AİHS, 4 Kasım 1950 tarihinde Roma'da kabul edildi. 3 Eylül 1953 tarihinde Türkiye'de yürürlüğe girdi. 10 Mart 1954 tarih ve 6366 sayılı kanun ile onaylanan sözleşme, 47 ülkede hâlâ yürürlüte.
Konuya ilişkin yazılı açıklama yapan Türkiye Aile Meclisi Sözcüsü Adem Çevik, Avrupa Konseyi tarafından Türkiye'nin sözleşmeye üyeliğinin 18 Mayıs 1954’te kabul edildiğini, Türkiye’nin 28 Ocak 1987’de AİHM’ne bireysel başvuru hakkını tanıdığını, mahkemenin zorunlu yargı yetkisinin ise 28 Ocak 1990’da kabul edildiğini söyledi.
"AİHS adaleti değil eşitliği savunuyor"
Çevik "AİHS ve İstanbul Sözleşmesi gerçekte Türkiye kadınının ve genişletilmiş kadın figürlerin erkek kimliğinin davranışlarını gözleme, denetleme, engelleme ve cezalandırma kolluğuna dönüştürülmesini hedeflemektedir. Dolayısıyla bu figürle mücadele, etiğe karşı ahlâk esaslı bir aile modeli teklif etmek ve yaşamak olabilir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi adaleti değil eşitliği savunuyor. AİHS’nin Türkiye’ye taşıdığı kavram eşitlik ve ayrımcılık yasağıdır. Bu kavram cinsiyetsizliği ifade etmektedir." dedi.
"Kadına pozitif ayrımcılık yapılmakta"
Anayasadaki İstanbul Sözleşmesi'nin aileyi ifsat ettiğine hatırlatan Çevik, "AİHS’inin getirdiği bu iki kavram (eşitlik, ayrımcılık yasağı) Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nda da düzenlenmiştir. 10'uncu maddede 'herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.' deniliyor. Aile, toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Görüleceği üzere aileyi ifsat eden sözleşmelerden İstanbul Sözleşmesi'nin 4'üncü maddesinin 4'üncü bendinde 'kadınlar lehine alınacak her türlü tedbirin ayrımcılık sayılmayacağı hükmünün düzenlendiği, bu hükmün Anayasa'ya aykırı olduğu' iddia bile edilememektedir. Millet iradesinin tecelligahı olan TBMM, AİHS, CEDAW, İstanbul Sözleşmesi dayatmalarına göre anayasa ve yasalar yapılmaktadır. Nitekim Anayasasının 10'uncu maddesi kadına pozitif ayrımcılığın ayrımcılık olmadığını düzenlemekte, anayasanın 41'inci maddesi kadın, erkek arasında eşitliği koruyucu bir evlilik düzeni getirerek kadına pozitif ayrımcılık yapmaktadır." diye konuştu.
Aile kavramının tanımlanmadığını, bu tanımın bati tarafından yapıldığına dikkat çeken Çevik şöyle konuştu:
Diğer taraftan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası aile kavramını tanımlamamaktadır. Tanımlanmamış aile kavramını kullanan Anayasa, bir maddesinde özel hayatın ve ailenin korunmasından bahsetmektedir. 20'inci madede, 'herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.' denilmektedir. AİHS kapsamında kurulan AİHM'nin kararlarında, aile kadın ve erkeğin resmi makamlar önünde evlilik tesis ederek kurduğu bir müessese değildir. AİHM eşcinsel evliliğe izin veren düzenlemeleri AİHS’ne aykırı bulmamaktadır.
"Anayasa’nın 10'uncu maddesi yürürlükte olduğu sürece şiddet ve cinayetler artmaya devam edecek"
AİHS’nin 14'üncü maddesinin cinsel ayrımcılığı da reddettiğini belirten Çevik, "AİHM, cinsel yönelim kavramına İstanbul Sözleşmesi'nden (2012) önceki tarihlerde AİHS'nin 14'üncü maddesine atıf yaparak, AİHM kararlarında yer vermiştir. 10'uncu madde olan 'kanun önünde eşitlik' maddesi iki kez değişikliğe uğramıştır. 2004’de Anayasa'nın 10'uncu maddesinde 'kadın erkek eşit haklara sahiptir. Devlet, kadın-erkek eşitliğini yaşama geçirilmesinde yükümlüdür' kuralı eklendi. 2010’da bu değişikliğe 'devletin kadın erkek eşitliğini sağlamak amacıyla alacağı tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanmaz’ cümlesi eklendi. Anayasa’nın 10'uncu maddesi AİHS ve CEDAW etkisiyle devletin kadın-erkek eşitliği temelinde ayrımcılık yapamayacağını düzenlemektedir. Keza bu madde, kadınlara yapılacak pozitif ayrımcılığın ayrımcılık yasağını ihlal etmediğini, anayasal ilke olarak kabul ettiğini belirtmişti. Anayasa'nın 10'uncu maddesi yürürlükte olduğu sürece, şiddet ve cinayetleri arttırmaya devam edecektir." şeklinde konuştu. (İLKHA)