Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan'ın bugün yayımlanan, "Hayat boşluktan nefret eder! Eğer öncü bir kuşak yetiştiremezsek, “boşluk” mezarımıza döner!" başlıklı makalesi şöyle:

Değerleri, o değerleri yaşatan “kültür”leri sağlam olan toplumlar kolay kolay yıkılmaz.

Tersi de doğru: Değerleri, o değerleri vareden kültürleri çürüyen, çözülen toplumlar da kolay kolay ayakta duramaz: Esen sert rüzgârların önünde sürüklenir durur ve toz olur...

Türkiye'de toplumun ortak kültürü, değerleri, aidiyet biçimleri ve ruh kökleri hızla yok oluyor! Bugün ruh köklerini yitiren bir toplum, yarın bu topraklardaki varlığını da yitirmekten kurtulamaz.

Bütün bu yaşananlardan en çok ve en sarsıcı şekilde genç kuşaklar etkileniyor, kaçınılmaz olarak.

Gençlik, üzerinde en çok kafa patlatmamız gereken meselemiz olmalı. Gençlerini ihmal edenler, geleceklerini imha ederler, diyorum o yüzden.

Bugün konuyu ele aldığım bir yazımı, tozunu alarak sizlerle paylaşmak istiyorum. Lütfen dikkatle okuyalım. Hem ülkeyi yönetenler hem de ebeveynler olarak.

NORMAL DEĞİL!

Dışarıdan gelen herhangi bir marjinal akım, burada anında kitleselleşebiliyor. Müzikte de böyle bu, felsefede veya sanatta da.

Sanatı, felsefeyi, müziği filan geçtim, hayatın her alanındaki en “fringe”, en “kopuk”, en “kaçık” akımlar, hızla yayılabiliyor!

Felsefede, sanatta, hayatta en uçuk-kaçık, en sapkın akımlar (mesela feminizm hatta eşcinsellik gibi yönelimler) kolayca merkeze oturabiliyor.

Peki, normal midir bu?

Elbette ki, değildir.

Neden böyle oluyor öyleyse?

Bunun en temel nedeni, Türkiye'nin, laikleşme projesini âmentü hâline getirmesi; buna mukabil ruh köklerini, medeniyet iddialarını önce yoksayması, sonra yok etmeye kalkışması, eğitim, kültür, sanat hayatını, hayatın her alanını değerlerimizin yegâne kaynağı İslâm'dan arındırmasıdır.

Tam anlamıyla intihardır bu! O yüzden böyle bir toplumda büyük bir anlam boşluğu, ürpertici bir ontolojik vakum oluşur.

Tabiat boşluk kabul etmez. Ama hayat boşluktan nefret eder ve ilk fırsatta o boşluğun yerine yenisini ikame eder. Toplumda anormalliklerin hızla yaygınlaşması kolaylaşır.

BİR TOPLUMUN BAŞINA GELEBİLECEK EN BÜYÜK FELÂKET, BAŞINA NE GELDİĞİNİ BİLEMEMESİDİR!

Ürpertici bir akıl tutulması yaşanır orada.

Sosyal darwinizm, geçer akçe hâline gelir.

Herkes, her grup, gücü, iktidar aygıtlarını kutsar; ekonomik, kültürel, siyasî her tür iktidar biçimini...

İktidar aygıtlarının kutsanması, gücün, dolayısıyla güç üreten araçların kutsanması sonucunu doğurur.

Böylece ikinci bir çıkmaz sokağın eşiğine daha fırlatılmış olur değerlerini, ruhköklerini yitiren, ortak paydalarını, müştereklerini, müşterek kıymet hükümlerini kaybeden bir toplum.

Önceleri yabancı kültürel değerlerin, akımların, yönelimlerin istilasına uğrayan toplum, bu kez, aracı kutsadığı için, araçların amaçların önüne geçmesi kaçınılmazlaşır ve araçların kölesine dönüşen toplumun olup bitenleri anlama melekeleri aşınır... İşte orada ürpertici bir zihnî felçleşme yaşanır!

Bir toplumun başına gelebilecek en büyük felâket işte budur. Türkiye şu an tam da böylesi bir felâket yaşıyor: Başına ne geldiğini bilemeyen, daha da vahimi celladına âşık hâle gelen ama bunu bile idrak edemeyecek bir akıl tutulması yaşayan anormal bir varlığı andırıyor!

Ürpertici ama gerçek bu!

Bu toplum, değerlerinin, anlam haritalarının zamanlara ve mekânlara meydan okuyan, keşfedilmeyi bekleyen, yeniden insanlığa ruh üfleyecek bir medeniyet fikrini hayata geçirmemizi mümkün kılacak en köklü, en güçlü kaynağı İslâm'ı hızla kaybediyor...

Gerçekleri görmek, gerçeklerle yüzleşmek zorundayız.

Gerçeklerden kaçarak bir yere varamayız bizi perperişan edecek çıkmaz sokaklara sürüklenmekten başka!

Genç kuşağın bu toplumun değerlerinin, varlık nedenininin en güçlü kaynağı, toplumun en zor zamanlarda ayakta durmasını, düşmanları püskürtmesin sağlayan yegâne tutamağı İslâm'la ilişkisi kopma noktasına geldi...

Bu, gelecek yarım asrı kaybettiğimiz anlamına gelir!

UMUTSUZLUK BİZİM İŞİMİZ DEĞİL!

Peki, İslâm'la ilişkisi kopan, sıfırlanma noktasına gelen bu genç kuşakları kazanabilir, ülkemizin gelecek 50 yılını kurtarabilir miyiz peki?

Elbette ki.

Ama bunun için çok esaslı, üzerinde derinlemesine kafa patlatılmış uzun soluklu, eğitim, kültür, sanat, bilim stratejileri geliştirmemiz gerekiyor.

Bir örnek vereyim sadece: Eğer yetenekli çocukları, ceddim Osmanlı gibi, alıp birinci sınıf bilim, ahlâk, beden ve ruh eğitiminden geçirirsek, geleceğimizi inşa edecek, on yılda yüzyılın tohumlarını ekmemizi mümkün kılabilecek büyük bir atılımın tohumlarını ekmeye başlarız yeniden...

Söylenmek istenen anlaşıldı: Pergelin sabit ayağını İslâm'a, İslâm medeniyetinin ezel-ebed hattında seyreden ufkuna basan, pergelin hareketli ayağıyla bütün dünyalara, bütün ufuklara kanat çırpan toplumun önünü açacak inanmış, kendisini hakikate adayan, insanlığın yükünü omuzlarında taşıdığı bilinciyle yaşayan bir öncü kuşak yetiştirmek zorundayız.

Bu öncü kuşağı kim yetiştirecek?

Biz.

Bu ülkenin vefakâr, cefakâr, çilekeş çocukları yani.

Yazıyı şöyle bitireyim: Hayat boşluktan nefret eder, boşluğu aslâ affetmez, oluşan anlam boşluğunu, değerler boşluğunu dışardan ithal edilen en uç, en kaçık, en sapkın akımlarla dolduracak şekilde ikame eder.

Eğer öncü bir kuşak yetiştiremezsek “boşluk” mezarımıza döner!
Kaynak: referans medya