HABER MRK - Hizbullah Cemaati kurucu rehberi merhum Hüseyin Velioğlu`nun, 17 Ocak 2000`de İstanbul`un Beykoz ilçesinde, Hizbullah`ın yeni rehberi Edip Gümüş ve Cemal Tutar ile birlikte kaldığı eve polis ekipleri tarafından kendiliğinden gelişen operasyon sonucu hayatını kaybetmesi sonrası, bazı kesimler tarafından üretilen iddialara Edip Gümüş`ten önemli açıklamalar geldi.
Hizbullah Cemaati en baştan beri, yaşanan baskın sonrası bir takım çevreler tarafından bilinçli ve organizeli bir şekilde spekülatif bilgilerin kamuoyuna pompalandığını ve söz konusu olay ile alakalı polisin servis ettiği komplo teorilerinin "sureti haktan" gösterilerek topluma sunulduğunu dile getirmişti.
İşte Edip Gümüş`ün Hizbullah Cemaatine yakınlığıyla bilinen bir internet sitesinde yayınlanan ilgili açıklaması…
"Operasyondan 10 gün önce Beykoz`daki eve yeni taşınmıştık. Evde Şehid abi ve iki arkadaş ile birlikte kalıyorduk. Cemal operasyondan bir gün önce yanımıza geldi.
Akşam silahları bodrumdan yukarı çıkarıp bakımını yaptık. Tüm silahlarımızı çıkarıp bakımını yapmamız, bodrumda olması gerekirken bulunduğumuz kata getirmiş olmamız kanaatimce gaybi yardımlardan sadece biriydi. Normal şartlarda bu silahları ev içerisinde gözden uzak bir yerde muhafaza ederdik.
Gece saat 1.30 sularında Şehid Rehber uyandı, abdest alıp namaz kıldı. Cemal ile hal hatır sorup biraz sohbet ettiler. Bu esnada Şehid Abi eline bir Keleş alıp; "bu, hiçbir zaman Kuran`dan ayrılmamalı" dedi. Daha sonra O uyanık kaldı biz de uyuduk.
Operasyon günü öğleden önce yanımızda kalan iki arkadaş bazı ihtiyaçlar için dışarı çıkmışlardı. Öğleden sonra namaz kıldık. Ben kendi odamda, Cemal ile Şehit Abi de kendi odalarında çalışıyorlardı.
Bu arada evin dış kapısı yumruklarla çalmaya başladı. Aynı anda zile de basıyorlardı. Perdenin kenarından dışarıya baktım ve karşı kaldırımda polisleri ve bir kameramanı gördüm. Bu arada kapı hızlı bir şekilde çalmaya devam ediyordu. Ben; "Dışarıda polisler var" deyince Şehid Rehber; "Açmayacağız" dedi. O esnada Şehid Rehber; "Rahêlin Keleşa!" (silahları alın) diyerek duvara yaslanmış keleşlerden birini aldı ana salona doğru yöneldi. Ben ve Cemal de pencerenin yanından çekilip silahlara doğru giderken bir anda silah sesleri gelmeye başladı.
Meğerse o esnada polisler pencereyi kırarak içeriye girmiş, Şehid Rehber ile karşılaşmış ve aynı anda silahlarını ateşlemişler. Şehid Rehber de 2-3 el kadar ateş edebilmiş ve mermileri polisin bulunduğu noktanın hizasında tavana saplanmıştı. Silahların sesiyle ben ile Cemal Şehid abinin bulunduğu tarafa yöneldik. Şehid Abi`yi yerde yatıyor gördük. Polisler Abi`nin şehit olduğunu fark etmemiş olacak ki "Elinde keleş var, elinde keleş var!" diye bağırıyorlardı. Polisi görmemizle onun aşağıya fırlaması bir oldu. Arkasından seri halde ateş ettik. Artık içeriye giremediler.
Tüm bunlar en çok bir dakika içinde cereyan etti. Her şey bir anda oldu. Polisleri püskürten Şehid Rehber, çatı katına çıkan merdivenin hemen başında yerde yatıyordu. Onun o durumu karşısında, bir anda ne yapacağımızı şaşırdık. Onunla mı ilgilenelim, dokümanlarla mı ilgilenelim bilemedik. Ancak bu durum iki-üç dakika kadar sürdü ve Şehid olarak ruhunu teslim etti.
Onun Şehid olduğunu görünce, biz de dokümanlara yöneldik. İlk anda Cemal merdiven başında nöbet bekledi. O sırada polisin gelebileceği tek yer merdivenlerdi. Buranın korunması gerekiyordu. İkimizden birinin daha şehid edilmesi, geriye kalanın hiçbir şey yapamaması anlamına geliyordu.
Ondan sonra polisler telaşla dışarıya doğru koşuşmaya başladılar. Cemal korumaya geçti. Ben de imha etmemiz gereken eşyaları karıştırmaya başladım. Nihayet CD`leri gördüm ve tamamını ufak parçalar halinde kırdım.
Öncelikli belgelerin imhasından sonra aşağıya indim ve Cemal`in nöbet beklediği merdiven başında bu kez ben bekledim. Bir iki kez polis, merdiven sahanlığında gözüktüyse de ateş edince artık çıkmaya cesaret edemediler. Cemal da evde bulunan çalışır vaziyetteki altı adet bilgisayarın hard disklerine format atmaya başladı. Format attığı hard diskleri yuvasından çıkarıp çatı katına giden merdiven sahanlığına atıyordu. Çünkü format işi bittikten sonra aşağıda işimiz kalmayacak ve çatı katına çıkıp bunları kurşunlayacaktık.
Artık çatı katına çıkmıştık. Orada kapalı bir oda vardı. Polisin tarayabildiği ve el bombası attığı odalarda işimiz yoktu. Bulunduğumuz yere de biz onları yaklaştırmıyorduk. Sonradan mevcut video ve teyp kasetlerini imha etme, yırtma ve bozulurlar diye banyo küvetine su doldurarak içine atma ile uğraştık.
Bütün mermilerimizi korumaya ve hard diskleri kurşunlamaya harcadık. Elimizde hiç mermi kalmadı.
Aşağı katta Şehid abiye ait bir bilgisayar vardı. Çatışma başlayınca bu kat ile ilişkimiz kesildiğinden o bilgisayar hard diskini imha etme imkanı bulamadık. Çıkan bazı bilgiler bu makinadan ele geçti.
Şehid abinin mübarek bedeninin bulunduğu yer tam da polislerin içeriye doluştuğu odanın kapısının önüydü. Orada mübarek bedeni bulunduğu için kapı açılmıyordu ve içeriye giremiyorlardı. Yani hayattayken tedbirleriyle bizi korumaya çalıştığı gibi şehadetinden sonra da mübarek bedeniyle bizi korumuş, işimizi yaparken kolaylık sağlamıştı.
Pek çok kişi oradan sağ kurtulmamızı hayretle karşılamıştır. Bu hususta düşmanlarımız akla hayale gelmeyecek komplolar üretmiş, bizleri karalamış ve Cemaatimizi de bizi de üzmüştür. Elbette burada söylediklerim, Allah tarafından gözleri kör edilmişleri, kalpleri mühürlenmişleri ikna amacı taşımıyor. Amacım bizi seven, hüsn-ü zanla meseleleri değerlendiren dostlarımızı aydınlatmaktır.
Şehid Rehber, şahadet aşığıydı. Dualarında şahadeti istediği hep duyulurdu. Bu talep ve arzusunu Rabbine cehri olarak da çoğu kez iletirdi. "İnşaallah düşmanın eline sağ düşmeyeceğim." diyordu. Bu konuda çok emindi. Arzusu kabul oldu ve ölümlerin en güzeli olan şehadetle Rabbine kavuştu. (İLKHA)