Leyl suresinde insanların her birinin farklı işlerle uğraştığından bahsedilir. Kişilerin yaptığı işlere göre hesaba çekileceği bildirilmiş. İyi huylar ve davranışların mükafatlandırılacağı bildirilmekle birlikte Allah'a karşı gelen inkarcıların cezalandırılacağı bildirilmiştir. Leyl suresi okunuşu ve Leyl suresi Arapça Türkçe okunuşu sıkça merak edilen konular arasında yer alıyor. Bu haberimizde Leyl suresi anlamı meali Leyl suresi tefsiri gibi merak edilenleri bulabilirsiniz.
Leyl suresi okunuşu
- Velleyli iza yağşa.
- Vennehari iza tecella.
- Ve ma halekazzekere vel'ünsa.
- İnne sa'yeküm leşetta.
- Feemma men a'ta vetteka.
- Ve saddeka bilhusna.
- Fesenüyessirühu lilyüsra.
- Ve emma men bahıle vestağna.
- Ve kezzebe bilhusna.
- Fesenüyessirühu lil'usra.
- Ve ma yuğni 'anhü malühu iza teredda.
- İnne 'aleyna lelhüda.
- Ve inne lena lel'ahırete vel'ula.
- Feenzertüküm naren telezza.
- La yaslaha illel'eşka
- Elleziy kezzebe ve tevella.
- Ve seyücennebühel'etka.
- Elleziy yü'tiy malehu yetezekka.
- Ve ma liehadin 'ındehu min nı'metin tücza.
- İllebtiğae vechi rabbihil'a'la.
- Ve lesevfe yerda.
Leyl suresi Arapça Türkçe okunuşu
Leyl suresi anlamı Leyl suresi meali
1.(Ortalığı) bürüdüğü zaman geceye andolsun,
2.Açılıp aydınlandığı zaman gündüze andolsun,
3.Erkeği ve dişiyi yaratana andolsun ki,
4.Şüphesiz sizin çabalarınız elbette çeşit çeşittir.
5, 6, 7.Onun için kim (elinde bulunandan) verir, Allah'a karşı gelmekten sakınır ve en güzel sözü (kelime-i tevhidi) tasdik ederse, biz onu en kolay olana kolayca iletiriz.
8, 9, 10.Fakat, kim cimrilik eder, kendini Allah'a muhtaç görmez ve en güzel sözü (kelime-i tevhidi) yalanlarsa biz de onu en zor olana kolayca iletiriz.
11.Cehenneme yuvarlandığı zaman, malı ona fayda vermez.
12.Şüphesiz bize düşen sadece doğru yolu göstermektir.
13.Şüphesiz ahiret de dünya da bizimdir.
14.Sizi alevler saçan ateşe karşı uyardım.
15, 16.O ateşe, ancak yalanlayıp yüz çeviren en bedbaht kimse girer.
17, 18.Temizlenmek için malını hayra veren en muttekî (Allah'a karşı gelmekten en çok sakınan) kimse o ateşten uzak tutulacaktır.
19, 20.O, hiç kimseye karşılık bekleyerek iyilik yapmaz.(Yaptığı iyiliği) Ancak yüce Rabbinin rızasını istediği için (yapar).
21.Elbette kendisi de hoşnut olacaktır.
Leyl suresi tefsiri
(1-4)
Bu yeminler de üzerine yemin edilen varlıkların değerini, onları yaratan gücün büyüklüğünü göstermekte; ayrıca gelecek konunun önemine dikkat çekmektedir. Allah Teâlâ, 3. âyetteki yeminle ilim ve kudretinin sonsuzluğuna ve sanatının üstünlüğüne işaret etmiştir. Zira aynı maddeden yaratılmış olan erkek ve dişi arasındaki cinsiyet farkının şuursuz tabiat tarafından bir tesadüf eseri olarak meydana getirilmesi imkân ve ihtimal dışıdır. 4. âyette, insanların çabalarının, yaptıkları işlerin türleri, nitelikleri ve amaçları bakımından başka başka olduğu belirtilerek -anlaşıldığı kadarıyla- bir insanı değerli veya değersiz yapan unsurun cinsiyet değil, davranışların dinî, ahlâkî ve insanî yönlerden mahiyeti ve değeri olduğu ima edilmiş; böylece konu, -müteakip âyetlerde üzerinde durulacak olan- Kur’an’ın geliş ortamı ve çağının en temel sorunu sayılabilecek yoksulluk meselesine, bunun çözümüyle yakından ilgili cömertlik ve cimrilik huylarına getirilmiştir.
(5-7)
Bu ve benzeri sûrelerin indiği Mekke’de insanlar arasında büyük bir gelir farkı bulunuyor; tüccar ve zengin bazı putperest Araplar yoksullar karşısında son derece bencil, duyarsız, umursamaz davranıyor; hatta dönemin canlı şahidi olan Kur’ân-ı Kerîm’in bildirdiğine göre bunlar, “Dilese Allah’ın doyuracağı kimseleri biz mi besleyeceğiz!” diyecek kadar küstahlaşıyor (bk. Yâsîn 36/47), birbirlerine cimriliği öğütleyecek kadar acımasız davranıyorlardı (bk. Nisâ 4/37; Hadîd 57/24). Bu sebeple Mekke döneminde inen âyetlerin Allah’ın birliği inancının yerleştirilmesinin yanında en büyük hedefi yoksulluk sorununa el atmak, bunun âcil yollarından biri olarak insanların kalplerini yoksul ve himayesizlere karşı bencillik, sevgisizlik ve cimrilikten arındırmak; dertlerin de nimetlerin de paylaşılabildiği bir toplumsal ruh ve zihniyet geliştirmek olmuştur. Konumuz olan sûre bu zihniyeti hazırlayan anlamlı tesbitler, öğütler, uyarılar ve müjdeler içermektedir. Sonuç olarak sûrede iki farklı karakter tipi ortaya konmakta; açıkça belirtilmemekle birlikte ifadenin genelinden kolayca anlaşıldığı üzere bunlardan ilki olan cömert ve özverili tip müslüman insanı, cimri ve bencil tip de inkârcıyı temsil etmektedir.
“Güzel karşılık” diye çevirdiğimiz 6. âyetteki hüsnâ kelimesini müfessirler “iman, kelime-i tevhid, en güzel din olan İslâm, namaz, oruç ve zekât, ibadetlerin güzel karşılığı” gibi anlamlarla açıklamışlardır (bk. Şevkânî, V, 530; Elmalılı, VIII, 5876). Bize göre hüsnâ kelimesi bu bağlamda inanç, ibadet, muâmelât ve ahlâk ilkeleriyle İslâm inanç ve uygulamaları bütününü ifade eder. 7. âyette geçen ve Allah’ın cömert kulu için kolaylaştıracağı bildirilen rahatlık ve mutluluk yolunu ifade etmek üzere “en kolay” anlamına gelen yüsrâ kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime “daha fazla iyilik yapma özelliği, erdemi” olarak da açıklanmıştır. Buna göre insan iyilik yapmaya çalıştıkça Allah da onda iyilik iradesini güçlendirir, iyilik yollarını kolaylaştırır ve sonunda cömertlik denilen güzel haslet onun kişiliğinin ayrılmaz bir özelliği, karakteri haline gelir.
(8-11)
Cimrilik edip kendisiyle yetinen, yani kendi gücüne ve elindekilere güvenip Allah karşısında bile kendisini ihtiyaçsız görecek kadar kibirde ileri giden kişinin zora sokulmasından söz edilirken “en zor” anlamına gelen usrâ kelimesi kullanılmıştır. Bu sebeple cümle genellikle “Biz onu en zora hazırlarız” şeklinde anlaşılmıştır. Allah’ın kulunu zor olana hazırlamasından maksat da kulun, Allah ve resulünün gösterdiği yolu kabul etmeyerek yanlışlarda ısrar etmesi, bu sûre bağlamında ise cimriliğini sürdürmesi neticesinde Allah’ın ondan hidayet ve yardımını çekmesi, onu kendi haline bırakmasıdır. Bu ise insan için en büyük mahrumiyettir. Çünkü bu şekilde kendi başına kalan kul helâl haram demeden nefsânî arzularını tatmine çalışır; kötülük yapmak, günah işlemek ona kolay gelir, bunlardan zevk alır. Sonunda da cehennemi boylar; dünyada cimrilik edip biriktirmiş olduğu servetini orada fidye olarak verip cehennem azabından kurtulmak ister ama bu da mümkün olmaz (bk. Mâide 5/36; Meâric 70/11-16).
(12-13)
Kitap indirmek ve peygamber göndermek suretiyle hidayet ve dalâlet yollarını, hayrı ve şerri açıklamak Allah’a aittir. Bir önceki sûrede açıkça belirtildiği üzere Allah insana duyu ve bilgi vasıtaları, akıl ve irade vermiş; hayrı şerden, hakkı bâtıldan ayırma imkânını bahşetmiştir. 13. âyette Allah Teâlâ hem dünya hem de âhiret hayatının kendisine ait olduğunu ifade buyurarak, her iki dünyanın kendi yönetiminde olduğunu belirtmekte, dolayısıyla her iki dünyanın iyilik ve güzelliklerini O’ndan istememiz gerektiğini ima etmektedir.
(14-16)
Yüce Allah kullarına doğru yolu göstermekle yetinmemiş, aynı zamanda yanlış yolda gitmenin sonucu olan cehenneme karşı da onları vahiy ve peygamberleri aracılığıyla uyarmıştır.
(17-21)
Bazı müfessirler 19-21. âyetlerin (bk.Taberî, XXX, 146), bazıları ise 5-19. âyetlerin (bk. Elmalılı, VIII, 5881), müşriklerin işkence ettiği köleleri satın alıp âzat ederek hürriyetlerine kavuşturan Hz. Ebû Bekir hakkında indiğini söylemişlerdir. Âyetler böyle bir özel olay üzerine gelmiş olsa da, hükümleri ve mesajları geneldir. Müşrikler Hz. Ebû Bekir’in bu yaptıklarını, mukabil bir iyilik veya bir menfaat karşılığında yaptığını iddia etmişlerdi. Burada, böyle bir iddia vesilesiyle şöyle bir temel ilke ortaya konmuş bulunuyor: İman ve amelde takvâ düzeyine ulaşmış bir mümin, birine iyilik yapmak için mutlaka ondan bir iyilik görmek, bir karşılık ve menfaat elde etmek gerektiğini düşünmez; mümin, her türlü nimetin yalnızca Allah’ın bir lutfu olduğuna, iyiliklerin de ilke olarak bir çıkar hesabıyla değil, sadece Allah rızâsı için yapılması gerektiğine inanır. Böylece bu âyetlerde müşriklerin bencil ve çıkarcı zihniyet ve ahlâk yapılarının yansımasından ibaret olan yukarıdaki iddiaları reddedilmiş, Hz. Ebû Bekir örneğinde gönüllerini insan sevgisi ve cömertlikle bezeyen müminler Allah tarafından takdirle anılmıştır.
“Takvâ ehli” diye çevirdiğimiz etkā kelimesinin kök anlamı, “büyük bir tehlikeye karşı kendine bir şeyi siper edinerek korunmak”tır. Bu kökten gelen takvâ kavramı Kur’an’da ağırlıklı olarak, “kötülüklerden uzak durup iyilikler yapmak ve bu amelleri sayesinde kendini cehennem azabına karşı korumak” anlamında geçmektedir. Nitekim burada da 14. âyette muhataplar “alev alev yanan ateş”e karşı uyarıldıktan sonra 17-20. âyetlerde, birine borçlu olmadıkları, kimsenin kendilerinde bir hakkı bulunmadığı halde bile, sırf Allah rızâsı için insanlara mal yardımı yapıp manen arındıkları ve bu sayede ateşten uzak tutulacakları bildirilmiştir. Nihayet son âyette, Allah rızâsına böylesine değer veren, kendisini bu rızâdan mahrum bırakacak günahlardan sakınan, tamamen karşılıksız olarak seve seve insanlara yardım edenlerin, Allah tarafından razı edilecekleri; yani korktuklarından emin ve umduklarına nâil olacakları müjdelenmiştir ki, inanan bir kimse için bundan daha büyük bir müjde olamaz.
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:633