Kölelik devri uygulamalarını duymayanımız bilmeyenimiz yoktur. Hani güç sahibi kodaman kartellerin zorla köleleştirip köle pazarlarında sattığı, köleleştirdiği kişilerin yüksek meblağdan satılması adına onun özelliklerini ifşa için köle erkekse; gücü, kuvveti, iş becerisi, yetenekleri, varsa bir mesleği veya el sanatı, köle bir kadınsa yani cariye ise fiziksel özellikleri, güzelliği üzerinden binbir yalanla ve ustaca mübalağalarla yüksekçe bir yerden sergilenip pazarlandığı bir devir. Tabi bu devrin köleleri özgürlüğe susamış ve köleliği hiçbiri içine sindirmemiş ve hürriyetlerine kavuşabilmek için birçok şeylerini verebilecek vaziyetteler. Belki bileklerine pranga, boyunlarına boyunduruk vurulmuş &`;efendilerin” kapılarında bir lokmaya hasretler ama kalpleri hürriyet için atmakta, bedenleri istemedikleri halde köle, ruhları ise her zaman hür.
Kimse köleler ve cariyeler devri geçti demesin. Ve yine kimse bu çağda artık kölelik ya da cariyelik olamaz demesin. Çünkü daha birkaç gün önce dünyanın çeşitli ülkelerinden eğitim seviyesi gayet yüksek(!) oldukça medeni(!) ve aldıkları yüksek eğitim ve medeniliklerine paralel olarak bir o kadar da cariyelerde aranan hasletlere de sahip tam on sekiz zavallı Diyarbakır`da pazarlığa çıkarıldı. Kimse yanlış anlamasın hiçbirinin boynunda boyunduruk bileklerinde pranga filan yoktu. Hatta hiçbirinin yüzünde bir memnuniyetsizlik belirtisi de yoktu. Aksine hallerinden gayet memnundular ve yüzlerinden bunun nişanesi gülücükleri eksilmiyordu. Tıpkı asırlar öncesinde pazarlanan o zavallı köleler ve cariyeler gibi yüksekçe bir yerden sergileniyorlardı. Üstelik "efendileri” onları pazarlarken itip kakma gereği duymadığı, kendileri gönüllerince bir o yana bir bu yana gidip gelen gönüllü kölelerdi.
Sonra, asırlar önceki cariyelerin giyim kuşam kurallarına da tamamen gönüllü olarak uymuşlardı. Zira eski kurallara göre köleler ve cariyeler sınıf farkının açıkça belli olabilmesi için göbekten yukarıya doğru ya üstleri tamamen açıktı, ya da buna yakın bir şekilde yarı çıplak bir vaziyette geziniyorlardı. "Efendiler” ise tam aksine kendi sınıflarının daha bariz belli olabilmesi adına kılık kıyafetleri tüm vücutlarını örtecek şekildeydi. Hatta bir cariye bir "efendi” gibi giyinmeye kalkışsa bu hoş karşılanmaz, üstüne bir de tepkiyle karşılaşırdı. İşte Diyarbakır`a gelen o zavallılar tam da o cariyeler gibi yarı çıplaktılar.
Cariyeler o dönemin alt tabakasında bulunuyorlardı ve kılık kıyafetleri de bunun alametiydi. Ama bu çağın cariye kıyafetlerine bürünüp yüksekçe yerlerde pazarlanan zavallıları bu durumlarıyla kendilerini "efendi” addedip hür olmanın yolunun bu yüksekçe yerlerde(podyum) salınmaktan geçtiğini sanmakta ve bunu memnuniyetle, hiçbir baskıya maruz kalmadan yapmaktalar.
Tabi bunlara çanak tutup, kameralarının objektiflerini bu zavallıların vücutlarını teşhir için kullanıp, sonra ağızlarının suyu aka aka izleyip izlettirerek elde ettikleri fahiş meblağlı gelirleri de cebe indiren devrin kodaman kartellerinin kirli bağlarından söze gerek yok. Yalnız bu zavallıların ve bu zavallılara özenen yerli zavallıların ailelerinin Müslüman olduğu aklıma gelince beynim donmakta adeta... Zira namus mefhumuna düşkünlüğüyle bilinen Müslümanların kızlarının bu hale düşmeleri düşündürücü olmakla birlikte bir o kadar da kahredici…
Özgürlük ve kölelik kavramlarının bu kadar karıştığı bu çağda, acaba açılıp saçılarak medenileştiğini sananlar mı? Yoksa sokakta karşılaşıldığında burun kıvrılıp dudak bükülen tesettürlü kadınlar mı medeni?
Merhum Mehmet Akif`in
"Ne edep var ne hayâ çırılçıplak bedeni!
Eğer medeniyet açıp saçmaksa bedeni;
Desenize hayvanlar bizden daha medeni” mısraları ve Üstad Bediüzzaman`ın ‘mim`siz medeniyet tabiri bu sefih güruhun düzenlemek istedikleri "dünya medeniyetler güzellik yarışması”(!) adlı rezaleti ve bunun uzantısı olan hayat tarzını özetlemeye yeter.
Bedir KARAKAYALI/Söz ve Kalem Dergisi