DOĞRUHABER / Hasan Işık
Türkiye ekonomisi son yılların en zorlu sürecini yaşıyor. Dünyanın son iki yılına her alanda damga vuran koronavirüs salgının ve bunun ardından küresel iklim değişikliği sonucu kendisini gösteren kuraklığın ülke ekonomileri için bir deprem etkisi yaptığı artık bir gerçek.
(İngiltere'de akaryakıt kuyruğu Eylül 2021)
Dünya salgın kâbusundan yavaş yavaş sıyrılırken bu sefer de buna bağlı olarak artan enerji fiyatları artık sapasağlam denilen gelişmiş ülkelerde bile enflasyonun rekor kırmasına hatta fabrikaların enerji tedarik edememesi sonucu kapanmasına yol açıyor. İngiltere’de yaşanan yakıt krizi, Fransa ve Almanya’da rekor kıran enflasyon rakamları ve kapanan fabrikalar, Çin ve Hindistan’da patlak veren kömür krizi…vb. Listeyi uzatmak mümkün.
“KARŞILIKSIZ KÂĞIT PARA”
Tüm bu küresel gelişmeler ek olarak; son yüzyılın küresel para birimi haline gelen dolar ve doların da emperyal ellerde bir koz olması Türkiye gibi gelişmekte aynı zamanda da tam bağımsızlık yolunda adım atmaya çalışmakta olan ülkeler için büyük bir risk oluşturuyor. Çünkü bugün dolar denilen yeşil kağıt parçalarının aslında ekonomik bir değer olarak karşılığı yok.
Bildiğiniz gibi ABD Başkanı Nixon 1972 yılında “doların altın karşılığını” kaldırdı ve dolar “karşılıksız kâğıt paraya” dönüştü.
Onlarca yıldır tüm dünyayı kasıp kavuran "dolar terörü" Türkiye ekonomisini de sürekli istikrarsız hale getirdi. 2014 yılına kadar 2 TL’nin altında olan dolar son 7 yılda katlanarak fırladı; işte dün en son kırdığı rekor 9,04 TL!
Trilyonlarca dolar borcu olan ABD için bunun tabi ki bir önemi yok. Hatırlarsanız 2008 yılında en az ABD'nin 1972'de Bretton Woods anlaşmasını tek taraflı feshederek doların arkasından güvence olarak altını çekmesi kadar önemli bir gelişme yaşanmış ve FED matbaaları ülkenin ekonomik krizi aşabilmesi için karşılıksız olarak 800 milyar dolar basmıştı. Yani ABD için para sorun değil; herhangi bir kriz anında FED’in matbaaları bu yeşil kağıtlardan istediği kadar basabiliyor! Nasıl olsa kimseye hesap verme dertleri yok…
DÖVİZ ARTTI DİYE FAİZLERİ ARTIRMA YOLUNA GİTMEK TAM BİR TUZAKTIR!
Bu duruma karşı doğu bloku ülkeleri başta Rusya, “milli para” ile ticareti teşvik etme ve dolar stoklarını azaltma gibi akıllıca bir yola yöneldiler. İçlerinde Türkiye’nin de olduğu Çin, İran gibi ülkeler doların hegemonyasına karşı bu akıllıca adımı atmaya başladılar ama ne yazık ki bugün geldiğimiz nokta bu adımların çok da güçlü olmadığını gösteriyor. Uluslararası piyasalarda hala “tek geçerli akçe” olma vasfını koruyan dolar son günlerde birçok ülkenin para birimine karşı rekor değer artışı yaşıyor. O talihsiz ülkelerden birisi de ne yazık ki Türkiye…
Türkiye ekonomisi öyle bir girdaba doğru itiliyor ki eğer bir an evvel gerekli önlemler alınmaz ise yine 2000’ler öncesi sömürge ekonomisine dönme tehlikesi ortaya çıkabilir. Dövizdeki artış hiç alakası olmadığı halde küresel emperyal güçlerin yerli taşeronları tarafından Merkez Bankası’nın son PPK toplantısında politika faizini sadece bir puancık düşürmesine indirgeniyor. Hâlbuki son yaşanan ekonomik dalgalanmaların en büyük sebebi, olumsuz küresel gelişmelerden kaynaklanmakta.
Artan emtia fiyatları, enerji tedarikinde yaşanan uluslararası kriz ve küresel salgın gibi yayılan yüksek enflasyon doları coşturuyor; sadece TL’ye karşı değil diğer ülkelerin para birimlerine karşı da öyle. Mesela çare olarak faizleri artıran Macaristan’ın hamlesi hiçbir işe yaramadığı gibi parası daha da değersiz hale geldi. Buradan şuna işaret etmek istiyoruz döviz arttı diye faizleri artırma yoluna gitmek tam bir tuzaktır! Ve bu tuzağa düşülürse artık süper enflasyon tsunamisi ile ülke ekonomisi tam bir girdabın içine düşer.
VATANDAŞ FEDA EDİLMEMELİ
Dövizin artışı paralel olarak altın fiyatlarını da tetikledi.
Aylardır 500TL’nin altında seyreden gram altın fiyatları 510 TL seviyelerine yükseldi. Petrol fiyatları yaşanan enerji krizinin etkisi ve talep artışı beklentisiyle üç yıldır ilk defa 80 dolar/varil seviyesini aştı.
Maliyeti artan enerjinin (elektrik, doğalgaz, akaryakıt, kömür…) vatandaşa yansıması ise hiç gecikmedi. Başta sanayicilerin sonra da tüm hanelerin enerji faturaları kabardı.
Seçim takviminin de yaklaşması ile birlikte ekonomi yönetiminin olumsuz ekonomi algısını yıkmak adına panik adımlar atmaması gerekiyor.
Özellikle vatandaşın geçim sıkıntısını hafifletmeye ve ülke ekonomisini güçlendirecek adımlar atmaya bugün çok ihtiyaç var. Bu da tam bağımsız ekonomi politikaları mümkün. Uluslararası konjonktüre ters düşmeme adına vatandaş feda edilmemelidir.
Aksi takdirde bunun da ekonomi yönetimine sandıkta kesilecek zamlı bir faturası olacaktır…