HÜDA PAR Genel Merkezi, iç gündeme ilişkin yaptığı değerlendirmede asgari ücretin belirlenmesi, çiftçilerin yüksek maliyetler nedeniyle çektiği sıkıntılar, genç evlilik mağdurlarının çözüm bekliyor olması, meslekî ve teknik eğitiminin önündeki engeller, okul öncesi eğitimin zorunlu hale getirilmesi ve siyasilerin hukuk ile çatışması gibi konular ele alındı. Dış gündem değerlendirmesinde ise kimi Avrupa ülkelerinde yaşanan İslam düşmanlığı ve Siyonist işgal rejiminin İslami STK'ları "terör listesine" alma konusuna dikkat çekildi.

"Asgari ücrette geçinmeye yetecek oranda bir iyileştirme yapılmalı"

Son zamanlarda gelen zamlarla asgari ücretlinin alım gücünün zorlaştığına dikkat çekilen gündem değerlendirilmesinde, "Ekim ayında 4 kişilik ailenin açlık sınırı 3 bin 93, yoksulluk sınırı ise 10 bin 76 lira olarak belirlendi. Yaşanan ekonomik kriz, halkın alım gücünü büyük oranda tırpanladı. Hayat şartları hayli zorlaştı. Hem işsizlik oranlarının yüksekliği hem de iş beğenmeme tartışmaları gündemden düşmüyor. İnsanlar iş bulamamaktan şikâyet ederken yetkililere ve bazı işverenlere göre ise iş bulamadığını söyleyenler, aslında iş beğenmemektedir. Hatta kimi işverenler, eleman sıkıntısı nedeniyle üretimi kısmak zorunda kaldıklarını belirtiyorlar. Kalifiye eleman sıkıntısı, meslekî eğitimdeki işleyişin yetersizliğiyle alakalı bir durumdur. Ancak işsizliği iş beğenmeme ile izah etmek doğru değildir. İşveren, en az işçi ve en düşük ücretle yüksek verim elde etme politikası güttüğü için ağır iş yükünün karşılığında ödenen çoğunlukla asgari ücret oluyor. Türkiye’de çalışan işçilerin neredeyse yarısına yakını asgari ücret alıyor. Oysa Avrupa’da bu oran yüzde 1 ila yüzde 10 arasındadır.

Türkiye’de asgari ücret, geçinmeye yetmediği halde insanlar çaresizlikten bu ücreti hatta daha azını kabul etmek zorunda kalmaktadır. Zor dönemlerde verilen teşvik paketlerinin neredeyse tamamı işçiyi değil, işvereni gözetmektedir. Asgari ücret de işçinin geçim şartları yerine işverene maliyeti dikkate alınarak belirlenmektedir. İnsanların nasıl geçinecekleri kimsenin umurunda değildir. Hal böyle olunca bir taraftan işsizlik kol gezerken diğer taraftan işçi bulamama gibi çarpık bir tablo oluşmaktadır. Bu nedenle asgari ücrette geçinmeye yetecek oranda bir iyileştirme yapılmalıdır."

"Tarım sektöründe yaşanan sorunlar bir an önce giderilmeli"

Tarımda girdi maliyetleri nedeniyle çiftçilerin zor günler yaşadığı belirtilen değerlendirmede, "Ekim sezonunun başında olduğumuz bu dönemde yüksek maliyetler nedeniyle çok zor bir dönem geçiren çiftçilerimizin önemli bir kısmı, maliyetlerini karşılayamama endişesi taşımaktadır. Gübre, mazot, tohum, tarım ilaçları ve diğer girdilerde meydana gelen olağanüstü fiyat artışları, öte yandan geçtiğimiz sezonda yaşanan kuraklık, çiftçilerimizi tarım yapmaktan soğutmuştur. Etkili desteklerle ülkenin bütün tarım potansiyeli mutlaka harekete geçirilmelidir. Aksi halde arz, talebi karşılayamayacak ve bu durum halka fiyat artışları, hayat pahalılığı ve yüksek enflasyon olarak geri dönecektir. Gıda güvenliğini sağlamak, hükümetlerin öncelikli görevleri arasındadır. Hükümetin yanlış tarım politikaları nedeniyle arz ve talep dengesi iyice bozulmuş, çok sayıda üretici iflas etmiş, birçok ürün de piyasada karaborsaya düşmüştür. Bunun yanında; Türkiye’de sorunsuz bir şekilde yetiştirilebilen birçok ürünün ekimi bitmiş, bu ürünlerde tamamen dışarıya bağımlı hale gelinmiştir. Bu durum, gıdaya ulaşma anlamında sürdürülebilir bir politika değildir. Tarım sektöründe yaşanan sorunlar bir an önce giderilmelidir." denildi.

Genç evlilik mağdurları çözüm bekliyor

Genç evlilik mağdurlarının sorunları görüldüğü halde somut bir adım atılmadığı belirtilen değerlendirmede, "6284 sayılı Kanun aile kurumuna zarar vermeye, Medeni Kanun ve ceza kanunları da genç yaşta evlenip yuva kuranları mağdur etmeye devam etmektedir. Mevcut yasaların, genç yaşta evlilik ve dini nikâha dönük olumsuz bakış açısından kaynaklanan ve aileyi felakete götüren bu mevzuat, topluma telafisi imkânsız mağduriyetler ve acılar yaşatmaktadır.

Toplumumuzun sosyolojik bir gerçeği olan genç yaşta kurulan yuvalar, bize uygun olmadığı halde Batı'nın dayatmasıyla çıkarılan kanunlarla ve devlet eliyle dağıtılmaktadır. Gençlerin ve ailelerinin rızası ile gerçekleşen evlilikler, ceza kanunlarında istismar olarak değerlendirildiği için binlerce kadın cezaevi yolu gözlemekte, çocuklarını babasız büyütmektedir. Bu durum, büyük trajedilere, ekonomik, sosyal ve psikolojik travmalara neden olmaktadır. Hükümet yetkilileri bu mağduriyeti kabul ettikleri halde sorunun giderilmesi yönünde bir adım atılmamaktadır.

Evlilikleri yıkan, sadakat yükümlülüğüne aykırı olan, inancımıza ve toplumsal kabulümüze göre büyük bir cürüm olan zina, kanunlarda bir suç olarak yer almazken toplumsal meşruiyet sorunu bulunmayan evliliklerin Ceza Kanunu eliyle bitirilmesi ve eşlerin cezalandırılması, hukuk mantalitesi ve toplumumuzun gerçekliğiyle uyuşmamaktadır.  Başta 6284 sayılı yasa olmak üzere aileye tekabül eden bütün mevzuat, ailenin korunması ve geliştirilmesini sağlayacak şekilde yeniden düzenlenmeli ve genç yaşta evlendiği için alınlarına istismarcı lekesi sürülerek cezaevlerine atılanların mağduriyeti ivedilikle giderilmelidir." ifadelerine yer verildi.

"Öğrenciler yetenek ve ilgilerine göre yönlendirilmeli"

Mesleki eğitime gerekli ehemmiyetin verilemediği belirtilen değerlendirmede, "Nitelikli insan yetiştirmeyi hedefleyen uygulamalı eğitim modellerinin önemi gün geçtikçe artmaktadır. Gençlere gerekli bilgi, beceri ve davranışların erken dönemde kazandırılarak nitelikli insan gücünün yetiştirilmesi, ekonomik ve sosyal açıdan hayati bir önem taşımaktadır. Türkiye’nin sahip olduğu genç nüfus potansiyeli önemli bir avantajdır. Ancak genç işsizlerin çokluğu, bu avantajın hâlihazırda kullanılamadığını, meslekî eğitime gerekli ehemmiyetin verilmediğini ortaya koymaktadır. TÜİK’in 2021’in ilk çeyreği verilerine göre 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı yüzde 24,7, genç işsiz sayısı 2 milyon 922 bin kişidir. Bu sorunun çözümü için zaman kaybetmeden meslekî eğitim masaya yatırılmalı ve çözüm odaklı politikalar geliştirilmelidir.

Bu kapsamda; meslekî ve teknik eğitim teşvik edilmeli ve üniversiteye geçişlerde kendi bölümlerini tercih edenler için sınavsız geçiş hakkı tanınmalı veya en azından ek puan desteği ile kolaylık sağlanmalıdır. İş piyasasının ihtiyaçları göz önünde bulundurularak meslek okullarının müfredatı yeniden gözden geçirilmeli ve sektör ile eşgüdümlü hareket edilmelidir. Sanayileşmenin yoğun olduğu bölgeler ile tarım ve hayvancılığın daha yaygın olduğu bölgelerdeki ihtiyaç farkları dikkate alınarak yeni düzenlemeler yapılmalı ve bölgesel politikalar geliştirilmelidir. Meslek okullarının orta kısımları açılmalı, daha ortaokuldan meslekî rehberlik sağlanarak öğrenciler yetenek ve ilgilerine göre yönlendirilmelidir."

Okul öncesi eğitimin zorunlu hale getirilmesi

"Millî Eğitim Bakanlığından 5 yaş anaokullarının zorunlu hale getirilmesi için tüm planlar ile bütçe yapılandırmalarının yapıldığı yönünde bir açıklama yapıldı." denilen değerlendirmede şu ifadelere yer verildi:

12 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimin sorunlarının önemli bir kısmı halen çözülmüş değildir. 5 yaşında ailesinin şefkat ve ebeveynliklerine muhtaç çocuğun zorunlu eğitime tabi tutulmasının getirisi ile götürüsü yeteri kadar tartışılmış değildir. Daha çok tek ebeveynliliğin yaygın olduğu toplumlarda var olan bu uygulamanın Türkiye’de hayata geçirilmesi doğru değildir. Kaldı ki insanlarımızın önemli bir kesimi inançları, hassasiyetleri ve tercihleri doğrultusunda kendi iradeleri ile çocuklarını anaokullarına, özel kreşlere ve Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesindeki 4-6 yaş Kur’an kurslarına gönderebilmektedir. Ailelerin bu hassasiyetleri ile tercihlerine engel koyup tek tipli resmi bir eğitim modeli dayatmak zulümdür.

Türkiye, OECD ülkeleri arasında ilkokul eğitiminde öğretmen başına en fazla öğrencinin düştüğü ülkelerden biridir. Sınıf mevcudu 50’nin üzerinde olan binlerce sınıf bulunmaktadır. Var olan sorunları çözmek yerine sırf sayısal veri olarak Avrupa Birliği ülkeleri düzeyine ulaşmak için şartları ve insan fıtratını bu kadar zorlamak doğru bir yaklaşım değildir. AB ülkelerinde lise ve özellikle üniversite mezunlarından iş bulamama ve mesleğini icra edememe sorununa çok sık rastlanmaz.  Oysa ülkemizde milyonlarca üniversite mezunu işsiz vardır. Eğitim sisteminin buna benzer devasa sorunları çözüm beklerken yeni sorun alanları oluşturmak isabetli olmayacaktır.

Siyasilerin hukuk ile çatışması

Hukukun toplumsal bir mutabakat olduğuna vurgu yapılan değerlendirmede, "Temel gayesi, memleketin ve bireylerin yararını hukuk çerçevesinde gözetmek olması gereken siyaset kurumu, çoğu kez hukuk kurumlarının itibarını hedef almakta, bazen de hukuku arkadan dolaşmayı teşvik etmektedir.  Hukuk, bir toplumsal mutabakattır. Bu nedenle de yönetilenleri ile beraber, yönetenleri ve uygulayanları da bağlar. Buna riayet etmemek, kişisel veya ideolojik menfaat uğruna toplum düzenini tehdit etmektir.

Anayasa Mahkemesi ve üyelerinin hedefe konulması, hukukun uygulanmasından kaynaklanan rahatsızlığı açığa vurmuştur. Gücünü ve yetkisini kanundan alan devlet yetkililerinin hukuku yok saymayı salık veren talimatları, adalet mekanizmasını kalbura çevirmenin yanı sıra keyfi hareket etmeyi de teşvik etmektedir. Fiiliyat, iktidar sahibine göre değil, hukuka göre şekillenmelidir. Bunun aksinin hiç kimseye yararı olmayacağı muhakkaktır. Ortada hukuk kurallarından veya uygulamadan kaynaklı bir problem varsa, yine hukuk kuralları çerçevesinde bu aksaklıklar giderilmelidir. Adalet; hukuk kurallarını yazılı hale getirenlerin ve bu kuralların uygulayıcılarının temel gayesi olmalıdır." denildi.

Fransa’da İslam düşmanlığı!

Dış gündem değerlendirmesinde ise Fransa'da kapatılacak camilere dikkat çekildi. Değerlendirmede, "İslam düşmanlığının merkezi haline gelen Fransa’da 7 cami ve dernek daha suni gerekçelerle yıl sonuna kadar kapatılacaktır. 21 caminin kapatıldığı ülkede, 36 bin yabancının çeşitli ithamlarla sınır dışı edilmesi Fransa’da İslam düşmanlığının devlet politikası haline geldiğini ortaya koymaktadır. Fransa’da Müslümanlara karşı başlatılan nefret harekâtını şiddetle kınıyoruz. Fransa başta olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinde Müslümanlar şiddet ve ayrımcılığa maruz kalmakta, yöneticiler eliyle İslam’ın Avrupa’dan çıkarılması hedeflenmektedir. Ancak bu zorbalığa karşı İslam dünyası bugüne kadar ortak bir irade ortaya koyamamış, bu zorbalığa karşı caydırıcı bir adım atılamamıştır.

Geçtiğimiz günlerde, Peygamber Efendimize yönelik muhtemel saldırılara güçlü bir tepki göstermek amacıyla “Uluslararası Peygamber Efendimizi Koruma ve Destekleme Heyeti” kuruldu. İslam’a ve Müslümanlara yönelik saldırıların arttığı bir süreçte dünyanın birçok ülkesinden tanınan 50 âlim ve kanaat önderinin imzasını taşıyan bu vahdet adımı umutları yeşertmiştir. Bütün dünya Müslümanları bu oluşuma destek vermelidir. Bu birlikteliğin hayırlara vesile olmasını diliyor, Müslümanların hak ve hukuklarını müdafaa edecek bir güce erişmesini temenni ediyoruz." denildi.

"İşgal rejimi STK'ları 'terör listesin'ne alarak susturmak istiyor"

Siyonist işgal rejiminin İslam'i STK'ları "terör listesine" alarak susturmak istediğine dikkat çeken HÜDA PAR değerlendirmesinde  son olarak şu ifadelere yer verildi:

İşgal ve zorbalığını her geçen gün daha ileri boyutlara taşıyan Siyonist işgal rejimi, Ramallah merkezli insani yardım çalışmalarında bulunan 6 STK’yı terör listesine aldığını açıkladı. İşgal rejimi bu STK’lara finansman sağlayanlara zaten yıllardan beri her türlü baskı ve tehdidi yapıyordu. Son kararla, bu yardım kurumlarını susturarak uluslararası düzeydeki çalışmalarını durdurmanın yanı sıra Filistin halkını sahipsiz ve yardımsız bırakarak iradesini zorla teslim almayı hedeflemektedir. Ortada terör listesine alınacak bir kurum ve yapı varsa o da siyonist rejimdir. Kadın ve çocukları öldüren, insanların evlerini yıkarak şehirleri tahrip eden sözkonusu STK’lar değil siyonist rejimdir.

Bunun yanında Kudüs’ün doğu surlarının hemen dibinde yer alan Yusufiye Mezarlığı, yerine Tevrat Parkı yapılması adına yıkılmaktadır. Buna direnen Filistinlilerden kimisi yaralandı, kimisi de esir alındı. Sahabe kabirlerinin de yer aldığı bu mezarlıkta, çok sayıda ilim adamı ve yönetici ile birlikte 1967 Savaşı’nda Kudüs’ü savunmak için Ürdün ve Irak’tan gelerek burada şehit olan askerlerin de mezarları bulunmaktadır. Aksa duvarının dibinde olan bu mezarlığın yıkılması kabul edilemez. Kudüs’te Müslümanlara ve tarihlerine ait ne varsa yakıp yıkan, Müslümanları mezarlarında dahi rahat bırakmayan bu vahşete dur denilmelidir. Bu mezarlığı restore eden Türkiye ve Ürdün başta olmak üzere bütün İslam ülkelerini bu yıkıma karşı durmaya çağırıyoruz." (İLKHA)