HÜDA PAR Genel Merkezi, iç ve dış gündeme ilişkin yaptığı yazılı açıklamada; Sayıştay raporlarıyla ortaya çıkan yolsuzluklar, sulh komisyonlarının kurulması, imam hatip okullarının önemi, toplumu ifsat eden uygulamalar, Fatih Belediyesi'nin mültecilere yönelik tepki çeken uygulamaları, Türkiye'de kaybolan Filistinliler, Hindistan’da Müslümanlara yönelik saldırılar, Türkiye'nin dış politikası konularına ilişkin değerlendirmede bulundu.

Kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının mallarını, gelir ve giderlerini TBMM adına denetleyen Sayıştay’ın, yayımlanan son denetleme raporlarının, tartışmaların odağı haline geldiği belirtilen açıklamada, "Özellikle kamu kurumları ve bağlı kuruluşların mali faaliyetlerinde usulsüzlükler, ihaleler ve satın almalarda vurgun ve yolsuzluklara işaret eden bulgular, mevzuata uygun olmayan ödemeler, gereksiz harcamalar, lüks ve şatafat düşkünlüğü gibi birçok husus dikkat çekmektedir. Bazı kurumların mal alımlarında piyasa değeri ile alım fiyatları arasındaki devasa fiyat farklılıkları, yap-işlet-devret projeleri kapsamında devlet adına taahhüt edilen ödeme miktarlarında yaşanan çarpıklıklar çok vahimdir. Devlet idaresindeki usulsüzlükler ve yolsuzluklar aynı zamanda çürümüşlüğün de göstergesidir." denildi.

"Sayıştay’ın ortaya çıkardığı yolsuzlukların üzerine gitmek hükümetin en büyük sorumluluğudur"

Sayıştay’ın raporlarının, ekonomideki asıl kara deliğin yolsuzluk çarkı olduğunu gösterdiği belirtilen açıklamada, "Ekonominin büyük bir kriz yaşadığı, döviz, faiz ve enflasyonun başını alıp yürüdüğü, gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderek arttığı, işsizlik ve geçim sıkıntısının en öncelikli mesele haline geldiği şartlarda Sayıştay’ın ortaya çıkardığı bu büyük yolsuzlukların üzerine gitmek, 'tüyü bitmemiş yetimin hakkını korumayı' taahhüt eden hükümetin en büyük sorumluluğudur." ifadelerine yer verildi.

Açıklamada, "Yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarının üzerine kararlı bir şekilde gitmek, kamu vicdanını rahatlatacak şekilde idari ve adli tahkikatları ciddiyetle yapmak, yolsuzluk yapanların hak ettikleri cezayı almaları için yargılanmalarını sağlamaktan başka kamu vicdanını rahatlatacak bir yol yoktur." diye belirtildi.

"Sulh komisyonlarının yetki alanları genişletilmelidir"

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, geçtiğimiz günlerde yargının iş yükünün azaltılması için her ilde sulh komisyonlarının devreye gireceğini açıkladığı hatırlatılan açıklamada, "Özel kişilerin tüzel kişiler ile olan uyuşmazlıkları ile özellikle alacak davalarını yargıya taşınmadan çözmeyi amaçlayan bu komisyonlar, suistimal edilemeyecek bir mevzuata kavuşturulur ve sağlam bir denetim mekanizmasına tabi tutulursa adaletin ikamesine önemli bir katkı sunacaktır. Maksadın hasıl olabilmesi için bu komisyonların kendi alanlarında yetkin hâkim, uzman bilirkişi ve tecrübeli avukatlardan oluşturulması gerekmektedir. Daha önce de önerdiğimiz gibi bu sulh komisyonlarının yetki alanları genişletilmelidir. Özellikle evlilik kurumunun büyük bir travma yaşadığı bu süreçte aile içerisindeki uyuşmazlıkların da taraflar henüz hasım haline gelmeden ve sorun mahkeme salonlarına taşınmadan sulh komisyonlarında çözüm aranması 'dava şartı' haline getirilmelidir." değerlendirmesinde bulunuldu.

HÜDA PAR açıklamasında, imam hatip okullarının, kuruldukları günden beri toplumda sağlıklı nesillerin yetiştirilmesinde büyük bir görev yüklendiği ve değerler eğitiminin birer kalesi olduğu vurgulandı.

İmam hatiplerin, bu nedenle de toplumun büyük bir kesiminin çocuklarını gönül rahatlığı ile teslim ettikleri birer eğitim kurumuna dönüştüğünü ifade edildiği açıklamada, ancak bu okulların bir operasyona maruz kaldıklarının görüldüğü kaydedildi.

"İmam hatip okulları, yozlaştırma ve amacından saptırma operasyonuna karşı korunmalı"

Yaşanan sıkıntıların en önemlilerinin, Milli Eğitim Bakanlığından kaynaklandığı belirtilen açıklamada, "İdareci ve öğretmen atamalarında hassasiyet terk edilmiştir. Dini hassasiyetleri zayıf, hatta inançsız, deist, İslam düşmanı, İmam Hatip Okulları karşıtı ve liyakatsiz idareciler ile öğretmenlere her yerde rastlanır oldu. Birçok okulda öğretmen ile idarecilerin öğrencileri dinden ve Allah inancından uzaklaştırmak için özel çaba içerisinde oldukları müşahede edilmektedir. Ebeveynler çocukları inançlarını korusun diye tercih ettikleri bu okullar, çocukları inançlarından uzaklaştırmaya başlamıştır." denildi.

Açıklamanın devamında şu ifadelere yer verildi:

İmam hatip okulları, bu yozlaştırma ve amacından saptırma operasyonuna karşı korunmalı, eski misyonuna mutlaka kavuşturulmalıdır. Hükümet, sorumluluğuna sahip çıkmalı ve bu soruna el atmalıdır. Öncelikle liyakatli, inançlı idareci ve öğretmenler atanmalıdır. İmam hatip okulları için özel atama kuralları uygulanmalı, bu okullara sadece inançlı personel atanmalıdır. Öte taraftan bu okullarda uygulanacak eğitim müfredatı ile kılık kıyafet yönetmeliği, dini hassasiyete göre hazırlanmalı ve tavizsiz bir şekilde uygulanmalıdır.

Türkiye'de hızla yayılan ahlaki yozlaşmanın; bireysel ve toplumsal değerleri aşındırdığı, nikâhsız birlikteliklerin sayısı artırdığı, ileride telafisi mümkün olmayan tehlikelere kapı açtığı belirtildi.

Geçtiğimiz günlerde yeni doğan bir bebeğin annesi ve anneannesi tarafından diri diri toprağa gömüldüğünün hatırlatıldığı açıklamada, bu durumun toplumda gelinen noktanın vahametini gözler önüne serdiği vurgulandı.

"Bir toplumda manevi ve ahlaki çöküş başlamış ise o toplumun geleceği tehlike altındadır." denilen açıklamada, "Modern hayatın getirmiş olduğu yaşam tarzından dolayı toplum her geçen gün değerlerinden uzaklaşmakta, insani duygularını yitirmektedir. Şefkat ve merhamet duygularının kaybolması, toplumu yok olma tehlikesiyle karşı karşıya getirmektedir." ifadelerine yer verildi.

"Ahlaksızlığın sıradanlaşması, toplumsal buhranın göstergesidir"

Açıklamada, "İffetsizliğin ve ahlaksızlığın sıradanlaşması, toplumsal buhranın ve çürümüşlüğün göstergesidir. Ne yazık ki ülkemiz çok ciddi bir ahlak ve maneviyat sorunu ile karşı karşıya bırakılmıştır. Toplumda dini ve insani değerlerin aşınması, bu türden olayların meydana gelmesinin en önemli nedenidir. Toplumda yaşanan gayri ahlaki olayların medyaya yansıyan kısmı buz dağının sadece görünen kısmıdır. Toplumsal buhranın önüne geçmek için başta 6284 sayılı yasa olmak üzere, ahlaka ve aileye ciddi zararlar veren mevzuat, ivedi bir şekilde düzeltilmelidir." çağrısında bulunuldu.

"Fatih Belediyesinin, mültecilerin ev kiralamalarına yasak getirmesi, İslami anlamda büyük bir ayıptır"

Açıklamada, başta Suriye ve Afganistan olmak üzere ülkelerinden göç etmek zorunda kalan mültecilere Türkiye’nin kapılarını açarak imkânlar ölçüsünde yardımcı olmaya çalışmasının, bir insanlık vazifesi ve takdire şayan bir duruş olduğu kaydedildi.

Ancak ülkeyi karıştırmak isteyenlerin faşizan girişimlerinin, bazı siyasetçiler ile yöneticilerin mülteci karşıtı açıklamaları ve hükümetin mülteci politikasındaki bazı eksikliklerin, ifa edilen büyük insanlık hizmetine gölge düşürdüğü belirtilen açıklamada, Fatih Belediyesi'nin mültecilere yönelik uygulamalarına tepki gösterildi.

Açıklamada, "Bu anlamda Fatih Belediyesinin, oturma izinleri olsa dahi mültecilerin Fatih’te ev kiralamalarına yasak getirmesi, İslami ve insani anlamda büyük bir ayıptır. İnsanların mültecilere karşı kışkırtılarak onlara ev kiralanmamasını, çalıştırılmamalarını ve içeri alınmamalarını telkin eden beyanlar, insanları ayrıştırmak ve nefreti körüklemektir. ‘Misafir rızkıyla gelir ve ev sahibinin günahlarının silinmesine vesile olarak ayrılır’ diyen bir medeniyetin müntesipleri olarak, inancımızı ve insanlığımızı hiçbir zaman göz ardı etmemeliyiz. Hükümeti, yerel yöneticileri ve siyasetçileri mültecilere yönelik söylem ve icraatlarında daha duyarlı olmaya hukukun en temel ilkelerine ve insani değerlere uygun davranmaya davet ediyoruz." denildi.

Türkiye’de kaybolan Filistinliler

Son zamanlarda Türkiye’de mazlum Filistinlilere yönelik esrarengiz kaçırma haberlerinin gündemden düşmediğini dikkat çekilen açıklamada, Türkiye’de yaşayan Filistinlilerden son bir ay içerisinde kaybolan 7 kişinin ardından son günlerde önce iki kişinin daha kaybolmasıyla bu sayının 9’a çıktığı hatırlatıldı.

Açıklamada, "Filistin Büyükelçiliği, kaybolanlardan Muhammed Salhab’ın Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi son sınıf öğrencisi olduğunu, Alaeddin Abdullatif, Muhammed Hamada, Abdurrahman Ebu Nawah, Nahed Saber El-Kafarna, Ahmed El-Qishawi ile Fatıma Getawi’nin ise İstanbul’da yaşadığını ve ailelerinin kendilerine bir türlü ulaşamadıklarını ifade etmektedir." bilgisine yer verildi.

Konya’da üniversite öğrencisi olan Muhammet Salhab’ın, Cuma namazına giderken yanına yaklaşan siyah bir minibüse zorla bindirilip kaçırıldığının hatırlatıldığı açıklamada, görgü tanıkları ve kamera kayıtları ile sabit olmasına rağmen ne kendisi ne de onu kaçıranlar hakkında bir bilgiye ulaşılmamasının endişe verici olduğu belirtildi.

"Siyonist terör şebekesine gereken tepkiler gösterilmelidir"

Açıklamada, "Ülkemizde bulunan muhacirler bizim misafirlerimizdir. Onların can ve mal emniyetlerini sağlamak devletin görevidir. Türkiye’de insanların güpegündüz kaçırılması büyük bir güvenlik zafiyetidir. Türkiye, MOSSAD ve CIA gibi kirli şebekelerin istedikleri gibi at koşturdukları bir ülke olmamalıdır. Emniyet ve istihbarat birimleri bu olayların üzerine ivedilikle gitmeli, bize sığınan bu insanlar sağ salim kurtarılmalı ve Siyonist terör şebekesine gereken tepkiler gösterilmelidir." ifadelerine yer verildi.

Hindistan’da Müslümanlara yönelik saldırılar

Hindistan’da iktidardaki faşist Bharatiya Janata Partisinin, Müslümanlara yönelik başlattığı saldırılarla 1300 aileyi evlerinden çıkardığına değinilen açıklamada, "Tahliye kampanyası" adıyla masumlaştırmaya çalışılan saldırılara direnen Müslümanların, ırkçı örgüt RSS Hindutwa çeteleri ve kolluk güçlerinin şiddetine maruz kalarak katledildiğine dikkat çekildi.

"Hindistan mallarına karşı uluslararası bir boykot başlatılmalı"

Hindistan’ın, Müslümanlara karşı başlattığı baskı ve şiddet operasyonunun, Myanmar yönetimi ve Budist çetelerin Arakanlı Müslümanlara yaptıkları soykırımdan farksız olduğuna vurgu yapılan açıklamada, "Hindistan’da faşist yönetim ve çetelerin Müslümanlara karşı başlattığı saldırılara karşı İslam dünyası harekete geçmelidir. Hindistan mallarına karşı uluslararası bir boykot başlatılmalı, İslam ülkeleri yöneticileri Hindistan yönetimini kınamakla yetinmekten vazgeçmeli, diplomatik ve ekonomik yaptırımlar uygulamalıdır. İslam İşbirliği Teşkilatı, dünyanın birçok yerinde zulme uğrayan, temel hak ve hürriyetlerinden mahrum bırakılan Müslümanların müdafaası için artık harekete geçmelidir." çağrısında bulunuldu.

"Türkiye, iki emperyalist gücü birbirine alternatif olarak görmemelidir"

Açıklamanın sonunda Türkiye'nin dış politikasına ilişkin şu değerlendirmelerde bulunuldu:

"Parasını ödemesine rağmen Türkiye’ye F35 uçaklarını vermediği gibi patriot hava savunma sistemlerini de vermekten imtina eden ABD, yaptırım tehditleri ile Türkiye’nin alternatif hamlelerini de engellemeye çalışmaktadır. ABD’nin bu tehditlerine rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Soçi’deki temasları önemlidir. Ancak ABD’nin alternatifi yine emperyalist bir güç olan Rusya olmamalıdır.

Amerika ile Rusya, kendi çıkarları el verdiği müddetçe dost olabiliyorlar. Çıkarların bittiği yerde dostluk da bitmektedir. Bu anlamda ne Rusya ne de Amerika ile stratejik bir müttefiklik veya ortaklıktan söz edilemez. Sadece çıkar ortaklığı söz konusu olabilir.

Suriye meselesinde iki ülkenin de gerçek yüzleri net bir şekilde görüldü. Türkiye bundan sonraki süreçte bu ülkelerle olan ilişkilerini stratejik ortaklığa ve müttefikliğe dönüştürmemeli, iki emperyalist gücü birbirine alternatif olarak görmemelidir. Rusya ve ABD’nin İslam topraklarında kontrolü sağlamaya yönelik politikalarına karşı Türkiye, bölge ülkeleri arasında iş birliğini artırmayı hedeflemeli, komşu ülkelerle yaşanan sorunlarda çözümü yine komşu ülkelerle iş birliğinde aramalıdır." (İLKHA)