HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Dijital Platformda yayın yapan Netew TV’de Zeynep Cager’in iç ve dış gündeme ilişkin sorularını değerlendirdi.
Yapıcıoğlu; erken seçim, ittifaklar konusu, İslam Coğrafyasında yaşanan gelişmeler, Kürdistan söylemi, Kürtçe anadil konusu, Kürt meselesi ve adalet konusu gibi birçok konuda önemli değerlendirmelerde bulundu.
Hükümet Kürtlere yakın olduğunu söylüyor, sizce yakınlık konusunda kriz yaşıyor mu?
Kanaatimce son birkaç yıl özellikle 2015 seçimlerinden sonra 2016, 2017 ve 2018 yıllarında iktidar gittikçe Kürtlerin desteğini daha az hissediyor gibime geliyor. Bu da yapmış olduğu çıkışlardan veya yapmış olduğu politikalardan kaynaklanıyor. Malumunuz daha önce 2015 yılında Diyarbakır’da yapmış olduğu bir konuşmada Sayın Cumhurbaşkanı’nın Kürt meselesiyle ilgili olumlu bir yaklaşımı olmuştu. Bu meselenin çözümüyle ilgili siyasi riskleri de alacağını dile getirmişti. Ama gelinen noktada ‘Kürt meselesi yoktur’ söylemi işi başka bir evreye götürdü. Yakın bir geçmişte Diyarbakır’a geldiğinde ‘biz 2015’te neredeysek hala ordayız’ dedi Sayın Cumhurbaşkanı. Ama yapılanlar çok öyle görünmüyor. En son geçtiğimiz hafta İYİ Parti Lideri Sayın Akşener’in esnaf ziyareti yaptığı esnada bir vatandaşın ‘Burası Kürdistan’dır’ demesi üzerine yaşananlar, bu kişinin gözaltına alınması -sonrasında serbest bırakıldı ama- neticede yaşanan olaylar son dönemde o konuda yükselen milliyetçi dalga ve milliyetçi tepkiler hükümetin son dönemde takip ettiği politikaların bir sonucudur. Ama şunu diyebilirim 2007’de Kürtlerin yoğun olarak yaşamış olduğu illerin çoğunda birinci parti çıkan AK Parti bu desteğini yavaş yavaş kaybetti. Dolayısıyla hükümetin ‘Kürtler ile aramız çok iyidir’ demesi çok bir şey ifade etmiyor. Seçim sonuçları bunu gösterecektir. Kürtlerin AK Partiye ne kadar yakın durduğu ya da ne kadar uzaklaştığı konusunda AK Parti’nin yakalamış olduğu milliyetçi dil, Kürtleri kendilerinden uzaklaştırmıştır diyebilirim.
“Ne Cumhur İttifakı ne de Millet İttifakı ile herhangi bir ittifak konusunda görüşmedik”
Erken seçim hakkında ve muhalefetin sizden uzak duruşuyla ilgili neler söylemek istersiniz?
Türkiye’deki siyasi faaliyet yürüten ve siyasi parti olarak seçime girme hakkı elde eden partilerin önemli bir kısmıyla görüşüyoruz. Görüşmelerimiz devam ediyor. Daha önce de görüştük. Bundan sonra da görüşeceğiz. Bizim yelpazemiz, görüştüğümüz partilerin çeşitliliği çok daha fazla. Muhalefet partilerinin çoğuyla çok rahat bir şekilde görüşebiliyoruz. Seçimlere dönük bir ittifak şeklindeyse evet biz ne Cumhur İttifakı bileşenleriyle ne de Millet İttifakı bileşenleriyle şu ana kadar herhangi bir ittifak konusunda görüşmedik. En son iki partinin genel başkanıyla görüştüm. Ama bu görüşmelerde herhangi bir ittifakı gündeme getirmedik. Çünkü bize göre eğer seçim zamanında yapılacaksa ittifakları bugünden konuşmak için çok erken. Fakat bazı muhalefet partileri ve iktidarın bazı ortaklarıyla bizim herhangi bir görüşmemiz olmadı. Bu sadece muhalefet bloğuyla ilgili değil.
Farklı farklı bloklarda çok farklı siyasi çizgilerdeki siyasi partiler bir araya gelebilirler. Mesela Vatan Partisi için ‘hükümetin küçük ortağı’ diyorlar. Ya da bir anlamda hükümetin müttefiki olduğu söyleniyor. Ama Vatan Partisiyle MHP’nin ya da AK Parti’nin siyasi konularda bir yakınlığı yok. Yine öbür taraftan Millet İttifakı içerisinde CHP ile Saadet Partisi’nin siyasi çizgisi kıyas edilemez. Aynı çizgiden, aynı ağacın köklerinden gibi olan Yeniden Refah Partisi ile Saadet Partisi arasında takip ettiğim kadarıyla görüşmeler olmadı. Siyasi görüşmeler, siyasi benzerlikler üzerinden değil, farklı bazı gerekçeler ittifakları oluşuyor, bu da doğaldır. İttifaklar siyasetin doğasında olur. Görüşmeler hatta ittifaklar olur. Bugün bir ittifak içerisinde yer alan yarın başka ittifakta yer alabilir. Bunları çok garipsememek lazım.
“Dünya ölçeğinde çok ciddi adalet sorunu olduğunu düşünüyoruz”
HÜDA PAR olarak Ortadoğu’da yaşanan olaylara karşı ne düşünüyorsunuz?
İslam Coğrafyasından pek çok gelişmeler oluyor. Bu gelişmeler bazen birbirinden çok uzak gelişmeler veya birbirine çok benzediği halde aslında birbirine taban tabana zıt bazı meseleler var. Mesela Suriye’de çok hızlı siyasi bir gelişme olabileceği yönünde ciddi bazı izlenimler var. Mesela Irak Kürdistan Parlamentosu bir anayasa çalışmasına başladı. Daha önce biliyorsunuz orada bağımsızlık referandumu yapıldı. Yine farklı partiler arasında ya da farklı gruplar arasında birbirini ötekileştiren veya saldırı düzeyine ve çatışma düzeyine varacak gelişmeler oldu.
Genel olarak şunu söyleyebilirim. Ortadoğu’da -ki ben bu tabiri de çok hoşlanarak kullanmıyorum, fakat yaygın bir şekilde kullanıldığı için söylüyorum- gelişmeler çok hızlı gelişiyor. Maalesef bu gelişmelerin çok önemli bir kısmı buradaki milletlerin, insanların iradi olarak ortaya koydukları veya yön verdikleri gelişmelerden ziyade, uluslararası çok fazla müdahalenin olduğu bir bölgededir ve biz de bu bölgede yaşıyoruz. Bu bölgede her an bazen çalışmalar bir neticeye ulaşmış ya da artık bu siyasi çıkışın varacağı nokta şurasıdır diyebileceğiniz noktada bile, bir gecede birileri kendi aralarında oturup konuşup oranın yönünü çok farklı yerlere çevirebiliyorlar. Böyle gelişmeler bölgede yaşanıyor. Genel anlamda bölgemizde hem kendi halkımız arasında hem de bütün dünya ölçeğinde çok ciddi adalet sorunu olduğunu düşünüyoruz. İnsanlar her bir kişi hangi inanca mensup olursa olsun, hangi etnik kimlikten gelirse gelsin, hangi siyasi veya felsefi düşüncede olursa olsun insanlar şunu yapabilmelidir. Her insan kendi istediğini karşıdaki insan için de isterse, ya da kardeşim diye hitap ettiğine de isterse, kendisine yapılmasını istemediğini kardeşine de yapmazsa, dünya daha yaşanılır bir hale gelecek. Ama maalesef hakkın tanımı ve hakkın kaynağı konusunda ciddi sorunlarımız var. Herkes kendine göre bir hak tanımı yapıyor. Herkes kendine göre bu hakkı sınırlandırabiliyor. Egemenliğin tanımı ve kullanımıyla ilgili ya da hukukun ne olduğuyla ilgili çok ucube tanımlarla karşılaşabiliyoruz. Eğer hakkın tarifine gücü ya da sayısal çoğunluğu koyarsak ya da sayısal çoğunluk hakkı tarif edebiliyor ya da güçlü olan kuralı belirler ya da birinin bir çıkarı varsa başkasının zararına çıkacak şekilde davranabilir diye bir tanım getirirsek her şey birbirine karışır. Maalesef bölgemizde de elinde güç olan -bu güç siyasi olabilir, askeri veya ekonomik olabilir- haritaları bile değiştirme gücünü kendinde görebiliyor. Ya da haritaların çizgisini istediği yerden geçirme hakkını kendine görebiliyorsa, birini yükseltip öbürünü ezme konusunda fiili bir askeri güç ortaya koyabiliyorsa bizim sıkıntılarımız kolay kolay biteceğe benzemiyor.
Bizim her şeyden önce şunu kabul etmemiz lazımdır. Ortak bir hak tarifinde buluşmamız lazımdır. Özümüzde dokunulmayan haklar nelerdir? Haklar nasıl korunacak? Eğer ortaya ortak bir tarif koyabilirsek ve bunların korunması konusunda bu hak kime ait olursa olsun, bu hakkın sahibi kişi kim olursa olsun, hangi düşünceden, hangi milletten ve hangi inançtan olursa olsun onu korumayı- kendimize bir görev görürsek, yani insanların malını, canını, ırzını, haysiyetini, onurunu, aklını, neslini, inancını, düşünce ve ifade hürriyetini kendimizinmiş gibi korumayı kabul ettirebilirsek o zaman belki başka bir dünyaya uyanabiliriz. Fakat bizim adına Ortadoğu dedikleri bölgemizde bu mümkün mü? Bu çok kolay görünmüyor. Bize benzemeyen insanı bile katletmeyi kendimize hak görüyorsak işimiz çoktur.
“İç meselelerde siyasi partiler farklı siyasi çizgiler ortaya koysalar da ülkelerin dış politikaları fazla değişmiyor”
Türkiye’nin sınır ötesi harekâtları konusunda ne düşünüyorsunuz?
İç siyasi meselelerde çok farklı siyasi partiler farklı siyasi çizgiler ortaya koysalar da ülkelerin dış politikaları çok fazla değişmiyor. Türkiye de bu ülkelerden birisidir. Türkiye’nin dış politikası bugünden yarına değişen diye görünse de öyle değildir. Devletin bir dış politikası var. Bu politikalardan bir tanesi şudur; mesela Irak Kürdistan Bölgesinin Bağımsızlık Referandumunda bunu net bir şekilde gördük. Kıbrıs’la ilgili orada Kıbrıs Türkünün ayrı bir devlet kurması onun için bir haktır, ama her şartta. Böyle düşünen bir insan -belki kavmi kimliğinden dolayı böyle düşünen bir insan- öte taraftan yüzde yüz haklı bir gerekçeyle oradaki Kürt ‘ben de bağımsızlık istiyorum’ dediğinde refleks olarak karşı çıkar. Bu bir hakikat. Sadece orada da değil. Bugün sadece Suriye, Irak, İran, Gürcistan veya Ermenistan gibi komşu ülkelerde de değil, belki Hint okyanusunun uzak bir köşesinde, hatta Büyük Okyanusun ortasında küçük bir ada devletinde, adada 500 Kürt yaşıyorsa, orada merkezi iktidar oradaki Kürtlere bir özerklik tanırsa buradaki insanların önemli bir kısmı buna itiraz edecek. Niye? Diyorlar ki; bizde önemli bir Kürt nüfusu var. Kürt nüfusumuz bundan etkilenecektir. Dolayısıyla dünyanın herhangi bir yerinde Kürtlerle ilgili bir gelişme olduğunda bu bizi de etkileyecektir. Bu işin bir boyutu.
İşin diğer boyutu ise; şimdi Suriye’yle ilgili ya da Irak’ın Kürdistan Bölgesiyle ilgili sınır ötesi operasyonlar yapılıyor. ‘Orada eğer silahlı bir yapılanma varsa, o silahlı yapılanma yurt içinde yani sınırın bu tarafında da bazı eylemler içerisindeyse, uluslararası hukuk bize bu hakkı veriyor, dolayısıyla biz gideriz orada bu işi durdururuz’ diyorlar. Kürdistan Bölgesinin hem Cumhurbaşkanı Sayın Neçirvan Barzani’nin hem Başbakan Sayın Mesrur Barzani’nin hem de önceki Başkan Sayın Mesut Barzani’nin bu konuyla ilgili, yani Türkiye’nin oraya askeri operasyon yapmasının sebebinin PKK olduğu konusundaki açıklamalarını da hatırlatmakta fayda var. Öte taraftan Suriye’nin Kürdistan bölgesinde orada Kürdistan yapılanması mı var, yoksa tırnak içinde Kuzey ve Doğu Suriye’de bir başka yapılanma mı var? Bunu aslında herkes görüyor. Orada Kürtlerin oluşturduğu 16 tane farklı parti vardı. Bazılarının 40-50 yıllık siyasi geçmişleri vardı. Orada birileri gücü eline geçirince Baas yönetimiyle ortaklaşa bir şekilde hareket ediyor. Hatırlayalım Suriye’deki iç savaş, iç karışıklık başladıktan sonra Baas Rejimi kendi kongresini yapamadı ve Şam’da yapması gereken kongresini Kamışlo’da yaptı. Bunu unutmayalım. Amerika onlara çok yüklü miktarda silah verdi. O silahlar karşısında Salih Müslim’in BBC’ye vermiş olduğu mülakatta, ‘Siz iyilik yaptığınızı, silah ve para verdiğinizi söylüyorsunuz, ama biz de sizin yaptıklarınız karşısında gittik savaştık. Kaç tane askeriniz öldü? Hiç. Biz 11 bin şehit verdik. Sizin verdiğiniz silahlar mı şehitlerin kanı mı hangisi değerli?’ diye. Biz o zaman demiştik Kürtlerin kanı bu kadar ucuz mu? Kürtlerin kanını siz birkaç kamyon silah karşılığında veriyorsunuz diye. Amerika oradaki yapılanmalara göstere göstere silah yardımı yaptı. NATO üyesi olan Türkiye’ye karşı bunu yaptı. ABD dedi ki ‘biz silah veriyoruz ama, bu silahları size karşı kullanmayacak.’ Ama biz o zaman da söyledik. Amerika’nın yapmış olduğu bu planı geçen gün Kandil’de yine PKK yöneticilerinden birisinin yapmış olduğu açıklamalarda aslında çok net ifade etti. Satır aralarında değil doğrudan doğruya. İşte, ‘Amerika ve Avrupa bu meselenin çözülmesini istemiyor. Çözüm sürecinde de bize çatışın dediler. Ateşkes ilan etmemize de müsaade etmediler. Çünkü onlar bu şekilde Türkiye’nin, Suriye’nin, Irak’ın, İran’ın kendilerine çok muhtaç olacağını biliyorlar. Bu anlamda bu çatışmalar devam etsin istiyorlar.’ Dedi. Bu yapılan işler, yardımlar Türkiye’yi oraya çekiyor. Amerika’nın yapmış olduğu bu politikalarla Türkiye zaten gözünü karartmış, ‘böyle bir oluşum orada ikinci bir Kürdistan kurulacak, ben buna izin vermem’ diyor. Ya da orada kurulacak Kürdistan mıdır ayrı bir şey midir, o da ayrı bir tartışma konusu.
‘Bir çocuk benim ‘anadilim’ Kürtçe’dir, ben anadilimi öğreneceğim talebinde bulunamıyor’
İki gün önce çıktığım televizyon programında sunucu sordu, ‘Kürtlerin neyi eksik. Kürtler bu memlekette cumhurbaşkanı olabiliyor, askeriyede general de olabiliyor, vali olabiliyor, profesör olabiliyor. Eksik olan nedir?’ Kurtalan’daki meselede bir kişinin Kürdistan demesinin bile suç unsuru olarak kabul edilebileceğini ve bu kişinin gözaltına alınabildiğini söyledim. Aslında kanunlar herkese eşit uygulanmıyor. Herkes eşit haklara sahiptir, ama Anayasa’da şöyle bir madde var, ‘Türkçe’den başka hiçbir dil Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına ana dilleri olarak öğretilemez.’ Bir taraftan ana dili Kürtçe olanlar Kürtçe, Kurmanci ya da Zazaki öğrenebilirler diyor. Ama öte yandan anayasada bir madde olduğu için sanki bir yabancı dilmiş gibi öğretiliyor. Bir çocuk benim ‘anadilim’ Kürtçe’dir, ben anadilimi öğreneceğim talebinde bulunamıyor. Üniversitelerde bazı bölümler açıldı. Kürtçe Birleşmiş Milletlerin bağımsız devlet olarak kabul ettiği devletlerin hiçbirinin resmi dili olmadığı için bunu yapamıyoruz diyorlar, ama işte yaşayan diller enstitüsü diyorlar. Bunlar sıkıntılı şeyler.
Ya da Anayasa’da ‘Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı herkes Türk’tür diyorlar. Bu etnik bir tanımlamadır. Gerçekten herhangi bir etnik gruba ait bir isimden ziyade genel anlamda milleti tarif eden bir kelime mi? Öyle iddia ediliyor. Bunun böyle olmadığını onlar da biliyorlar. Eğer öyle değilse sadece Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan 27 etnik kökenden insan var. Neden sadece birinin etnik kimliğini milletin ulus isminde kullanıyorlar, bunun izahı yok. Bu sorunların, bu sıkıntıların silahla, kavgayla, çatışmalarla çözülemeyeceğini geçen zaman bize gösterdi.
“11. Yüzyılda yazılan Kutadgu Bilig’de bu coğrafyanın adı Arz-ı Erkad (Kürdistan )olarak geçer”
Adına çözüm süreci denen süreçte bazı gelişmeler oldu ama sonunda yeniden silah şiddet ve bomba sesleri, barut kokusu, meseleyi tartışmayı bile zorlaştırdı. O dönemde hatırlayalım meclis kürsüsünden Sayın Cumhurbaşkanı’nın bir açıklaması vardı Kürdistan söylemiyle ilgili. ‘Kürdistan neresidir?’ diyenlere; ‘Bunlar kendi tarihlerini de bilmiyorlar. Cehalettir. Siz açın Kürdistan neresidir merak ediyorsanız birinci Meclis’in tutanaklarına bakın. Kürdistan’ın nerede olduğunu göreceksiniz.’ O dönem bu bölgeden giden mebusları Kürdistan mebusu olarak gidiyorlardı. Sadece bu da değil. Kutadgu Bilig’de bu bölge Arz-ı Erkad olarak yani Kürtlerin toprağı bu şekilde geçiyor. Kutadgu Bilig’den, 11. Yüzyıldan bahsediyoruz. Yine 11. Ve 12. Yüzyılda Büyük Selçuklular, Anadolu Selçukluları döneminde bu bölgenin adı Kürdistan’dı. Yine Osmanlılar zamanında bu bölgenin adı Kürdistan’dı. Cumhuriyetin ilk Meclis’in tutanaklarında burası Kürdistan olarak geçiyor. Ama şimdi bugün gelinen noktada birisi Kürdistan dediğinde gözaltına alınması için yeterli gerekçe sayılıyor. Sıkıntılar var. Dediğimiz gibi bu sıkıntıları, sükunetle, suhuletle, meşru dairede tartışarak medeni insanlar gibi bu sorunları aşabiliriz. Eğer silahla biz bunları çözelim diye birbirimize girersek meseleyi tartışma imkanını da kaybederiz. Bugün yaşananlar bunun göstergesidir. Silahla kavgayla, çatışmalarla bir yere varılamıyor.
“Kürt Meselesinin çözümü bu Anayasa yürüklükte olduğu müddetçe mümkün değil”
İfade şu; ‘Türkçeden başka hiçbir dil Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına anadil diye okutulamaz.’ Bu bir şeyin önüne set çekiyor. ‘Eğitim dili Türkçedir’ diyor. Eğitim dili Türkçedir, ama sadece eğitim dilinin Türkçe olacağı yetmiyor, farklı dillerde eğitim kanunla düzenlenebilir ama Türkçeden başka hiçbir dil anadil diye öğretilemez. Burada bir bariyer var. Vatandaşlık tanımıyla ilgili ilk maddelerle anayasanın başlangıç hükümlerine atıfta bulunuyor. Bir sayfada 20’den fazla Türklük, Türk Milleti, Türk Yurdu gibi ifadeler geçiyor. Etnik vurgular çok fazla. Bu Anayasa’ya göre bazı yasal düzenlemelerle, idari tasarruflarla bazı rahatlatmalar olsa da sorunun çözümü bu Anayasa yürüklükte olduğu müddetçe mümkün değil. Bu Anayasa’nın değiştirilmesi konusunda da herkesin farklı farklı öncelikleri var. Birileri diyor ‘başkanlık sistemi illa devam edecek.’ Birileri diyor ‘hayır parlamenter sistem olmasa bu konuyu tartışmayız.’ birileri diyor ‘şu maddeler kırmızıçizgimizdir.’ Özellikle ilk 4 maddeyle ilgili.
“Adalet kavimler üstü, düşünceler üstü, hatta bu inançlar üstü evrensel bir duygudur”
Adalet önemlidir. Adalet kavimler üstü, düşünceler üstü, hatta bu inançlar üstü evrensel bir duygudur. Herkesin açıktan ‘hayır ben adalete karşıyım, ben adalet istemiyorum, ben zulüm edeceğim, zulüm daha iyidir’ diyebileceğini düşünmüyorum. Böyle insan yoktur. Varsa bile bunu açığa vurmaya yüzü yoktur. Öncelikle samimiyet gerekir, siyasi irade gerekir. Ama maalesef siyasi partilerin önemli bir kısmına söyledik. Yeni bir Anayasa yapma sürecini siyasi partiler için samimiyet testi diye isimlendirdik. Şuna inanıyorum partilerin büyük bir kısmı bu samimiyet testinden sınıfta kaldılar.
Diyoruz ki herkes yeni bir Anayasa istiyor mu? Sözde bütün siyasi çevreler mevcut anayasadan şikâyetçi. Niye? Bu darbe anayasasıdır. Askeri bir cunta sipariş etti, böyle bir Anayasa yazıldı. Bu millete kabul ettirdiler. Bakarsanız yüzde 90 üzerinde vatandaşın oyuyla kabul edilmiştir. Fakat başka bir seçenek yoktu milletin önünde. Ya askeri rejim devam edecekti ya da sivil hayata geçebilmek için bu anayasaya evet denecekti. Gelinen noktada bütün siyasi partiler şikayetçi olduğunu söylüyorlar. Bu anayasanın mutlak şekilde değişmesi gerektiğini söylüyorlar. Gelin değiştirelim dediğimizde, ben buna dokundurtmam, öbürü diyor buna dokundurtmam, öbürü diyor benim şu ön şartım var. Bunların Türkçesi şu; ‘biz bu anayasanın değişmesini istemiyoruz.’ O yüzden diyoruz ki samimiyet testinde sınıfta kaldılar.
‘Kürt Meselesinin çözülmesini istemeyenler sadece ABD ve AB değil, bazı siyasiler de sorunun devam etmesini istiyor’
Kürt partisi kimdir, kim değildir? İttifak bu zeminde mi olmalıdır? Böyle bir ittifak ne getirir ne götürür? Böyle bir ittifakın zemini var mıdır? Doğrusu çok emin değilim. Gerçekten sağlam bir şekilde Kürt meselesinin çözümü konusunda memleketin pek çok meselesinde ister Kürt Meselesi ister ekonomik mesele olsun ister eğitim politikasıyla ilgili sorunlar olsun, herhangi bir meseleyle ilgili çözüme katkı sunacağına inandığımız çalışmaların içerisinde oluruz. Muhatabımızın veya birlikte çalışma yürüteceğimizin kim olduğuna bakmayız. Böyle bir çalışma varsa ve sonuç doğuracaksa biz varız. Sadece görüntü vermek adına veya derler ya olmayacak duaya âmin demek gibi bir pozisyona girmenin de siyaseten bu memlekete pek bir şey katacağına inanmıyoruz. Bazı yerlerde poz verip bu siyasi olarak bize artı bir şey katar düşüncesini biz çok samimi bulmuyoruz. Kürt meselesinin çözümü noktasında söyleyecek sözü olan, katkı sunabilecek olan kim varsa bize göre Kürt meselesi Türkiye’nin en büyük meselesidir, hükümet her ne kadar çözülmüştür diyorsa da bize göre çözülmemiştir. Bu meselesinin çözümü noktasında insanlarla oturup konuşuruz, birlikte ne yapabiliriz bunu konuşabiliriz. Fakat kendilerine bu şekilde isim takanlardan bazılarının, bu meselenin çözümü noktasında samimi olduklarını düşünmüyoruz. Hatta varlığını bu soruna borçlu olanlar bu sorunun çözülmesini istemiyorlar, sorunun devam etmesini istiyorlar. Sorunun çözülmesini istemeyenler sadece ABD ve AB değil, bazı siyasiler de sorunun devam etmesini istiyor.
“Bir kişinin bir coğrafyayı Kürdistan diye tarif etmesi gözaltına alınması için sebep olamaz”
Memleketin herhangi bir yerinde, herhangi bir insana haksızlık yapıldığında bu insanın kimliğine bakmayız. Partilimiz midir veya siyasi düşünce olarak bize yakın mıdır, buna bakmayız. Ya da bu kişi Kürt müdür, ona da bakmamamız lazımdır. Bu kişi Türk müdür, Arap mıdır, Çerkez midir ona bakmayız. Bir yerde hukuksuzluk varsa gücümüz yeterse set oluruz. Gücümüz yetmezse dile getiririz. Duyulmamışsa ve duyurmaya çalışırız. Kendi duruşumuzu dile getiririz. Haksızlığa haksızlık deriz, hukuksuzluğa hukuksuzluk deriz. Kurtalan olayında haksızlık olduğu konusunda yeri geldiğinde söyledik. Olaydan bir gün sonra bir televizyonda canlı yayın programında bunun haksızlık olduğunu söyledik. Bir kişinin bir yeri Kürdistan diye tarif etmesi, gözaltına alınması için sebep olamaz. Böyle bir hukuksuzluk olamaz. Bu zulümdür. Bunun lamı cimi yok.
Bizim düşüncemiz neyse ben onu söyleriz. Biz neysek kendimizi öyle tanıtırız. Milliyetçi olduğum için değil ben Müslüman olduğum için söyledim. Adaleti inancımız bize emrediyor. Haksızlık kime yapılırsa yapılsın biz buna karşı durmak zorundayız. Gücümüzün yettiği kadar yeryüzünde bütün adaletsizliklerin ortadan kalkması için mücadele edeceğiz. Vazifemiz ve duruşumuz budur. Başka bir ırka veya kavme mensup birisine de haksızlık yapılsa bunu da dile getiririz.
‘Adalet o kadar önemli bir emirdir ki İslam dünyasının bütün camilerinde her Cuma emredilir’
Bizleri yaratan Allah’tır. Allah hepimize mutlak surette adaleti emretmektedir. Adaletin hiçbir istisnası da yoktur. Bu kadar önemli bir emirdir ki İslam dünyasının bütün camilerinde her cuma günü minbere çıkan her Hoca minberden inmeden önce adaletle ilgili ayeti okur; ‘Allah muhakkak surette size adaleti, iyiliği ve akrabaya yardımı emreder.’ Bizim bu emri hiç aklımızdan çıkarmamamız lazım. Bu dünya gerçekten yeterince geniştir. Hepimize yeter. Eğer biz karşımızdaki muhatabımızı da kendimiz gibi değerli bir varlık olarak kabul edersek, onu da insan ve kendi düşünceleriyle, kendi kimliğiyle insan olarak kabul edersek, birbirimize düşmanlık yapmak için sebebimiz yoktur. Herkes kendisi iken saygıya layıktır. Lütfen herkes kendisi gibi kalsın. Kimse kendi özünü, kendi kimliğini, kendi değerlerini ayaklar altına almasın. İlkelerini çiğnemesin, birine farklı ötekine farklı davranmasın diyoruz. Adaleti kendimize farz kabul edersek daha farklı bir dünyaya uyanacağız.