HÜDA PAR Genel Sekreteri ve Parti Sözcüsü Şehzade Demir, Rehber TV'de Olcay Ersoy'un sunduğu Rehber'de Gündem programına konuk oldu ve iç ve dış gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

"Hükümetin üzerinde durması gereken en önemli husus ekonomidir"

Ekonomik sorunlar son 3-4 yıldır Türkiye’nin gündeminden düşmediğini belirten Demir,  bu ekonomik sorunlarla ilgili bir çıkış beklentisi içinde olduklarını söyledi.

Ancak böyle bir sürecin yaşanmadığının, aksine her geçen gün ekonomik durumun daha da kötüleştiğini söyleyen Demir, "Her gün, geçen günü aratır oldu. Enflasyon rakamları, zamlar ortadadır. Hem üretici hem tüketici enflasyon rakamları ortadadır. Toplumun en önemli gündemi ekonomidir. Milletin yaşadığı sıkıntılar, hayat pahalılığı, ödenemeyen faturalar, getirilemeyen ay sonları bunlar önemli sorunlar. Bize göre hükümetin üzerinde durması gereken en önemli husus ekonomidir. Acil eylem planı olarak hükümetin ekonomiyi masaya yatırması lazımdır. İşsizliğe, hayat pahalılığına, gençlere nasıl kapı açacağız bunlar masaya yatırılmalıdır. Yolsuzluklar, yanlış yatırımlar nasıl önlenecek, israfın önü nasıl kesilecek, bunların gündeme alınması lazımdır." dedi.

"Hayat pahalılığı Türkiye’yi daha kötü günlerin beklediğini gösteriyor"

Demir, "Hükümetin içinde bulunduğu rahatlık çok gariptir. Hakikaten hükümetin ve toplumun gündemi birbirinden çok farklıdır. Bir çözümsüzlük mü, çaresizlik mi var? Ekonomi yönetimi içinden çıkamıyor. Temmuz ayı ile birlikte elektrik ve doğalgaza yapılan astronomik zamlar her şeye yansıdı. Temel gıdadan ulaşıma, sağlığa her şeye yansıdı. Elektrik ve doğalgaz üretimde ana girdi kalemleri olduklarından bunlar zamlanınca enflasyon yükseliyor. Markete gittiğinizde bir hafta öncesinden aldığınız fiyattan ürün alamıyorsunuz. Bu gidiş iyi bir gidiş değildir. Hayat pahalılığı, üretimin durma noktasına gelmesi, önümüzdeki süreçte Türkiye’yi daha kötü günlerin beklediğini gösteriyor. Her 4 gençten 3’ünün gelecekten yana hiçbir beklentisi yok. Günlerini bile kurtaramıyorlar. İşe gireceğim, hayatımı kuracağım, hayatımı inşa edeceğim diyemiyorlar. Bizi ürküten budur." diye konuştu.

Türkiye'nin batıya göre en önemli avantajının genç ve dinamik nüfus olduğunu vurgulayan Demir, gençlerin geleceğine yönelik projeler yapılması gerektiğini ancak ekonomi yönetiminin bunu düşünemediğini belirtti.

"Halkın belini büken hayat pahalılığına yönelik bir çalışma yok"

İşsizlik rakamlarına işaret eden Demir, "Genel işsizlik rakamları yüzde 12-13 olsa da bizi ilgilendiren kısım genç nüfustaki işsizlik rakamlarıdır. Genç nüfusta işsizlik 25-26’larda geziyor. Gençlerimiz ailelerine, kendilerine katkı sağlayamıyor. Bütün bu olumsuzlukları hesaba kattığınızda  her şeyin bir kenara bırakılarak ekonomi yönetiminin ekonomiyi masaya yatırması ve bu krize bir çözüm arayışına girilmesi gerektiğini görüyorsunuz. En çılgın projelerin ekonomiye, istihdama yapılması lazım ki gençler geleceğe ümitle baksın, esnaf gülsün, hayat pahalılığının önüne geçilsin. Hükümetin adım atmaması bizim tuhafımıza gidiyor. Siyaset sahasında hükümetin veya yakın çevrelerin birbiriyle uğraşmaktan milletin ekonomik sorunlarına bakma fırsatı olmuyor. Kendi ikballerine yönelik olağanüstü bir hareketlilik, farklı farklı seçim stratejileri ve projeler masaya yatırılıyor. Ancak halkın belini büken hayat pahalılığına yönelik bir çalışma yok." diye konuştu.

"Kıbrıs’a külliye ve Kanal İstanbul ihtiyaç duyulan yatırımlar olabilir ancak şu an değil"

Demir, "İstihdam düşüyor, işsizlik yükseliyor, insanlar ailesini geçindiremiyorsa istediğiniz kadar yapılan yol ve köprülerden bahsedin. Belki o zamanın şartlarında güzel yatırımlar ve işlerdi. Bu ekonomik kriz ortamında eski yatırımlarla övünmenin bir anlamı yoktur. Yeni sorunlara çözüm üretilmeli, ekonomi çarklarının döndürülmesi lazımdır. Bunlar konuşulmalı, bunlar acil eylem plan olarak masaya yatırılmadır. Kıbrıs’ta büyük bir külliye yapılacakmış. Bir de Kanal İstanbul projesi var. Bunlar da belki ihtiyacı duyulan yatırımlardır. Ancak şimdi değil. Bize göre en çılgın proje 6 ay veya 1 yıl içinde Türkiye ekonomisinin düze çıkarılmasıdır. İnsanlar açken, asgari ücret sadece kira ve faturalara yetmiyorken, insanlar yoksulluk sınırında yaşarken o projelere devasa bütçelerin yatırılması kabul edilebilir bir durum değildir. Şu anda gençlerimizin istihdama ihtiyaçları var. Sanayici ile üreticinin çarklarının döndürülmesine ihtiyaç vardır." değerlendirmesinde bulundu.

Salgınla birlikte alınan önlemler kapsamında esnafın yaşadığı sıkıntılara değinen Demir, "Tüm bunlar dışa bağlı üretim sektörünün maliyetlerinin yükselmesine, iflas edip kepenk indirmesine neden oldu. Şu an sanayide, tarımda çarklar dönmüyor. İnsanlar borçlanıyor. Üretim zararla sonuçlanıyor. Küçülmeye gidiliyor. İşten çıkarmalar yoğunlaştı. İşe alımlar zaten yok. Devletin kurumlara yönelik istihdamı da önceki yıllara göre çok azalmış. Bu nedenle işsizlik, sürdürülemez boyutlara çıkmış." dedi.

"Son 3 yıl içinde büyüyen tek sektör faiz ve banka sektörü oldu"

Demir, "Girdi maliyetlerinin düşmesi için sektörün önünün açılması, üretime sıfır faizli kredi veya hibelerin önünün açılması gerekir. Hükümetin tek yaptığı şey; insanları faize, krediye muhtaç hale getirmek, kredi kullanmaya teşvik etmektir. Bu kısa vadeli bir çıkış olsa da uzun vadede bir tıkanmadır. Hükümet hibe vereceğine, girdi maliyetlerini düşüreceğine onları kredi kullanmaya zorluyor. Son 3 yıl içinde büyüyen tek sektör faiz ve banka sektörü oldu. Onların dışındaki tüm hizmet sektörleri küçüldü. Ağır bir kriz ortaya çıktı. Faizli finans sektörleri büyüdü. Bu sonuçtan  bile Türkiye’de ciddi bir sıkıntının olduğunu okumak mümkündür. İnsanları borca mahkûm etmek küresel sömürü sisteminin yöntemidir. Türkiye’nin küresel ekonomi politikalarını uygulaması, faize, borsaya yöneltmesi sürdürülebilir bir süreç değildir. Önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin tamamen dışa bağlı olmasına neden olacaktır." diye konuştu.

Demir, "Çarkların dönmesi için girdi maliyetleri önemlidir. Doğalgaz, elektrik, ÖTV ve vergilerin düşürülmesi, faizsiz krediler verilmesi gerekir. Devletin elini taşın altına koyarak asgari ücretten vergi almaması, SSK primlerini düşürerek esnafı eleman almaya teşvik etmesi önemlidir. Bu adımlar atılmadığı müddetçe esnaf rahatlamaz." diye ekledi.

"Toplumun mağduriyeti ve esnafın kaybı ile karşılaştırıldığında hükümetin verdiği destek gülünç"

Salgın sürecinde esnafa yapılan desteklerin diğer ülkelere oranla çok alt sıralarda kaldığını söyleyen Demir, "Vatandaşa bin lira, esnafa 750 lira kira yardımı yapıldı. Bunlar hangi boşluğu dolduracak ki? Esnafın bir ay içindeki kaybı belki 10 bin, 20 bin TL’dir. Bin lira versen ne vermesen ne? Yetkililerin açıklamaları hayret edilecek durumdadır. Toplumun yaşadığı mağduriyet ve esnafın kaybı ile karşılaştırıldığında hükümetin verdiği destek çok gülünç oranlarda kalmaktadır. Hükümetin en iyi yaptığı şey halkı krediye yönlendirmek, borca teşvik etmek ve faize alıştırmak oldu. Yükseltilen faiz oranları ile de yatırıma, üretime, istihdama yönlendirilmesi gereken paralar da faizli bankalara yönlendirilmiş oldu. Verilen destekler de sektöre katkı sunmak yerine bankalara gitti. Bu süreçte toplumun önemli bir kesimi faize bulaştırılmış oldu. Faizli krediler nedeniyle sektörün neredeyse bütün kârı bankalara gitti. Bizim memleket bankalara çalışır hale getirildi maalesef." şeklinde konuştu.

"Selde yaşanan felaketler vatandaşların ders çıkarmaması ve hükümetin tedbir almamasının sonucudur"

Doğu Karadeniz'deki sel afetlerine değinen Demir, afetlerde hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet, selzedelere de geçmiş olsun diledi.

Sel ve deprem öncesinde Türkiye'de gereken önlemlerin alınmadığını belirten Demir, "Artvin’in, Rize’nin, Doğu Karadeniz’in sorunu malumdur. Bunu hükümet de, vatandaş da belediyeler de bilir. Kimse elini taşın altına koymuyor. Selde yaşanan felaketler ve mağduriyetler vatandaşların ders çıkarmaması ve hükümetin tedbir almamasının sonucudur. Evlerin önemli bir kısmı dere yataklarında kurulmuş. Vadinin ortasında köyler, apartmanlar yapılmış, insanlar iskân edilmiş. Bunun çaresi niye yok. Yılda birkaç kere bu afetleri yaşıyoruz. Dere yatakları ile dağ yamaçlarının iskana kapatılması, kayalık yerlerde iskân yapılması lazımdır. Ama bu yapılamadı. Bunda vatandaşlara da seslenmek istiyorum: Karadeniz’deki vatandaşlarımız ders çıkarmıyorlar. Her yıl aynı felaketleri yaşıyorlar ancak yine de riski dikkate almıyorlar, orayı boşaltmıyorlar. Niye aynı şey yaşanır ve ibret alınmaz." ifadelerini kullandı.

"Ağaçlandırma hızlandırılmalı, meskûn yerler daha sağlam yerlere alınmalıdır"

Demir, şöyle devam etti: "Yasal prosedürlerin uygulanmaya konulması lazımdır. Doğu Karadeniz’in iklimi, coğrafi ve toprak yapısı bellidir. Yoğun yağış alan, dağlık ve engebeli bir yapıdan söz ediyoruz. Toprak yumuşaktır. Yoğun yağışta heyelan yaşanması kuvvetle muhtemeldir. Meskûn yerler, sağlam yerlere yapılmalıdır. İnsanlar çay bahçelerini genişletmek için ormanı yıkıyor, ağaçları kesiyorlar. Ağaçların kesilmesi o tür yerler için ağır risktir. Devlet de çay üretiminin artması için buna ciddi anlamda teşvik veriyor. İnsanlar hem teşvikten yararlanmak hem de tarlasını genişletmek için bunu yapıyor. Erozyona karşı en büyük tedbir ağaçlandırmanın yapılmasıdır. Ağaçlar da ha bire kesilince afetler oluyor. Ormanların yok edilmesine engel olmalıyız. Ağaçlandırma hızlandırılmalı, meskûn yerler daha sağlam yerlere alınmalıdır. Tedbirler sadece afetlerin sonuçlarını minimize etmek içindir. Afetlere engel olmak belki mümkün değildir. İlahi takdirin bir sonucudur. Ancak tedbir alınarak zararları azaltmak mümkündür. Vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini sağlamak, hükümetin sorumluluğu altındadır. Vatandaş kendi tedbirini almıyorsa hükümet bu tedbirleri almak durumundadır."

Dış ülkelerin fonladığı medya organları

Türkiye'deki bazı medya organlarının dış ülkelerden finansal destek almasına tepki gösteren Demir, "Memleketimiz maalesef toplumun büyük kısmının ne olduğunu bilmediği dış menşeli birçok STK’nın, medya kuruluşunun, finans kurumunun ve farklı farklı kuruluşların  -tabiri caizse- cennetine dönmüştür. Bu şekilde olmamalıdır. O kadar çok dış odak, büyükelçilik, dış mihrak ve STK Türkiye’de aktif ve o kadar büyük fonlar akıtılıyor ki tüm bunlara bakınca Türkiye’nin sükuneti bulması ve barış içinde yaşamasının imkânsız olduğunu görüyoruz. Dost olmadıkları aşikar olan odakların paraları, stratejileri, onların hesabına çalışan, onlar adına hareket eden, onlar adına saha çalışması yapan STK’lar aramızda çalışıp duruyorlar. Onların projeleri, onların stratejileri toplumumuza empoze ediliyor. Onlardan alınan parayla sahada çalışıyorlar. Biz de diyoruz ki neden toplumuz huzura kavuşmuyor, halkımızdaki bu olumsuz değişim niye yaşanıyor, gençliğimiz niye bu kadar öz değerlerinden uzaklayışor, maneviyatımız niye ayakta kalmıyor, niye aslımızı muhafaza edemiyoruz." diye konuştu.

"Birer operasyon ve algı merkezleri"

Demir, "Bilmek gerekir ki bunlar birer operasyon ve algı merkezidir. Zihinlerin işgal edilmesi, dönüşmesi anlamında operasyon merkezleridir. Bunlardan bazılarına değinelim. ABD’deki bir kuruluşun Türkiye’ye aktardığı devasa paralar var. Avrupa’nın, Almanya’nın, Amerika’nın, Norveç’in, İsveç’in, Danimarka’nın dünya kadar vakfı var. Bizim coğrafyamızla, dinimizle hesabı olan bütün ülkelerin bizim içimizde çalışmaları var. Bunların hepsi art niyetlidir. Bunların hiçbirinin bizim faydamızı düşündüğüne inanmıyoruz." dedi.

"Dış finanslarla düşmanların elini içimizden çekmek için herkes harekete geçmeli"

Söz konusu finansı sağlayan vakıf ve kuruluşların, insani yardım ve mültecilerin ihtiyaçları gibi konularda destek sağlamadığına işaret eden Demir, "Ama bunların 10 katı, 100 katı kadar sermayeleri kirli faaliyetler için Türkiye’deki bu vakıf ve oluşumlara aktarabiliyorlar. LGBT ve platformlarına destek veren, devasa büyüklükte dış merkezli 32 farklı yapı dikkatimi çekti ilk bakışta. KAOS GL’ye aktarılan o kadar para var ki toplumun gençliğinin muhafaza edilmesi mümkün değil. Siyaset kurumunun bunu gündeme alması, bunu demetlemesi lazımdır. Gidiş iyiye doğru değildir. Dış finanslarla düşmanların elini içimizden çekmek için herkes harekete geçmeli, bunları afişe etmelidir. Bunlar bizde hiçbir şey bırakmadılar. Aile bırakmadılar, gençlik bırakmadılar." değerlendirmesinde bulundu.

"Türkiye’nin Avrupa sevdası çok tehlikeli bir noktaya geldi"

Fonlanan medya kuruluşlarının yaptığı çalışmalar ve raporlarının kime hizmet ettiğinin bilindiğini dile getiren Demir, "Hükümet harekete geçmelidir. 10-20 yıl sonra bizim orijinal neslimizden bahsedilemez. Türkiye’nin Avrupa sevdası çok tehlikeli bir noktaya geldi. Türkiye’ye bu mevzuatları dayattı. Bu dış fonlara dünya kadar alan açtı. İstanbul Sözleşmesi bir dış sözleşmedir. Türkiye imza atmıştı. Bir sözleşme Meclis'ten tutun bütün bakanlıklara, daire başkanlıklarına kadar İstanbul Sözleşmesi takip komisyonlarının kurulmasını zorunlu kıldı. Bakın bu komisyonlar kaldırılmadı. Avrupa’ya uyum sürecinde dayatılan süreçler var. Uluslararası sözleşmeler bu fonlama kuruluşlarının elini güçlendirdi, saha açtı. Onlar bizi bizden alıyor. Emin olun bizim her şeyimizi bizden alıyorlar. Buna önlem alınmadığı vakit söyleyecek sözümüz kalmaz." diye konuştu.

Sosyal medya platformlarına zararlarına dikkat çeken Demir, bunların kültür ihracı, zihinsel sömürü, insanları koyunlaştırma ve gereksiz şeylerle meşgul etme görevini üstlendiğini belirtti.

"Sosyal medya platformlarının toplumumuzu bu kadar ciddi oranda tehdit etmesi engellenmelidir"

Demir, "Uluslararası anlaşmaların dış fonlara açtığı saha gibi bizim İletişim Başkanlığının mevzuatı da geniştir. Sosyal medya platformlarına sınırsız alan açmış. Son dönemde Instagram, Twitter gibi platformlara yurt içinde temsilci bulundurma zorunluluğu getirildi. Bunun da bir faydası olmadı malum. Sadece Twitter'da o kadar çok ahlaksızlık var ki, o kadar çirkef hesaplar açılmıştır ki bunların gençlerimize dayattığı ahlaksızlıklara karşı gençliğimizi korumamız imkansız hale gelmiştir. Ne değer bırakıyor ne ahlak. Anlatmaya çalıştığım sadece müstehcenlik ve cinsellik için söz konusu değildir elbet. Müstehcenlik anlamında zaten hiçbir sınır ve engel yoktur bu sahada. Onun ötesinde deizm, laiklik, sınırsız özgürlük alanları, liberalizm, cinsi sapık fikir ve düşünceler… Bu platformlar ne getiriyor ne götürüyor kimse bunları düşünmüyor. Bu tür platformların her tür art niyetli insan veya teşekküle imkân sağlaması, her türlü düşünceye, art niyetli oluşuma alan açması nedeniyle gençliğimiz, toplumumuz tehdit ediliyor. Bilinç altlarını, kültürlerini alıp götürüyor. Müstehcenlik gibi şeylerle onları bütün değerlerinden uzaklaştırıp aileleri yıkabiliyor. Bu tür platformların toplumumuzu bu kadar ciddi oranda tehdit etmesi engellenmelidir. Zararlı anlamda yayın yapan, ön plana çıkan platformların tamamen kapatılması, mümkün değilse ciddi şekilde denetim altına alınması zorunluluk haline gelmiştir." şeklinde konuştu.

Bölgedeki elektrik kesintileri

Elektrik kesintilerden dolayı yaşanan mağduriyetlere değinen Demir, "Kozluk’un 60’tan fazla köyün DEDAŞ’a ağır borcu var. Her köyün 1-2 milyon TL’den fazla borcu vardır. Bunlar ödenmemiş ve yapılandırılmamış. Bu yüzden kesmişiz diyorlar. Bu bile insanların susuz bırakılmasına gerekçe olamaz. İnsanların 1-2 milyonluk faturayı ödemesi zor. Buna çözüm bulunmalıdır. Köylülerin genelinin su sayacı yok. Faturalar köyün tamamına genel kesiliyor. Köylülerin bu genel faturayı ödemesi imkânsızdır. Köylülerin bir kısmı her zaman yok. Bir kısmı taşınıyor. Elektrik tarifeleri de çok yüksek." ifadelerini kullandı.

Demir, "Bu sıcakta, bayram günlerinde 40’tan fazla köyün suyunun kesilmesi, insanların susuz bırakılması bize göre asla ahlaki ve insani değildir. Bu emri, bu talimatı veren yetkililer utanmalıdır. Bu köylerde tüm evlerde değil, evlere içecek su sağlayan artezyen kuyularının su depolarının trafolarını çalıştıran motorların elektriği kesildi. O elektrikler kesilince bütün köy susuz kalıyor." diye konuştu.

Doğu ve güneydoğuda bu tür sorunlar sürekli yaşandığını belirten Demir,  "Mesela Kızıltepe’de, Şanlıurfa’da, Mardin’de sulu tarım yapan çiftçilerimiz, üreticilerimiz çok. Artezyen kuyularına su sağlayan sistemin tamamı eklektikle çalışıyor. Elektrik tarifeleri o kadar yüksektir ki o çiftçiler bütün yıl boyunca elde ettiği mahsulünün getirisinin tamamını elektriğe verse yine karşılayamıyor. Böyle olunca elektrik faturaları kabarıyor. Ödenemeyince de DEDAŞ elektrikleri kesiyor. Tarlalar kuruyor, ürünler heder oluyor ve insanlar mağdur oluyor. Bu tür sorunlar Doğu ve Güneydoğuda sürekli var. Sistem oturmamış. Elektrik fiyatları çok yüksektir. Bu durum ülke ekonomisini büyük bir sıkıntıya sokuyor. Türkiye dışarıdan elektrik alan bir ülke değildir. Rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi, hidro elektrik ve termoelektrik santrallerinin tamamı Türkiye’nin içinde yapılıyor. Türkiye elektriği dış ülkelere ihraç eden bir ülkedir. Türkiye elektriğe muhtaç olmadığı halde kendi vatandaşlarına neden bu kadar pahalı satıyor anlamak mümkün değildir." şeklinde konuştu.

Demir, "Batman köyündeki durumda ya evlere sayaç takılır ya da su kuyularına güneş panelleri takılır. Bu paneller kaymakamlıklar tarafından yapılabilir. Ya da köylülerin kendi aralarında yapmaları teşvik edilebilir. Bu sorun Batman için ön plana çıktı ama bölgenin diğer yerlerinde de aynı sorun var. Mevcut borçlar devlet tarafından affedilmeli veya kaymakamlıklar tarafından ödenmelidir. Gerçek şu ki var olan borçların köylüler tarafından ödenmesi mümkün değildir." diye ekledi.

"Tunus’taki müdahale BAE, siyonizm ve ABD’nin desteğiyle yapılan bir müdahaledir"

 

 

Tunus'ta Cumhurbaşkanı Kays Said'in meclisi askı alma ve Başbakan ile bazı önemli yöneticileri görevden alma kararlarını değerlendiren Demir, "Kays Said’in, BAE ile ilişkileri, işgal rejimi ile yakın ilişkileri bilinen hususlardır. Bir bir İslam kaleleri düşürülüyor. Tunus İslam kalesi miydi? Belki bu tabir yanlış olur. Ancak Nahda hareketi, İhvan'ı temsil eden, İslam’ın özüne çok yakın güzel faaliyetleri olan, İslam ümmetine ciddi katkıları olan bir yapı. Bize göre İslam'ın ayakta kalan önemli güç noktalarına direk olarak yapılan müdahalelerden bir tanesidir Tunus’taki bu siyasi darbe. Mısır’dan,  Sudan’dan sonra Tunus’un da başına bu durumun gelmesi şaşırtıcı değildir. Gerçekten çok üzüldük. Müslümanlar bu süreci iyi görmek, iyi okumak zorundadır. Son 15-20 yıldır İslam ümmetinin bütün kalelerinde ciddi bir kuşatılmışlık, ciddi bir saldırı var. Bu küresel bir saldırıdır, küresel bir müdahaledir, kuşatmadır. HAMAS bile Filistinlilerin o kadar haklı mücadelesine rağmen İslami hassasiyetinden ve İhvan’a yakın duruşundan dolayı bugün tüm dünya çapında ciddi bir kuşatılmışlık yaşıyor. Haklı ve mağdur oldukları halde küresel emperyalizm ve İslam düşmanları, HAMAS’ın haklı davasını terör noktasında görebilecek bir noktaya gelmişler. Tunus’taki bu müdahale bize göre direk Nahda’ya yapılmıştır. BAE, siyonizm ve ABD’nin desteğiyle yapılan bir müdahaledir." ifadelerini kullandı.

"Tunus’taki bütün Müslümanlar değerlerini korumalı"

Tunus'ta yaşananların arka planına değinen Demir, şöyle konuştu:

Tunus’ta aslında hiçbir sıkıntı yok. Nahda 2011, 2014 ve 2018’de kaos çıkmasın, Müslümanlar hedefe girmesin diye hükümeti kurmayıp meclisle yetinmişlerdir. Ülkede ekonomik anlamda ve sağlıkla ilgili bazı sıkıntılar var. Ancak bunu bahane edip postmodern bir darbe yapmak, meclisi feshetmek, başbakanın yetkilerini almak için bunlar gerekçe değildir. Küresel emperyalizmin siyonistleri, Birleşik Arap Emirlikleri ile Körfezdeki diğer satılmış liderleri kullanarak Tunus’taki yerli işbirlikçiler üzerinden oradaki Müslümanlara yapılan direk bir müdahaledir. Biz biliyoruz ki 3, 10, 20, 50 yıl hatta 100 yıl sonra dahi toparlanma ve yönetime gelme ihtimali olan Müslümanların varlığı emperyalizmin uykularını kaçırır.

Nahda hareketi güçlü bir hareket. Yönetimde olmasa dahi toplum içerisinde ciddi bir karşılığı vardır. Temsil ettiği İslami misyonu ile ciddi bir toplumsal karşılığa sahiptir. Bu nedenle hedefe konuldu. Aynı şey Mısırda ihvana yapıldı, Sudan’da Ömer el Beşir’e, Hasan Turabi’ye yapıldı. Dünyanın neresinde İslam’a yakın Müslümanlar varsa bu yapılıyor. İran’ın, Filistin’in kuşatılmışlığı böyle.  Nerede Müslümanları temsil eden bir yapı, teşekkül, sistem varsa Siyonizm, Amerika ve küresel güçler oralara fiili müdahaleler yapıyor. İslam ümmeti bu anlamda çok zorlu bir badireden geçiyor. Müslümanlar buna karşı direnmek zorundadır. Tunus’taki bütün Müslümanlar değerlerini korumalı, Müslümanlar süreci okumalı ve en zararsız şekilde atlatmanın yolunu bulmalıdır. Küresel emperyalizmin İslam ümmetine saldırıları çok ciddi boyutlardadır.

"Nahda hareketinin, bazı maslahatlar için geri çekilmesi ve bunu uzun yıllara yayılması toplumda da ümitsizlik oluşturmuş olabilir"

Demir, "Trump’un Suudi Arabistan’da Suudi’yle, Bahreyn’le, diğer yetkililerle elini o küreye koyduğu zaman ve Kudüs’te hayata geçirilmeye çalışılan ihanet süreci start aldığından beridir İslam ümmetinin başında kara bulutlar geziyor. Bu sadece Tunus’la ilgili değil. Bütün İslam coğrafyasında var olan bir şeydir. Kimimiz farkındayız, belki kimimiz farkında değiliz. Müslümanlar bu kuşatılmışlığı ve oyunu görmelidir. Tunus’ta Nahda hareketi en azından kendi yapısını, kendi tabanını koruyabilmeli ve bunu deşifre edebilmelidir. Tunus’ta 2-3 seçimde ciddi oylar aldığı ve hükümeti kurma imkânına sahip olduğu halde Nahda hareketinin, bazı maslahatlar için geri çekilmesi ve bunu uzun yıllara yayılması toplumda da ümitsizlik oluşturmuş olabilir. Nahda Hareketinin toplumsal beklentileri karşılaması yönünde bir kırılma yaşanmış olabilir. Çünkü Gannuşi’nin barışçıl gösteriler için yaptığı çağrısı çok karşılık görmedi. Nahda hareketinin yönetimini suçlamak için bunu söylemiyoruz elbette. Belki şartları onları buna zorladı. Bu oraya has bir durum. Ancak küresel anlamda, İslam ümmetine yönelik ciddi kuşatılmışlık var. Tunus’ta yaşananlar da bunun sonucudur. Körfezdeki bu devşirilmiş hain liderler siyonizmle birlikte bu planları yapıyorlar ve maalesef İslam ümmeti iyi bir durumda değildir." şeklinde konuştu.