Gelecek savaşın romanı
Son yirmi yılda Amerika'nın başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmedi. Amerika, İngilizler'den kalma Heartland ve Rimland (merkez alan ve kenar kuşak) jeopolitik doktrinleri doğrultusunda Avrasya'da kesin hakimiyet kurmak için giriştiği büyük taarruzda, Irak ve Afganistan gibi köprübaşılarında hezimete uğradı. Çin aynı zaman diliminde ve aynı coğrafyada One Belt, One Road (tek kuşak, tek yol) projesini devreye soktu ve önemli ölçüde başarılı oldu.
Zincirleme kaza gibi peş peşe gelen yenilgiler ve krizler Amerika'nın iç-dış sistematik bütünlüğünü derinden sarstı. Çin ise Barack Obama döneminde ABD'nin 'konuşalım anlaşalım' teklifini elinin tersiyle itti. Nihayetinde iki ülke arasındaki küresel rekabet Donald Trump döneminde ekonomik-ticari düzeyde açık çatışmaya vardı. Küreselci mantık içinde iki kutubun kapitalist sembiyoz halinde birbirine bağlanmaları gidişatı daha çok belirsizliğe soktu. Görünürde bütün kozlar Çin'in elindeyken, önce Trump'ın açtığı ekonomik savaş ve sonra Çin'de patlayan pandemi ABD için beklenmedik nimet. Şüphesiz Amerika'da bu fırsatı iyi kullanmak isteyenler var.
İki dev arasında gelişen ekonomik çatışmanın yakın zamanda askeri çatışmaya dönüşeceğine dair son aylarda çok yazılıp çizildi. Muhtemel bir ABD-Çin savaşı için 'kesin tarih' verenlerin ardı arkası kesilmiyor. 2025 veya 2029 diyenler var. Bu söylemlerin özellikle Amerikan askeri çevreler tarafından yayıldığı gözden kaçmıyor. Bütün bu kehanetleri tetikleyen emekli amiral James Stavridis'in 2034: A novel of the next world war başlıklı romanı. Kitap bu yıl Mart ayında piyasaya sürüldü ve "çok satanlar" arasına girmeyi başardı. Bu tür çıkışların elbette birçok boyutu var. Aslında başta ABD Genelkurmaylığı olmak üzere, NATO karargahlarında, devlet kurumlarında, düşünce fabrikalarında veya üniversitelerde gizli, yarı gizli veya açık konuşulan şeyler. Büyük politikanın roman şekline bürünmesi de yeni birşey değil. Sivil kitleleri mesele ile tanıştırmak ve savaş konseptine alıştırmak için en kolay yöntemler arasında. Aynı çerçevede düşmana karşı tesirli bir psikolojik savaş uygulaması.
ABD'nin harbiye aklı çalışırken, mülkiye aklı uyumuyor. Amerikan derin devletinin en önemli beyinlerinden Henry Kissinger İsviçre'nin önde gelen gazetesi Neue Zürcher Zeitung'da (NZZ) söyledikleri: "Sanırım Biden hükumeti Çin ile girilecek bir çatışmanın iki devlet ve dünya çıkarına olmadığını anlamış görünüyor. Birinci Dünya Savaşı misali, böyle bir çatışmanın galibi olmaz ve iki taraf yıpranır. Ama Biden hükumeti ciddi bir sorunla karşı karşıya. Çünkü Amerikan kamuoyunda Çin devamlı düşman olarak algılanıyor. Amerika'ya musallat olan bütün kötülüklerin Çin'in arzusu ile geliştiği ve Çin'e yaradığı kuşkusu var. Yeni hükumet için çıkış yolu bulmak ve sürdürülebilir strateji geliştirmek gerçekten zor olacak. (...) Tayvan bir şekilde tarihi kaza. Kore Savaşı olmasaydı, Çin büyük ihtimalle Tayvan'i ilhak ederdi. (...) Günümüzde bu hakikatı tanımlamak ve belirsizliği ortadan kaldırmak isteyenler var." (NZZ, 19 Mayıs 2021.)
Kissinger'in şikayeti kuşkusuz şahinleri oynayan ABD siyaset, asker, diplomasi, istihbarat ve medya çevrelerine. Belirsizliği barışçı yollardan ortadan kaldırmak isteyenlerin arasında Kissinger'in olduğunu söylemeye gerek yok. Richard Nixon ve Gerald Ford dönemlerinde Sovyet Rusya'ya karşı Çin ile ilişkilerin tazelenmesinde kilit rolü olan Kissinger'in savaştan çok pazarlıktan yana olması sürpriz değil. Kissinger Çin sarrafı ve ironiye yatkın bir mizaç. Siyasete tarih tecrübesiyle de bakan ve "savaşmadan kazanma"ya oynamayı seven biri.
Buraya kadar görünenlerin Amerikan devlet aklının - nam-ı diğer "üst akıl" - karışık olduğunu işaret ediyor. Harvard ve Westpoint arasında stratejik ayrışma göze çarpıyor. Buna danışıklı dövüş diyenler olabilir. Her şey olabilir. Ama bu noktada fantezileri daha fazla tetiklemenin, işleri daha fazla romanlaştırmanın faydası yok.
Kafası karışık olan sırf ABD değil. Müttefik AB de son derece konseptsiz ve endişeli bir görüntü sergiliyor. Belirsizlikler ve ayrışmalar derin. Tartışmalar gazete sayfalarına kadar açık yürütülüyor. Kissinger ile yapılan röportaja cevap yine Zürih gazetesinde ve emekli bir ABD askeri tarafından verildi. Avrupalı, büyük biraderi konuştururken belirsizlikleri ve endişeleri gidermek için "yol haritası" peşinde. Aslında biraz da monolog yapıyor diyebiliriz. Emekli deniz albayı ve istihbarat subayı James E. Fanell İsviçre devletinin resmi jeopolitik düşünce fabrikası konumunda olan Genfer Zentrum für Sicherheitspolitik (Geneva Centre for Security Policy, GCSP) için çalışmakta.
Evet, Fanell'in Kissinger'e ve duymak isteyen herkese bir çift sözü var.
Gökhan Gümüş
NZZ: Kaptan (Albay) Fanell, Hint-Pasifik'te ABD Deniz Kuvvetleri'nde otuz yıl vazife aldınız, en son Pasifik Filosu için istihbarat toplama ve analizden sorumluydunuz. Tayvan üzerindeki mevcut gerilimleri izlerken endişeli misiniz?
Fanell: Askeri vaziyet endişe verici. Kendimi haklı hissediyorum, çünkü yirmi yıldır Çin'in Tayvan'ı işgal etmeye çalışacağı konusunda uyarıyorum.
NZZ: Neden öyle düşünüyorsunuz?
Fanell: Birçoğu Çin'in sonsuza kadar bekleyeceğine ve güç kullanmayacağına inanıyor. Bu varsayım yanlıştır. Çin Komünist Partisi'nin net bir takvimi var: 2049'da Halk Cumhuriyeti'nin 100. yıldönümünü şatafatlı bir şekilde kutlamaya hazırlanıyor. O zamana kadar Çin'in baskın süper güç konumunda olması hedefleniyor. Komünist liderliğin kendi imajında, süper güç olma Çin'in dünyadaki haklı yeridir. "Büyük zindelik" dedikleri şeyin önemli bir unsuru, toprak bütünlüğünün restorasyonudur. Pekin'in bakış açısından bu kesinlikle Tayvan'ı içeriyor.
NZZ: 2049'a kadar neredeyse otuz yıl var. Yani aceleye gerek yok.
Fanell: Komünist Parti liderliği, dünyanın 2049'da Pekin'e seyahat etmesini ve Halk Cumhuriyeti'nin başarılarını takdir etmesini ve alkışlamasını istiyor. Bu tarihe yakın bir zaman diliminde Tayvan'a yapılacak bir askeri harekatın buna mani olacağını biliyor. Bu yüzden kendine soruyor: "Dünyanın askeri güç kullandığımızı unutması ve bizimle tekrar ilişki kurmak istemesi ne kadar sürer?"
NZZ: Peki, ne kadar zaman alır?
Fanell: Bu oldukça net bir şekilde söylenebilir, çünkü bir emsal var: 1989'da Halk Kurtuluş Ordusu, Tiananmen Meydanı çevresindeki öğrenci protestolarını kanlı bir şekilde bastırdı. Çin uluslararası alanda dışlandı. 2008 yılında, dünyanın her yerinden devlet ve hükümet başkanları Olimpiyat Oyunlarının görkemli açılış töreni için Pekin'e gitti. Neredeyse yirmi yıl sonra Çin rehabilite edildi.
NZZ: 2049'dan geri sayacak olursak: Pekin'in önümüzdeki onyıl içinde saldıracağını varsayıyorsunuz...
Fanell: Evet. Çünkü benim deyimimle "nazikleşme döneminde" bulunuyoruz. Bu değerlendirmede yalnız değilim. Hint-Pasifik'teki Amerikan kuvvetlerinin komutanı Amiral Philip Davidson, Mart ayında Çin'in önümüzdeki altı yıl içinde Tayvan'a saldırabileceğini söyledi. Tayvan Savunma Bakanı Chiu Kuo-cheng geçtiğimiz günlerde Çin'in Tayvan'ı 2025 yılında işgal etme yeteneğine ulaşmış olacağından bahsetti. Ancak Pekin açısından en iyi durum Scarborough senaryosu.
NZZ: Güney Çin Denizi'nde bulunan, 2012 yılına kadar Filipinler tarafından ve sonrasında Çin tarafından kontrol edilen Scarborough Atolü'nden bahsediyorsunuz. Bu neden Pekin için Tayvan'a uygulamak istediği bir model olabilir?
Fanell: Pekin, tek kurşun sıkmadan Scarborough'un kontrolünü ele geçirmeyi başardı. Çinliler bunu askeri baskı ve yıldırma, diplomatik entrika ve ekonomik zorlama yoluyla başardılar. Çin, aynı yöntemleri kullanarak Güney Çin Denizi'nin neredeyse tamamının kontrolünü ele geçirmeyi başardı: Bugün Pekin'in bölgede yedi askeri üssü var, bunlar arasında üçü Pearl Harbor çapında. Çin aynı şekilde Tayvan'ı almayı başarabilirse, bu elbette Çin stratejistleri için ideal bir durum olacaktır. Tayvan Devlet Başkanı Tsai Ing-wen baskıya boyun eğiyor gibi görünmüyor. O zaman sadece askeri yol kalıyor.
NZZ: Çin'in Tayvan'a büyük bir amfibik çıkarma yapması için gerekli askeri kaynaklara ve yeteneklere sahip olduğuna şüpheyle bakan uzmanlar var. Bu tür operasyonlar son derece karmaşıktır.
Fanell: Bu tür argümanları öne sürenler modası geçmiş düşüncelere yatkın. Klasik bir amfibik çıkarma - İkinci Dünya Savaşı sırasında Normandiya'da olduğu gibi - Tayvan'a yapılacak bir Çin saldırısının sadece küçük bir parçası olacak. Elbette Halk Kurtuluş Ordusu bunun için gerekli teçhizatı temin etmiştir. Sadece iki yıl içinde üç büyük 075 tipi çıkarma gemisi inşa edildi. Ve buna göre çıkarma tatbikatları yapılıyor.
Ancak daha da önemlisi, Çin ordusunun savaş hazırlıkları için büyük ölçekte sivil kaynakları harekete geçirebilmesidir. Devlet televizyonu geçtiğimiz günlerde tankları ve diğer askeri araçları taşımak için bir sivil feribotun kullanıldığı tatbikattan bahsetti. Halk Kurtuluş Ordusu Tayvan'da bir limanı güvence altına alır almaz burayı askeri olarak kullanabilir ve birliklerini Tayvan'ın işgali için sevk edebilir. Dolayısıyla hiç kimse Çin'in çok sayıda askeri malzemeyi ve personeli Tayvan'a hızlı bir şekilde taşımak için gerekli taşıma kapasitesine sahip olmadığını iddia edemez.
NZZ: Tayvan'a böyle bir saldırı nasıl gelişebilir?
Fanell: İlk darbe elektronik olacak: Çin kafa karışıklığı yaratmaya, Tayvan'ı felç etmeye çalışacak. Bu, Tayvan halkını ve liderliğini korkutmak için propaganda ve yanlış bilgilendirmeyi içerir. Örneğin demiryolu ağının kontrol sistemine yönelik siber saldırılar. Bu bozulursa, Tayvan ordusu birimleri ve malzemeleri taşımakta zorlanacak.
Buna paralel olarak Pekin, sürekli olarak Tayvan'ı hedefleyen 1.500 veya daha fazla balistik füze ateşler. Bu şekilde, havalimanları veya sabit gemisavar füze bataryaları gibi önemli askeri tesisler devre dışı bırakılır. Hemen ardından, bombardıman uçakları dalgalar halinde saldırır ve Pekin hava üstünlüğünü sağlar.
NZZ: Çin'in ana ada yerine Kinmen, Matsu veya Penghu gibi Tayvan'a ait küçük adalara saldıracağı senaryosu da var. Gözdağı vererek, yıldırmak ve neticede teslim almak stratejisi üzerine kurulu bir senaryo.
Fanell: Bence bu senaryo ihtimali düşük. ABD'ye karşılık vermesi için daha fazla zaman tanır. Ancak Çinlilerin asıl amacı Amerikan müdahalesini imkansız kılmaktır. Bu, mesela, Çin'in “ufuk ötesi” çalışan, yani iki veya üç yüz kilometre uzaktaki gemileri vurabilen silah sistemlerine büyük yatırım yapması gerçeğinde görülebilir.
NZZ: Çin'in Tayvan üzerinde hava üstünlüğünü elde etmesi ne anlama geliyor?
Fanell: Tayvanlı birlikler siperlerinden çıkar çıkmaz tespit edilir ve ortadan kaldırılır. Çıkarma kuvvetleri daha sonra Çin Hava Kuvvetleri çatısı altında adaya çıkarlar. Paraşütçüler birkaç hava ve deniz limanını olabildiğince çabuk güvence altına almaya çalışacaklar; bu başarıldıktan sonra Tayvan'a büyük miktarda malzeme ve asker getirilebilir. Çin'in hava egemenliği de ABD ve müttefiklerinin müdahalesini ciddi şekilde kısıtlayacak. Hava sahasını kontrol etmezlerse gemileri oldukça savunmasızdır.
NZZ: Tayvan buna karşı koymak için hangi stratejiyi kullanabilir?
Tayvan bir "kirpi stratejisi" izlemelidir. Bir işgali Çin için mümkün olduğu kadar maliyetli hale getirecek silahlara ve taktiklere güvenmelidir. Tayvan, pahalı savaş uçakları ve heybetli gemiler yerine, saldıran gemileri ve uçakları vurmak için öncelikle esnek savunma füzelerine yatırım yapmalı. Konsept açısından, böyle bir yaklaşım, İkinci Dünya Savaşı sırasında İsviçre'deki Reduit modeliyle karşılaştırılabilir.
NZZ: Göze çarpan şey, bir ada ülkesi olarak Tayvan'ın az sayıda ve tamamen modası geçmiş denizaltılara sahip olmasıdır.
Fanell: Tayvan'ın kesinlikle modern denizaltılara ihtiyacı var. İstilacı bir filoyu engellemenin en iyi yollarından biridir. 2000'lerin başında, o zamanki Amerikan Başkanı George W. Bush, Tayvan'a denizaltı yapımında yardım edeceğine söz verdi. Tayvan bunları ABD'den satın alamaz çünkü Amerikan savunma sanayii yalnızca nükleer enerjiyle çalışan denizaltılar üretir. Tayvanlılar bize Bush'un sözünü hatırlatıp durdular ama hiçbir şey olmadı. Şimdi denizaltıları kendileri geliştirmeye çalışıyorlar. ABD bunu kilit teknolojilerle desteklemeli. Ancak denizaltı yapımı uzun zaman alır. Aynı şey mürettebatın eğitimi için de geçerlidir. Tayvan denizaltılarının zamanında hazır olup olmayacağı çok belirsiz.
NZZ: Her durumda, Tayvan'ın dış yardıma, yani ABD'den yardıma ihtiyacı var.
Fanell: Sadece ABD'den değil. Son birkaç ayda üç üst düzey Japon politikacılar, Tayvan'ın müdafaa edilmesinin Japonya'nın güvenliği için gerekli olduğunu söylediler. Avustralya da Tayvan'dan yanadır.
NZZ: Bu ülkeler ancak ABD önderlik ederse Tayvan'ın yardımına koşacak.
Fanell: Avustralya ile durum böyle olabilir. Ama Japonya farklı: Japonlar Çin'nin kendilerine kin beslediğini biliyor. Japonya'nın İkinci Dünya Savaşı sırasında Çinlilere yaptığı her şey için intikam alacaklar. Ve Tayvan düşerse, Japonya Çin ile Rusya arasında sıkışıp kalacak.
NZZ: Ancak Japonya'nın pasifist bir anayasası var ve halk arasında çok popüler. Anayasayı değiştirmek kolay değil.
Japonya'nın 1970'lerin dünyasında kaldığı ve pasifist anayasasına sıkı sıkıya bağlı kaldığı düşüncesi güncel değil. Gerçeklere bakın: iktidar partisi LDP, seçim beyannamesinde savunma harcamalarını ekonomik performansın yüzde ikisine çıkarmayı teklif ediyor. Bu bir ikiye katlama! Hayır, Japonlar Çin'in yarattığı tehlikenin çok iyi farkındalar. Her zamankinden daha fazla harekete geçmeye hazırlar. Ama daha yapacakları çok iş var.
NZZ: Ama Çin'i böylece silahla sarılması için kışkırtmıyor musunuz? Çin'in bu durumda karşı tarafın gerekli tedbirleri almasını bekleyecek hali kalmaz.
Fanell: ABD'deki modası geçmiş Kissinger ekolünün düşüncesi budur: "Hiçbir şekilde Çin'i kışkırtmayın!" Ancak bu, teslim olmak anlamına geliyor: Çin'in Tayvan'ı almasına izin verilmesini bir oldubitti olarak kabul ediyoruz.
NZZ: Çin bugün Tayvan'a saldırsa, ABD saldırıyı püskürtecek güce sahip mi?
Fanell: Çinliler en azından bunun böyle olduğundan ciddi olarak endişe duymalıdır. Endişeleri bugün kesinlikle on ya da yirmi yıl öncesine göre daha az olsa bile.
NZZ: Önümüzdeki on yılda?
Fanell: Pekin'in istikrarlı bir şekilde silahlandığını ve Washington'un tereddüt ettiğini gördüğümde, on yıl sonra özgür ve demokratik bir Tayvan olacağından şüpheliyim. Dış yardım olmadan, Çin Komünist Partisi'ne karşı birleşik bir cephe olmadan, Tayvan düşecek. (NZZ, 25 Ekim 2021.)
ÇEVİRİ RÖPORTAJ: Gökhan Gümüş