Üstadım! Çağımıza kadar ışık olmuş bu örnek hayatını yudumluyoruz zaman zaman. Yolumuza kandil olacak sözlerinden içiyoruz. Her bir sözünü çağa tanık tuttuğumuzda yanına bir de adını zikrediyoruz ve yapmış olduğun mücadelene selam yolluyoruz. Vefatının hüznünü yaşadığımız şu ayda sözlerinle hasbihal etmek istedim. Her ne kadar mezarını çok görüp seni unutturmaya çalışsalar da bize ve geleceğe ışık tutacak sözlerinle hep zinde kaldığını göstermek isterim. Nurlu sözlerinle bıraktığın miras her okuyucuda güncelliğini korurken, kırmızı ışık olurken, tefekkür derinliği kazandırırken, nefsi merkeze alırken, kâinata meydan okurken... Hâsılı kelam o sözlerinle neşvu nema bulup belki de hayatımızı ve nefsimizi kontrol noktasında zahir görüntüsünden çok manen bir iç mekanizma oluşturup ‘ey gafil nefsim, ey dünyaperest sersem nefsim’ deyip kendimizle dertleşeceğiz. Evet, hasbihalden de öte sözlerinle dertleşmek istedim.Nefsi, insanı, dünyayı merkeze alarak...

Üstadım! Dünyaya açılan gözlerimiz bir imtihan içinde... Beşer ‘insan’ olma sürecinde, Rabbimizi tanıdığımız takdirde... “Sivrisineğin gözünü halk eden güneşi dahi o halk etmiştir” dersin ve “Veren zat hem gözü görür hem ince bir mana olan gözün gördüğünü görür” diye müthiş vecizle tanıtırsın Rabbimizi. Daha sonra dersin; “O’nu(c.c) tanıyan ve itaat eden zindanda dahi olsa bahtiyardır. O’(c.c)nu unutan saraylarda olsa zindandadır, bedbahttır.” Kelam sükût eder bu vecize karşısında. O(c.c)’nu tanıyamayanların hayatlarına bin elem ve zindani karanlık gark olur. O’nu tanıyıp zindana düşenler bin sürur içer ve parmaklıklar gülistan olur.

Üstadım! Dünya içinde zaman, zaman içinde ömür geçiyor insan yaşamından.‘Ömür sermayedir gidiyor’ dersin ve ‘meyvesi bulunmazsa zayi olur.’ Meyvesi ise rıza-ı ilahidir. Ve “amellerinizde eğer rıza-ı ilahi olursa, dünya küsse ehemmiyeti yok” fermanın dile gelir. Ömür bitsene çıkar, dünya küssene çıkar? Beni kâinatı yaratan Hâlık’ın rızası olduktan sonra sermaye bin kâr biçer bu hususta. Dersin;”Dünyanın lezzetleri, zevkleri ve ziynetleri Halıkımızı, Malikimizi ve Mevlamızı bilmediğimiz takdirde, cennet olsa bile cehennemdedir.” Cehennemdedir, amenna! El hak, doğrudur! Binlerce bunalımlar, intiharlar, kâbuslar aşikârdır. Zahiren cennetvari bir hayatın gözlemcisi olunsa da dürbünle o hayat büyütülünce gerçek bir ruhi cehenneme kapı açılır. Nihayetinde O(c.c)’nutanımaktır ya da tanımamaktır asıl olan. Hem değil midir ki“İman, insanı insan eder belki sultan” Ya imanı olmayan insan?

Şimdi dertleşme zamanıdır. Nefsi hesaba çekme demidir. Ve dersin Üstadım, kendi nefsin şahsında tüm nefislere; “Ey bedbaht nefis! Acaba ömrün ebedi midir? Hiç kati senedin var mı ki gelecek seneye, belki yarına kadar kalacaksın. Sana usanç veren, tevehhümü ebediyettir. Keyf için ebedi dünyada kalacak gibi nazlanıyorsun!”

Ah nefis, ah düşkün nefis. Dünyanın süsü ve aldatmacasına aldanıp ebedi bir seyirmiş gibi dünyayı izleme hatası. Dünya oyun ve eğlencedir ilahi kelamı, düşkün nefsin benliğinde yaşattığı bir dünya aldanmacası... Ki acaba hiç senedimiz var mı ki gelecek seneye, belki yarına? Yine nefislere dönüp insanlara dersin:“İnsan nisyandan alındığı için nisyana müpteladır. Nisyanın en kötüsü de nefsin unutulmasıdır.”Evvela, nisyan insanın olmazsa olmazıdır. Harfiyen, insan nisyana müpteladır. Kötü sonuçsa, bu unutkanlığını bu nisyanını nefsin unutulmasına vermesidir. Heyhat, ne bedbaht bir hadise!
Üstadım! İnsan aciz, çaresiz ve pek zayıf… Binler sıkıntı sarar çevresini belki sıkıntılara düçar olur ruhu. Fakat ruh Rahman’a verilince sükûn bulur, elem lezzet görür, kalp mutmain olur. Bu durumda yine nurlu sözünü işitiriz ve dersin; “Acizim aciz olanı istemem. Faniyim fani olanı istemem. Ruhumu Rahman’a teslim ettim, O’ndan başkasını asla istemem.”Tüm acizlik ve fanilikler içinde ruhu O(c.c)’na teslim etmek... Ve devam edersin:‘Bırak biçare feryadı, beladan gel tevekkül kıl’. Yani tüm bela, endişe ve kederden feryat-ı terk edip tevekkül etmek o En Emin’e... Ne güzel teslimiyet ve tevekkül! Tabi bu büyük teslimiyetin önüne türlü nefsi ve beşeri şeytanlar çıkmakta. Çünkü Üstadım, “onların akılları gözlerindedir. Göz hakikati görmez. Gözünü kapayan yalnız kendi görmez, başkasına gece yapmaz.” ifaden gibiÜstadım, karanlıkları da geceleri de onların olur. Teslimiyet yolunda münacat yine O(c.c)’na olur. Hakikat tebdil edilmez. Fanilik ve acizlik dolu yol, fanilik ve acizlikten münezzeh olan bir Zat-ı Kerim’e tercih edilmez. Hâsılı, ‘Baki hakikat, fani şahsiyetler üzerine bina edilmez.’ Bu sırrın ifşa oluyor alenen mümin ve muhlislerce. Zindanlar en koyu rengini gösteriyor bu sırrın!
Ve bir reçete sunar, düşmana karşı kuşanacağımız zırhı söylersin:“Ey Ehli iman! Bu müthiş düşmanlarınıza karşı zırhınız Kur’an tezgâhında yapılan takvadır. Ve siperiniz Resul-ü Ekrem’in sünneti seniyyesidir.”Kur’ani takva ve Resul-ü Zişan’ın hayatı... Ne mükemmel, müferreh bir ilaç, reçete ve yaşayış! Yine bu müferreh ilacı yüreklere ulaştırmak için, “bence bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife imanı kurtarmaktır. Başkalarının imanına kuvvet verecek surette çakışmaktır.”dersin. Ve çalışmışsın ömrünce, sözlerin ise hâlâ çalışmaktadır imanı kuvvetlendirmeye...

Sözün sonu, dünya bir mekândır. Ve zaman insanı belli bir vakte kadar gölgelendiren ömrün vaktidir. Ve madem bu imtihanı geçmek, Müslüman’ın derdi olmalıdır. Nefs ve dünya celbediciliğiyle her türlü bedbahtlığa havi... Ve kavi olmayan isteklerle insanın yakasına yapışmış öyle bir hal ki Üstadım, şimdi son olarak sözlerinle noktalayalım bu hasbihalimizi belki dertleşmemizi...

Dünya madem fanidir! Hem madem ömür kısadır! Hem madem gayet lüzumlu vazifeler çoktur! Hem madem hayat-ı ebediye burada kazanılacaktır!Hem madem dünya sahipsiz değil! Hem madem şu misafirhane-i dünyanın gayet Hakîm ve Kerim bir Müdebbiri var! Hem madem ne iyilik ne fenalık cezasız kalmayacaktır! Hem madem zararsız yol zararlı yola müreccahtır. Hem madem dünyevî dostlar ve rütbeler kabir kapısına kadardır!

Elbette en bahtiyar odur ki dünya için ahiretini unutmasın. Ahiretini dünyaya feda etmesin. Hayat-ı ebediyesini, hayat-ı dünyeviye için bozmasın. Malayani şeylerle ömrünü telef etmesin. Kendini misafir telakkî edip misafirhane sahibinin emirlerine göre hareket etsin. Selâmetle kabir kapısını açsın, saadet-i ebediyeye girsin!
Esra YÜKSEL