İşte o makale...
Dicle Olayları ve İslam Karşıtlığı
İmralı görüşmeleri, barış süreci derken Dicle üniversitesinde gerçekleşen hadiseler bir anda gündemin tam ortasına oturuverdi. Sürecin baltalanması, provokasyonlarla iptal edilmesi endişeleri biranda basında yer almaya başladı.
Peki, ne oldu Diyarbakır’da, Dicle Üniversitesi’nde?
Dicle Üniversitesi`nde Bilge Gençlik Kulübü üyesi öğrenciler, ilgili tüm makamlardan, rektörlükten gerekli izinleri alarak Hz. Muhammed’in(s) kutlu doğumu münasebeti ile bir konferans düzenleme girişiminde bulunuyor. Konferansın asılan afişleri BDP/PKK sempatizanı gençlerce yırtılıyor ve el ilanı dağıtan Müslüman gençler engellenmeye, tartaklanmaya çalışılıyor. Bu kesim tarafından, Diyarbakır’ın sahibi biziz, Dicle üniversitesinin kontrolü bizdedir edasıyla “rektörlüğün izni bizi bağlamaz, bizden habersiz böyle bir etkinlik yapamazsınız” deniliyor.
Kendilerinden izinsiz hiçbir etkinliğin yapılamayacağını, Hz. Muhammed konulu bir etkinliğe izin vermeyeceklerini belirten saldırganların, daha önce de başörtüsü için yapılacak bir basın açıklamasını ve bu olaydan iki hafta önce de Özgür Der`in yapmak istediği İslami bir etkinliği engellemeye çalıştıklarını öğreniyoruz.
Daha sonra önceden hazırladıkları sopalarla, şişelerle Müslüman gençlere saldıran BDP/PKK sempatizanları birçok genci yaralıyor. Son ana kadar soğukkanlılıkla temkinli bekleyen Müslüman öğrencilerin organize olmaları ve karşılık vermesiyle kaçan saldırgan grubun akabinde Müslüman gençler fotoğraflanarak basında suçlu olarak gösterilmeye çalışılıyor.
Bölünmeye, katillere, sapıklara, hırsızlara tahammülü olan ama sadece islami olanı anlamaya çalışmayan çevreler, köşe yazarları, medya, “yurtsever gençler” şirin etiketiyle saldırganları aklamaya çabalarken, bölge Müslümanlarının geçmiş eylemlerini, Hizbullah cemaati unvanlarını gün yüzüne çıkartıp suçluyu ilan etmişlerdi bile…
Yoğun bir katılımın gerçekleştiği salonun içi kadar dışının da dolu olduğu “Hz. Muhammed(s)” konulu programı engellemeye gelen, salonu basmaya çalışan örgütlü eşkıyalardan kimse söz etmiyordu.
Oysa, kravat ve tayyör giyince kendileri adam yerine konan, ekran ekran dolaşan, emniyet birimlerine kafa tutan milletvekilleri ateşe benzin döken çıkışlarda bulunmuşlardı.
Gerginliğin başladığı ikinci günden beri üniversitede PKK`li öğrencileri provoke eden Aysel Tuğluk`a üçüncü gün BDP`nin eş başkanı ve diğer vekilleri de katılarak destek vermiş, Selahattin, Demirtaş, Ayla Akat Ata ve Nurseli Aydoğan üniversiteye adeta çıkarma yapmışlardı.
"Burası Dicle Üniversitesi! Herkes şunu çok iyi bilsin ki BDP, DTK olarak biz öğrencilerin yanında olacağız. Onlar yalnız değil onlara sahip çıkacağız. Burası Amed! Burası Diyarbakır ve biz bu öğrencilerin her halükarda yanında olacağımızın bilinmesini istiyoruz."diyen Aysel Tuğluk’un bu tahrik edici konuşması da görmezden gelindi. Sebebi herhalde Tuğluk’un birkaç gün önce Laiklik beyatından kaynaklanıyordu.
“Bölgede tarikatlar, radikal dinci gruplar oluşmamışsa, PKK ve Öcalan sayesindedir. PKK laikliğin güvencesidir.”sözüyle Türkiye Cumhuriyetinin temel değerleriyle örtüşen bir yolda olduklarını ikrar eden Aysel Tuğluk, daha önceleri birçok eş başkanının savaşın en kızgın olduğu bir dönemde yaptıkları “PKK ile TSK Laiklik hususunda aynı düşünmektedir” sözünü de doğrulamıştı.
Daha önce Hakkari Yüksekova’da bir yöneticisi PKK tarafından öldürülen, son olaylarda halen hayati tehlikesi bulunan üniversite öğrencisi bir genci bıçaklanan Mustazaf-Der çevresi, gelişmeleri değerlendirirken soğukkanlı taraf olduğunu göstermiştir. Ama bu soğukkanlılık, BDP/PKK şımarık çevrelerinin kışkırtmalarına, bölgede otorite dayatmasına, kendi itikadına göre bölgeye renk vermeye çalışmasına müsaade edileceği anlamına da gelmemelidir.
Biz Müslümanlar hak din olan islamı tüm imkânlarımızla mahallelerde, üniversitelerde, meydanlarda, ekranlarda tebliğ ve davet etmeye çalışmalı bunun Allah tarafından üzerimize yüklenen bir sorumluluk olduğunu bilmeliyiz. Tahammül edemeyen, çatlayan, kininden, öfkesinden kabaran kesimlere son ana kadar aldırış etmeden, selam deyip geçerek, onlardan yüz çevirerek işimize devam etmeliyiz.
Mustazaf-Der camiasının geçmiş dönemki eylemlerinin varsa pişmanlığı, yanlışlığı ayrı bir zeminde değerlendirilmeli, bölgede kaşınanın islami potansiyelden duyulan rahatsızlık olduğunu da görebilmeliyiz.
Hamza Er / Milat