HABER MERKEZİ
HÜDA PAR Genel Merkezi, yaptığı yazılı açıklamayla iç ve dış gündemin öne çıkan konularını değerlendirdi. Döviz ve enflasyonun yükselmesine bağlı olarak asgari ücret ve emekli aylıklarının büyük çoğunluğunun açlık sınırının altına düştüğü hatırlatılan açıklamada, içinde bulunulan ekim ayının hem piyasalar hem de vatandaş için tam bir karabasan olduğuna vurgu yapıldı.
Açıklamada, "Benzin, motorin ve LPG'ye bir ay içinde defalarca zam yapıldı. TL, Dolar karşısında son 8 ayda yüzde 27, son haftada ise yüzde 9 değer kaybetti. Bunun özellikle üretim sektöründe ciddi maliyet artışına neden olması kaçınılmazdır. Birbirini tetikleyecek zincirleme fiyat artışları etiketlere yansıyarak enflasyonu daha da yükseltecektir. Ekonomiyi yap-boz tahtasına çevirerek büyük bir güven kaybına uğrayan ekonomi yönetimi, aldığı yanlış kararlar ile tutmadığı sözlerin neden olduğu tahribattan kendisini sorumlu tutmalı, faturayı dış güçlere çıkarma kolaycılığından vazgeçmelidir. Piyasaların aradığı güven ve istikrar bir an önce sağlanmalı, aynı hatalarda ısrar edilmemelidir.
EKONOMİ YÖNETİMİ KAYNAĞI ASLA VATANDAŞIN CEBİNDE ARAMAMALIDIR
Döviz ve enflasyonun yükselmesine bağlı olarak asgari ücret ve emekli aylıklarının büyük çoğunluğu, açlık sınırının altına düşmüştür. Alım gücü düşen ve adeta hayatta kalmaya çalışan asgari ücretlinin aldığı ücrette ve emeklinin aldığı aylıkta bütün bu erimeyi telafi edecek ciddi bir iyileştirme mutlaka yapılmalıdır. Mevcut hayat şartlarında bu iyileştirme hükümet için bir sosyal politika değil, ertelenemez bir mecburiyettir. Ekonomi yönetimi bu iyileştirme için gerekli olan kaynağı asla vatandaşın cebinde aramamalıdır. Kış mevsimine girdiğimiz şu günlerde zaten fahiş derecede artmış olan elektrik ve doğalgaz fiyatlarına tekrar zam yapılması gibi bir insafsızlıkta bulunulmamalıdır. Dar gelirli insanımız enflasyona ezdirilmemeli, ekonomi yönetiminin başarısızlığının ceremesini garibanlar çekmemelidir." ifadelerine yer verildi.
"GAYRİMEŞRU İLİŞKİLERE TEŞVİK EDEN KANUNLAR YENİDEN DÜZENLENMELİDİR"
Evlilik devam ederken gayrimeşru ilişkilerin nafaka düzenlemesi için "kusur" olarak kabul edilmemesinin, boşanmayı ve ahlaksızlığı teşvik eden bir karar olduğu saptamasına yer verilen açıklamada, "Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, geçtiğimiz günlerde boşanma davalarında 'kusursuz eşin' dahi yoksulluk nafakası ödemekle yükümlü olduğuna hükmetti. Bu karar, mevzuat ve uygulamanın aile kurumu üzerindeki tahribatını tekrar gözler önüne sermiştir. Boşanmaya gerekçe olan kusuru, nafakaya engel bir kıstas olarak almayan Kurul, nafakayı yoksulluk esası üzerinde bina etmiştir. Evlilik devam ederken gayrimeşru ilişkilerin dahi mahkemelerde nafaka düzenlemesi için kusur olarak kabul edilmemesi, boşanmayı ve ahlaksızlığı teşvik eden bir karar olmuştur. Bu durum, insan haysiyeti ve onurunun asla kabul edemeyeceği bir husustur. Mevcut uygulamada evliliği bir gün sürmüş olsa bile boşanmış kadın, yeni bir evlilik yapmadığı veya sigortalı bir işte çalışmadığı müddetçe ömür boyu nafaka alabilmektedir. Nafaka vermek durumunda kalan eşin yeni bir yuva kurması ise ciddi anlamda zorlaşmaktadır. Eşleri gayrimeşru ilişkilere, hatta gayri resmî evliliklere teşvik ve icbar eden mevcut kanunlar; toplumun hassasiyetleri ve inancı esas alınarak yeniden düzenlenmeye muhtaçtır. Bu düzenleme, çalışamayan ve kendisine bakacak hiçbir yakını olmayan kadınlar da gözetilerek suiistimaller ile mağduriyetleri net bir şekilde birbirinden ayırabilmelidir." denildi.
"KRİZDEN KURTULUŞ İÇİN LAİKLİĞİN ÖN PLANA ÇIKARILMASI VESAYET HEVESİDİR"
Açıklanan yıllık büyüme rakamları ve ihracattaki artışa rağmen döviz-faiz-enflasyon kıskacından bir türlü kurtulamayan ekonominin halkın alım gücü üzerinde fazlasıyla etkili olmayı sürdürdüğü belirtilen açıklamada, "Bu durumu farklı biçimlerde istismar etmeye meyilli çevrelerin sorunu bağlamından kopararak siyaseti dizayn etmeye yönelik açıklamalarla öne çıkmaları dikkat çekicidir. Bu bağlamda TÜSİAD yönetiminin krizden kurtuluş için laikliği ön plana çıkarması, yakın geçmişte yaşananları hatırlatmaktadır. 28 Şubat sürecinin 'Beşli Çete' üyesi olarak hafızalarda yer bulan patronlar kulübünün o süreçte yaşanan siyasi krizi laikliğe indirgemesi Türkiye'ye çok pahalıya mal olmuştu. O gün laiklik adına millete giydirilen deli gömleğinin siyasi ve ekonomik tahribatları hâlâ telafi edilmiş değildir. Halkın gündeminin geçim sıkıntısı olduğu bu süreçte kârlarını katlayan patronların durumdan vazife çıkarıp vesayet heveslerini dışarıya vurmaları hayra alamet değildir. Türkiye'yi bu tür tartışmalara çekme çabaları iyi niyet ile izah edilemez. 28 Şubat benzeri bir dönemin tekrar yaşatılmasına milletin izin vermeyeceğini hiç kimse aklından çıkarmamalıdır." ifadelerine yer verildi.
"BÜYÜKELÇİLERİN ORGANİZE AÇIKLAMALARI İÇİŞLERİNE MÜDAHALEDİR"
"Almanya, ABD, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda büyükelçilerinin, tutuklu olarak yargılaması devam eden Osman Kavala hakkındaki bildirisinin diplomatik krize dönüştü." denilen HÜDA PAR açıklamasında şu ifadelere yer verildi: Türkiye'de temel insan hakları, özgürlükler ve buna bağlı olarak yargı mekanizmasındaki yapısal sorunların sadece belli şahısların yargılama süreçlerine indirgenmesi, sorunların siyasallaşmasına neden olmaktadır. Büyükelçilerin organize şekilde yaptıkları açıklamalar diplomatik nezakete sığmadığı gibi Türkiye'nin içişlerine müdahale ve 'Diplomatik İlişkiler Hakkında Viyana Sözleşmesi'ne aykırı bir tutumdur.
AİHM'e bugüne kadar Türkiye'den sayısız başvuru yapılmış, yapılan başvurular büyük oranda Türkiye'nin aleyhinde sonuçlanmıştır. Buna rağmen büyükelçilikler düzeyinde böyle bir çıkışa rastlanmış değildir. Kaldı ki bu on büyükelçinin ülkelerinde özellikle Müslümanlara karşı yürütülen ayırımcı politikalar ayyuka çıkmış, Müslümanların canları, malları ve inanç özgürlüklerini büyük tehditlerle karşı karşıya bırakmıştır. Bu ülkelerde yapılan yeni düzenlemeler ile hukuksuzluk, sokaklarda Müslümanların kıyafetlerine müdahale etmeye kadar vardırılmıştır. Aynı ülkeler insan hakları ve özgürlüklerin esamesinin bile okunmadığı nice ülkelerle çok sıcak ilişkilere sahiptirler. Bu olgular, Batı için hukukun amaç değil, sadece çıkarları için kullandıkları bir vasıta olduğunu ve çifte standardın sıradanlaştığını göstermiştir. Bu organize eylem şeklinin hukuki süreçle ilgili olmadığı, bunun arkasında birtakım farklı hesapların olduğu aşikardır.
"SAĞLIKTAN KISMAK TASARRUF DEĞİLDİR"
HÜD PAR açıklamasında; valilik ve belediyelerin, rezaletlerle dolu "Yaza Veda Konserleri" gibi organizasyonlar düzenleyerek sınırsız israflar yapması dururken Sosyal Güvenlik Kurumunun "Bedeli Ödenecek İlaçlar Listesi"nde kayıtlı olan 52 ilacı geri ödeme kapsamından çıkararak sağlıkta tasarrufa yönelmesinin yanlış bir karar olduğuna dikkat çekildi. Açıklamada, "Ödeme listesinde yer almamakla birlikte 'geri ödeme' başvuruları bulunan ve karar ağacı tamamlanarak değerlendirme süreci devam eden, antienflamatuvar sprey, jel ve merhem gibi topikal ilaçlar ile çocukların diş çıkarma döneminde kullanılan ağrı kesici ilaçların da geri ödeme kapsamına alınmamaları kararlaştırıldı. Tasarruf tedbirleri çerçevesinde atılması gereken devasa adımlar dururken halkın sağlığını riske atan böyle bir uygulamaya tevessül etmek yanlıştır. Bu karar, evine ekmek götürme endişesiyle yaşayan vatandaşın yükünü daha da ağırlaştırmıştır." denildi. "Sağlıkta kısıtlama yapılamayacağı gibi hiçbir hastalığın tedavisi de ertelenemez." ifadelerine yer verilen açıklamada, "Vatandaşın sağlığından kesintiye gidileceğine, Sayıştay raporları ile özellikle büyükşehir hastanelerinde ortaya çıkarılan yolsuzluk ve usulsüzlüklere karşı tedbirler alınmalıdır. Halkın sağlığı riske atılacağına, pandemi sürecinde kurum hastanelerinin çalışmayan servislerinde son kullanma tarihleri geçtiği için çöpe atılan binlerce ilaç için önlem alınmalıdır. Tasarrufa gidilecekse eğer; devlet kurumlarındaki hadsiz israf ve harcamaların önüne geçilsin. Pandemi sürecine rağmen belediye ve valiliklerin düzenlediği ve rezaletlerle dolu 'yaza veda konserleri' gibi organizasyonlara müsaade edilmesin. İlaçtan/sağlıktan tasarruf olmayacağı görülmeli, söz konusu 52 ilaç tekrar ödeme listesine alınmalı ve vatandaşın mağduriyetine mahal verilmemelidir." denildi.
"SURİYE MESELESİ BÖLGESEL BİR UZLAŞMA İLE ÇÖZÜME KAVUŞTURULMALI"
Açıklamada, Suriye için siyasi çözüm vaat eden Anayasa Komitesi toplantılarının başladığı ve mekanizmalar üzerinde anlaşmaya varıldığının açıklandığı süreçte ülkedeki saldırıların da yoğunlaştığına dikkat çekildi. Astana ve Soçi mutabakatlarıyla gerginliği azaltma bölgesi ilan edilen İdlib'te, siviller ve yerleşim alanlarının hedef alındığı hatırlatılan açıklamada, şu ifadelere yer verildi: "Suriye'de saldırıların tam da anayasa görüşmeleri esnasında şiddetlenmesi görüşmeleri baltalamayı hedeflemektedir. Sahadaki kontrolünü artırmak ve müzakere masasında elini güçlendirmek için sivilleri hedef alan güçlerin Suriye halkının geleceğinde aktör olması mümkün değildir. Garantör ülkelerden olan Rusya, Soçi ve Astana mutabakatlarındaki sorumluluklarını yerine getirmemekte, silahtan arındırılmış bölge ilan edilen topraklara saldırılar düzenleyerek sivilleri katletmektedir. Buna rağmen bugün Suriye meselesinin çözümünde temel muhatap olarak görülmesi kabul edilemez. İslam ülkeleri, Suriye meselesini Amerika ve Rusya'nın olmayan insaflarına bırakmamalıdır. Yüz binlerce sivilin katline, milyonlarca kişinin ise mülteci konumuna düşmesine neden olan Suriye meselesi bölgesel bir uzlaşma ile çözüme kavuşturulmalıdır. Bu doğrultuda öncelikle süresiz ateşkes ilan edilmeli ve ateşkes süreci denetlenerek ihlaller cezalandırılmalıdır. Anayasa yazımı sürecinin çatışma ve saldırıların gölgesinde başarıya ulaşması zorlaşmaktadır. Suriye'nin yeniden imarı, istikrarı ve mültecilerin güvenli bir şekilde geri dönebilmeleri için gereken ekonomik destek sağlanmalıdır. Bugün rejim tarafından yapılan 'geri dönün' çağrısı sonrasında ülkeye dönen mültecilerin kötü muameleye maruz kaldığı İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün raporunda yer almış, geri dönüşün güvenli olmadığı açıklanmıştır. Bu sebeple mültecilerin hak ihlaline uğramayacağı garanti edilmeli, mültecilere yönelik baskı ve kötü muamele cezalandırılmalıdır. 10 yılı aşkın bir süredir devam eden Suriye iç savaşı, bölgesel etkilerine ve mağduriyetlere rağmen çözüm noktasında bölge ülkelerini harekete geçirememiştir. Ancak şiddeti her geçen gün artan kaosun daha büyük olumsuzluklara sebep olmaması için bölge ülkelerinin ortak iradesi mutlaka harekete geçmelidir." (İLKHA)