Riyad Makaev – Doğruhaber/Analiz
Objektif olarak bakılırsa, Ortadoğu'daki durumda bir iyileşme ummak için çok az neden var. Çünkü, Ortadoğu’nun yapısına ve yaşam tarzına hiç ayak sağlamayan, gün geçtikçe güçlenen, Batı’dan dışlanan ve İkinci dünya savaşı sırasında Avrupa’dan Ortadoğu’ya sürünen işgalci israil bölgenin tam ortasında Filistin’i işgal ederek oturmuştur. Ufuktaki umut verici bazı umutlar bile Ortadoğu’da boş seraplara dönüşüyor. Yaklaşık 70 yıldan beri Filistin’den aldığımız şiddet haberleri artık hayatımızın bir parçası haline geldi. 1948’den beri dünya büyük krizler yaşadı ve o krizlere çözüm buldu ama; dünya Filistin meselesine bir çözüm bulamıyor...
Haksızlıkların at koşturduğu Ortadoğu bölgesi eninde sonunda dünyanın yok oluşuna bile sebep olabilir! Bazen bölgede umutlar doğar ama; maalesef boş seraplara dönüşür. Böyle nadir bir umut ışığı, Suudi Arabistan'da Selman bin Abdülaziz Suud Hanedanı'nın başına geçtikten sonra doğmuştu. Selman bin Abdülaziz el-Suud muhafazakar, komşulara ve özellikle Türkiye’ye karşı dostane tavırlara bağlı biri olarak bilinirdi. Ancak kısa sürede Salman'ın koltuğunu riske atmaya hazır bir Arap olmadığı anlaşıldı. “Arap Baharı” ile birlikte Kral Selman birden değişti, koltuk savaşına başladı. Kral Selman oğlu Muhammed bin Selman’ı veliaht olarak seçti. Bu “deli” Ortadoğu’yu daha da kana bulayacaktı. Babası onu 2015'te savunma bakanı olarak atadığında, Yemen'deki İran yanlısı Husi milislere karşı BAE ile birlikte ölümcül bir savaşa başladı. Ekim 2018'de Suudi Arabistan'ın İstanbul Başkonsolosluğu'nda rejimi eleştiren gazeteci Cemal Kaşıkçı onun yakın çevresinden ajanlar tarafından öldürüldü. Aynı yıl G-20 zirvesinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yaptığı coşkulu el sıkışma, sonunda Suudi tahtının varisinin dünya görüşlerini ortaya koydu.
Ağustos 2020'de Ortadoğu’da sözde başka bir “umut ışığı” göründü. BAE'nin israil ile ilişkileri normalleştirme kararı! ABD'nin sözde İbrahim Antlaşması kapsamında arabuluculuğuyla BAE, 1979'da Mısır ve 1994'te Ürdün'den sonra Yahudi devleti ile diplomatik ilişkiler kuran üçüncü Arap ülkesi oldu. Aynı zamanda, Emirlikler, israil ile uzlaşmanın bir koşulu olarak "iki devlet" ilkesinin desteklenmesini talep eden Arap Barış Girişimi'ni daha fazla uzatmadan denize attı. Kısa süre sonra Bahreyn, Fas ve Sudan da bunu izledi. Gittikçe Filistin daha da yalnızlaşıyordu. O zamanki ABD Başkanı Trump, "daha barışçıl, güvenli ve müreffeh bir Orta Doğu'ya doğru önemli bir adım" demişti. Ancak daha yakından incelendiğinde, bu “umut ışığının” sadece işgalci israil yönetiminde bulunan Likud partisi lideri başbakan Binyamin Netanyahu açısından iç siyasette tabanına yönelik başarı olarak göstermek, hem gündemi değiştirmek hem de kendi üzerindeki baskıların azalmasını sağlamak için yapılan bir girişim olduğu ortaya çıkıyor. Çünkü, İbrahim Antlaşması, israil-Filistin çatışmasının çözümüne hiçbir şekilde katkıda bulunamadı. Bu yılın Mayıs ayında, HAMAS'ın on bir gün boyunca Kudüs'e roket atması ve israil'in Gazze Şeridi'ne güçlü hava saldırılarıyla karşılık vermesi bunun ispatıdır. İsrail-Filistin çatışması, Orta Doğu'daki belirsizliğin, şiddetin ve insani felaketlerin ana nedeni olmaktan çoktan çıktı. İsrail, Lübnan'daki ekonomik çöküşten, Suriye, Yemen veya Libya'daki kanlı iç savaşlardan, DEAŞ grubunun yükselişinden veya düşüşünden veya Eylül 2019'da Suudi petrol tesislerine yönelik iddia edilen İran saldırılarından doğrudan sorumlu değildir...
İnşaallah, bir sonraki yazımızda Ortadoğu’da oluşan yeni durum hakkında detaylı bilgi vermeye ve Arap-israil ilişkilerine dair analizimize devam edeceğiz...