Müslümanların hayatında önemli bir yere sahip olan on bir ayın sultanı Ramazan ayı tüm güzelliğiyle devam ediyor. Geçtiğimiz yıl olduğu gibi bu yılda Ramazan ayına Covid-19 salgınına karşı alınan tedbirler kapsamında teravih namazı, toplu iftar, sahur gibi bu ayın birçok güzelliğinden mahrum girilse de İslam aleminde Ramazan ayına kavuşmanın sevinci yaşanıyor.

İslam alemi Ramazan ayına kavuşmanın mutluluğunu yaşarken ilahiyatçılar da rahmet ve merhamet iklimi Ramazan ayından en iyi şekilde istifade edilmesi ve bu ayın fırsata çevrilmesini tavsiye ediyor.

 

Gaziantep Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şehmus Demir, İLKHA muhabirine, Allah’a karşı kulluk sorumluluğunun sadece Ramazan ayına mahsus olmadığını ifade etti.

Kur'an-ı Kerim'in Ramazan ayında indiğini ve bundan dolayı bu ayın çok kıymetli bir ay olduğunu dile getiren Demir, Ramazan ayının merkezinde Kur'an-ı Kerim’in bulunduğunu belirtti.

Ramazan ayının Müslümanların hayatında bir değişim ayı olduğunu belirten Demir, Ramazan ayının, orucun ve diğer ibadetlerin Müslümanlara çeşitli farkındalıklar kazandırması gerektiğini vurguladı.

2 yıldır Ramazan ayının Covid-19 salgınının gölgesinde ihya edildiğini anımsatan Demir, özellikle evde geçirilen zamanının Ramazan ayını en iyi şekilde değerlendirilmesi için büyük bir fırsat olduğunu ifade etti.

Covid-19 gibi bulaşıcı hastalıkların da Allah'ın kullarına verdiği imtihanların bir çeşidi olduğuna dikkat çeken Demir, “Pandemi sürecini yaşıyoruz. Bunun da mutlaka bir hikmeti vardır. Bu pandeminin varlığını bir bela, olumsuzluk olarak görüyoruz. Elbette ki bir olumsuzluktur. Fakat bunun da Allah'ın bilgisi dahilinde bir sebebi, hikmeti ve bizim bilmediğimiz birçok yönü kesinlikle vardır. Yaptığımız bir sürü olumsuzluğun bir sonucu mudur ki böyle bir boyutu da, başka sebepleri de vardır.” dedi.

“Teravih namazını ailece kılalım”

Salgın nedeniyle 2 yıldır teravih namazının alınan tedbirler kapsamında camilerde kılınamadığını ifade eden Demir, “Pandemi sürecinde olduğumuz için teravih namazını evlerimizde kılıyoruz. Aslında bu durum, şu fırsatı da beraberinde getiriyor. Artık aile içerisinde aile efradının tamamının katıldığı, aile reisinin imamlık yaptığı bir süreç belki de çok daha güzel bir kapı aralamış olacaktır. Çünkü teravih namazının mutlaka cemaatle veya camide kılınması zorunluluğu yok. Farz bir namaz değildir, sünnettir. Peygamberimizin de camide de evinde de kıldığı da olmuştur. Bizim için böyle bir fırsat olmuş olur. hepimiz bence bunu bir vazife edinelim, aile reisleri, baba evin büyüğü her kimse daha önce hiç yapmadıysa bile bir şekilde bunu öğrensin ve bu şekilde bir yol belirlesin. ‘30 gün boyunca ben bu evde imamlık yapacağım, aile efradının tamamı da arkamda namaz kılacak’ demeliyiz. Bu şekilde ailece güzel bir projeksiyon sağlamış olacağız ve örnek olmuş olacağız.” ifadelerini kullandı.

“Ramazan ayı kendimizi sorgulayıp, eleştirme ve yanlışlarımızı düzeltme için bir fırsattır”

Ramazan ayının son 10 gününde itikafa girilmesi gerektiğini belirten Demir, “Zamanı henüz gelmedi ama konuyla çok bağlantılıdır. İtikâf dediğimiz aslında bir caminin kenarına çekilip veya bir köşeye çekilip salt ibadetle meşgul olmak kesinlikle değildir. İbadetler ile birlikte yine zihin inşasıdır, yine oradan çıktığında bir zihni yenilenme süreci yaşamak anlamına geliyor. Dolayısıyla benim zaten demek istediğim, tefekkür ve sorgulama halini bütün bir Ramazan ayına yaymamız gerekiyor. Aslında Ramazan aynı zamanda kendimizi sorgulayıp, eleştirme ve yanlışlarımızı düzeltme için bir fırsattır.” diye konuştu.

“Zekât sadece Ramazan ayına has değildir”

Zekâtın ve halk arasında “fitre” diye bilinen fıtır sadakasının önemine de değinen Demir, “Zekâtın verilme zamanı yok. Zekât Ramazan'da verilecektir diye kesinlikle bir şey yok ama herkesin hesabını daha net bilmesi için, işte kafası rahat ve ‘her sene Ramazan ayında hesabımı, kitabımı yaparım ve zekâtımı veririm’ diye düşünebilir. Çünkü Ramazan ayında yapılan ibadetlerin daha sevap olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla buna dikkat etmek gerekiyor. Zekât tabi ki yüzde 2,5 veya 40’ta 1 verilir’ diyoruz ama şunu unutmamamız gerekiyor, bu en alt zemindir. Yani bu en alt zemin bir lira daha aşağı verseniz zekâtınızın geçersiz olacağı noktadır. Dolayısıyla ideal olan onun üzerine çıkabildiğimiz kadar çıkmaktır, fitre için de aynı durum geçerlidir. Bunun dışında sadaka olarak verebileceğimiz, bir insanın yüzünü güldürebilmek, bir muhtacın bir ihtiyacını gidermek çok önemlidir.” şeklinde konuştu.

“24 saat Müslüman olmak zorundayız”

Ramazan ayının bir değişim ve dönüşüm ayı olduğunun altını çizen Demir, “Bir zihni yenilenmeyi Ramazan boyu gerçekleştirip ondan sonra asıl önemli olan Ramazan sonrasıdır. Çünkü eğer bu Ramazan ayı bizi Ramazan sonrasına hazırlayıp daha iyi bir insan haline getirdi ise bu Ramazan anlamlı olacaktır. Aksi takdirde anlamını yitirme ihtimali de olacaktır. Dolayısıyla artık şunu bilmemiz gerekiyor ki; ‘Ramazan'da kendimi dönüştürme ile ilgili alacağım kararlar, yaptığım ibadetler artık bayram gününden sonraki günlerde beni Ramazan öncesinden daha farklı bir insan kesinlikle yapacaktır, bu bilinçle yaklaşmamız gerekiyor. Gıybetten, kötülükten, zulümden, haksızlıktan uzak, ticarette sahtekârlıktan, yalandan uzak olmalıyız. Çünkü ben dini bu şekilde anlıyorum. Din bir dünya görüşüdür, din bir bakış açısıdır. Din sadece ibadetleri yapıp kurtululan bir alan kesinlikle değildir. Din ne sadece oruçtur ne de namazdır. Din bir hayat tarzıdır, bu ibadetlerde hayat tarzı içerisine konulan ibadetlerdir. Dolayısıyla biz 24 saat Müslüman olmak zorundayız.” dedi.

“İbadetler hayatımızı dönüştürmelidir”

İbadetlerde elde edilen kazanımların kişinin hayatına yansıması gerektiğini ifade eden Demir, şunları söyledi:

“Hucurât suresinin 14’üncü ayetinde, ‘Bedeviler, ‘iman ettik’ dediler. De ki ‘henüz iman gönüllerinize yerleşmediğine göre, sadece boyun eğdiniz’ buyuruyor. Bu insanlar Peygamberimizin yanındalar ve Müslüman olmuşlar. İman ettiklerini söylüyorlar. Allah (Celle Celaluhu), ‘Ey Resul'üm de ki siz mümin olmadınız, sadece Müslüman oldunuz. Bu insanlar münafık, gayrimüslim ve müşrik değil, o halde fark ne? ‘Daha henüz imanı içselleştirmediniz’ diyor. Peki, biz imanı ne kadar içselleştirdik. ‘Ben annemden, babamdan gördüğüm için mi Müslümanım, yoksa çevreden görerek mi Müslümanım, Müslümanlık hayatımda bir kültüre mi dönüşmüş, yoksa gerçekten Allah'ı hissederek, yaşayarak orucu, namazı yaşayarak ve bunların dışına çıktığımda da düzgün bir Müslüman mı?’ bunu sorgulamamız gerekiyor. ‘Namaz kılıyorum ama namaz sonrasında benim kıldığım namaz bana ne kadar etki ediyor?’ bunu sormamız gerekiyor. Biz hep yanlış bir şekilde huşuyla namazı tamamen namaza yoğunlaşıp çok güzel bir şekilde namaz kılmak olarak anlıyoruz, sadece bu değil. Namazı bu şekilde kılmakla beraber namazımız, namazın dışına da yansıması gerekiyor. Namazımız, namaz dışındaki davranışlara eğer yansıyorsa bir bütün olarak huşudan söz edebiliriz. Fakat bunun bir tarafı eksikse böyle bir huşudan söz etme imkanımız da kalmayacaktır. Onun için namaz içi ile namaz dışı, Ramazan orucu ile Ramazan orucu dışında ki aylar ve zaman dilimlerinin tamamında Müslüman olmayı, Allah'a karşı sorumlu olmayı, dolayısıyla insanlara ve çevreye karşı da sorumlu olmayı ve olduğumuzu bilmemiz gerekiyor.” dedi. (İLKHA)