluşum gözüyle değil, araştırmacı bakışıyla olacaktır. Ben tarihle ilgilenen ve araştırma yapan bir Afgan vatandaşı olarak, yarım asırlık düşman işgali hakkında şunu söyleyebilirim ki Taliban’ın ve İslam Emirliği’nin başa gelmesi bir açıdan oldukça büyük bir fırsat oldu. O da, Afganistan bir bütün olarak 34 vilayetin ve 378 ilçenin tamamının neredeyse savaş olmadan Taliban hareketinin kontrolüne geçmesidir. Yani halk yarım asırlık düşman işgali ve vekalet savaşlarından sıkıldılar. Mezhep çatışmaları, parti çatışmaları, etnik çatışmalar, grup çatışmaları, örgüt çatışmaları gibi bütün çatışmaları tecrübe ettik. Taliban, şeriat adı altında sahneye çıkınca, eski hükümet de maddi yolsuzluklarla, idari yolsuzluklarla, liyakatsizliğiyle iyice yıpranmıştı. Halkın yüzde 99’u, yüzde 1’i oluşturan yöneticilerden sıkılmıştı. Bu yöneticilerin yurtdışıyla güçlü ilişkileri vardı. Her birinin çifte vatandaşlığı vardı. Ülkede bir çatışma çıktığı anda kaçıyor, sükunet hakim olduğunda geri dönüyorlardı. Ülkeyi yöneten bütün siyasi partilerde bu vurdumduymazlık hakimdi. Halk da bunların tamamından bıkmıştı. Öte yandan ABD de kaybetti. Taliban bu fırsatı değerlendirdi ve yabancı güçlerin çekilmesiyle oluşan boşluğu doldurarak Afganistan’a hakim oldu. Taliban, Afganistan’ı savaşarak almadı. Halk sıkılmıştı. Düşman da ülkeyi terk edince Afgan halkı birlik sağladı. Ben bir Afgan tarihçisi ve İslam ülkelerinde yıllarca görev yapmış biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Afganistan’da tescilli hain yoktur. Komünizmi, liberalizmi veya diğer ülkelerle işbirliğini, yalnızca ekonomik çıkarlarını veya ülkedeki güç çatışmasında üste çıkmayı hedefledikleri için kabul ediyorlar. Afganistan’da bir grup hakim olduğu anda herkesin bir anda kardeşlik naraları attığını, ülkenin birliği ve etnik grupların ve farklı mezheplerdeki insanların eşitliği hakkında konuşmaya başladığını görürsünüz. Ülkede etnik, mezhebi, dini çatışmalar sadece savaş zamanlarında söz konusu oluyor. Savaş bittiği anda herkesin aklı başına geliyor ve herkes bir anda Afganistanlı oluveriyor. Daha önce hizmet ettikleri istihbarat örgütlerine de Afganistan karşıtı oldukları için bir anda düşman olabiliyorlar. Ülkede başa geçen her gruba ilk düşmanlığı en yakın dostları yapıyor.

Mücahitlerin İslam Devleti’nin kurulması sonrası hükümeti kuran gruplar birbiriyle çatıştı. Uzun süren bir çatışma sonrası bütün kesimler zayıfladı. Sonra bir anda Taliban ortaya çıktı. Taliban’ın diğer gruplardan farkı, kimsenin ajandasına uymaması ve grup, etnik ve mezhepler üstü bir oluşum olmasıydı. Ülkedeki adaletsizliğe, haksızlığa, güvensizliğe karşı Kandahar’da ayaklandılar. Bu, ülkedeki grupların diğer ülkelerin ve bölgedeki istihbarat gruplarının vekalet savaşını yürütmesine karşı bir ayaklanmaydı. Sovyetlere karşı direniş sırasında attığımız İslami sloganları tekrar hayata geçirme adına ayağa kalktılar. Ülkeyi kontrol altına aldılar ve bu düzensizlik bir süreliğine son buldu. Daha sonra da Amerika, bir bahaneyle ülkemizi işgal etti.

Küresel güçler veya komşu ülkelerin hiçbiri bizim için bir düzen kurma veya bir refah oluşturmayı hedeflemiyor. Liberalizm, İhvancılık, şeriat veya komünizmi de hedeflemiyorlar. Hepsi kendi çıkarlarına hizmet ediyor. Afganistan’da bu çıkarlarına hizmet edecek bütün gruplar ve fikirlerle de rahatlıkla çalışabilirler.

Benim düşünceme göre dış güçler Afganistan’da olduğu sürece ülke içerisindeki grupları ikiye ayırmayı hedefliyor: Bir grubun adı mücahitler oluyor, diğer grubun adı da devletçiler. Devletçiler de dış güçlerin kıskacında olmak zorundalar. Ruslar Afganistan’dan çekildikten sonra Komünist rejim unsurları ve mücahitler kısa sürede birleştiler. Aralarında hiçbir sorun çıkmadı. Aynı şeyi ABD’nin çekilmesi sonrasında da yaşadık. İşgalciler gittikten sonra bir anda bütün Afganlar birleşti. Şu anda ne aşırı bir Taliban görüyoruz ne de aşırı bir liberal grup. Aşırı liberaller zaten ABD’yle birlikte kaçıp gittiler. Gerçi kaçanların arasında korkuya kapılan insanlar da vardı ancak aşırı ABD yanlılarından kimse ülkede kalmadı. Rusların kaçışında da azılı komünistler ülkeyi terk etmiş ve bir daha da dönmemişlerdi.

Dediğim gibi; Afgan halkı şu anda bütünleşmiş durumda ve Taliban ülkeyi kontrol ediyor. Siyasi, etnik, mezhepsel gruplar, ülkenin hiçbir yerinde hakim değil. Taliban, ülkede oluşan bu güvenli ortamı iyi değerlendirip gerçek anlamda kapsamlı bir hükümet kurmalıdır. Dış güçler bir yandan eski devletin hakim ve savcılarını, adliye çalışanlarını, bakanlarını, memurlarını, emniyet mensuplarını, “Taliban sizi öldürecek” diye korkutarak ülkeden kaçırtıyorlar, bir yandan da Taliban’ın kapsamlı bir hükümet kurmadığını söylüyorlar. Bu nitelikli kadroyu Taliban’ın elinden alırlarsa kapsamlı hükümet nasıl kurulacak? Öyleyse uluslararası kamuoyu ve dost ülkeler bütün siyasi grupları, Afganlar arası barış görüşmeleri çerçevesinde ve kapsamlı bir hükümet etrafında toplanmak için ikna etmelidir. Eski yüzlerin tekrar başa gelmesiyle toplumsal adalet sağlanmaz. Bu konuda uzman olan yeni yüzlerin Tacik, Özbek, Peştun veya Hazaralar arasından seçilip getirilmesi gerekiyor. Geçmiş yarım asırda yüzleri eskimiş, yaşlanmış, yorulmuş, başka ülkelerin vatandaşlığını almış isimlerle bu iş yürümez.

Bence ne Taliban tek başına ülkeyi yönetecek bir güce sahiptir ne de Mücahitler. Mücahitler Rusları hezimete uğrattı, Taliban da Amerika’yı. İki grubun tabanı, ülkenin yüzde 99’unu oluşturuyor. Dolayısıyla ancak birleşirlerse ülkeyi kalkındırabilirler. Özbek, Tacik, Peştun ve Hazaraların halkın içinde olan ve işbilen kesimlerini göreve getirmeleri gerekiyor. Böylece Taliban’ın eski dönemi gibi olmaz ve kapsamlı ve başarılı bir hükümet görmüş oluruz.

Afganistan’ı işgal edebilecek üç güç vardı: İngilizler geldiler, yenilip gittiler. Ruslar geldiler, yenilip gittiler. Amerikalılar geldiler, onlar da yenilip gittiler. Şu anda Afganistan’ı işgal edebilecek herhangi bir güç dünyada yok. Dolayısıyla küresel güçlerin işgal ajandası sona erdi. Artık diplomatik ve ekonomik ilişkilerin güçlenmesi gerekiyor. Dünya, bu şekilde Afganistan’la ilişki kurabilir. Afganistan’a yatırım yapılması gerekiyor. Her ülke, yatırım yaptığı kadar kazanacaktır. Asya’nın kalbi sakin kalsın. Sonuç olarak ne bölge için ne de dünya için bir tehdit oluşmasın.

(Devam edecek)