Gazetemizin yazarlarından DR. Abdulkadir Turan, 12 Şubat 2020'de kaleme aldığı köşe yazısında şu Kıbrıs ile ilgili önemli tespitlerde bulunmuş ve değerlendirmelere yer vermişti:
Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın Kıbrıs’ın geleceğine dair söyledikleri şaşkınlıkla karşılandı. Oysa bugün yaşadıklarımız, dün yaptıklarımızın ürünüdür. Özellikle toplumsal tutumları etkileyen hiçbir tohum zayi olmaz. Toplum tarlasına ne ekmişseniz karşınızda onu bulursunuz. Akıncı’nın kendisi gibi, cumhurbaşkanlığı da bir zamanlar Kıbrıs toplum tarlasına ekilen tohumun karşılığıdır.
Kıbrıs’ın yaşadıklarına rağmen Mustafa Akıncı profilindeki birinin başında cumhurbaşkanı olarak bulunması sadece Türkiye için değil, bir yandan millî duruştan, “ulusal” bağımsızlıktan, “kendini korumaktan” söz ederken öte yandan Batılılaşmayı körü körüne benimseyen bütün Müslüman dünya için ibret vericidir.
Analizimizde Kıbrıs’ta yaşananların anlaşılması için önce Kıbrıs’ın tarihine bakacağız; sonra Kıbrıs’taki mevcut durumu değerlendireceğiz.
HZ. OSMAN ZAMANINDA FETHEDİLDİ
Adını en önemli yer altı zenginliklerinden bakırın Latincesi cyprum / cuprum’dan alan Kıbrıs, Hz. Osman Devri’nde fethedildi.
Şam Valisi Muaviye, Kıbrıs’ın konumunu Batı’ya deniz yoluyla açılacak olan İslam fetihleri açısından önemli gördü; Hz. Osman’dan izin alarak Hicrî 28’de Kıbrıs’a yönelik bir deniz seferi düzenleme kararı aldı.
Müslümanların ilk deniz seferlerinden olan bu sefere, Ashabdan pek çok gönüllü katıldı. Muâviye, Mısır Valisi Abdullah b. Sa‘d b. Ebû Serh’i de sefere çağırdı ve Müslüman filosu 649 ilkbaharında 1700 gemiyle Akkâ’dan denize açıldı. Donanmanın komutası Abdullah b. Sa‘d Ebû Serh ile Abdullah b. Kays’taydı.
Kıbrıs’ın Bizans idaresi, adanın önlerine ihtişamla gelip fetih heyecanıyla karaya çıkan Müslümanlarla baş edemeyeceğini görünce savaşsız teslim oldu. Böylece ada Müslümanların eline geçti.
Müslümanlar adayı kolay ele geçirmişlerdi. Ancak Kıbrıs seferine kocası Ubad b. Sâmit’le katılan büyük hanım sahabelerden Ümmü Harâm, bineğinden düşüp vefat etti ve oraya gömüldü.
Ümmü Harâm, mezarıyla Kıbrıs için bir İslam mührü oldu. Müslümanlar, Kıbrıs’ı her andıklarında Ümmü Harâm’ın o fedakârlığından ve orada bulunan mezarından söz ettiler.
Ümmü Harâm Ensar’ın önde gelen kadınlarından biri olduğu gibi aynı zamanda Resulullah ile arasında babasının annesi yönünden akrabalık söz konusudur. Bunun yanında kimi âlimlere göre Ümmü Harâm, Hz. Peygamber’in süt teyzelerindendir, kimilerine göre ise aralarında babası veya dedesi yönünden süt teyzeliği bulunmaktadır.
Ümmü Harâm, Hz. Enes b. Mâlik’in annesi Ümmü Süleym’in de kız kardeşidir. Hz. Peygamber’in Medine günlerinde Kuba Mescidi’ni ziyaret ederken akrabalık bağıyla evine gidip dinlendiği kişidir ve yine kimi rivayetlere göre bizzat Hz. Peygamber’in duası üzerine Kıbrıs’ın fethine katılmış ve orada şehid düşmüştür.
Ne yazık ki Yezid günlerinde Kıbrıs’taki Müslümanlar geri çekilip ada, Bizanslılarla vergi geliri üzerinden bir tür paylaşıldı. Abbâsîlerin İslam dünyasının batısını ihmal etmeleriyle, Abbâsî Halifesi Ebû Cafer el-Mansûr zamanında Kıbrıs, tamamen Bizans’ın eline geçti.
Haçlı Seferlerine gelindiğinde Kıbrıs, Haçlılar için bir tür yol üzeri hayat adası hâline geldi. Henüz denizcilik konusunda yeteri kadar donanımlı olmayan Haçlılar, Akdeniz’de sorun yaşadıkça kendilerini Kıbrıs’a attılar. Buna rağmen Kıbrıs, Antakya Haçlılarının vahşiyane hücumlarından kurtulamadı.
III. Haçlı Seferinde Selâhaddîn-i Eyyûbî ile savaşmaya gelen İngiltere Kralı Arslan Yürekli Richard 1191’de adayı Bizans’tan alıp İslam’ın azılı düşmanlarından Haçlıların Templier Tarikatı’na teslim etti. Ancak Richard, adayı daha sonra Selahâddîn-i Eyyûbî’nin Kudüs’teki hakimiyetine son verdiği Guy de Lusignan’a verdi. Bu şekilde tamamen Haçlı istilası yaşayan Kıbrıs, 1291’e kadar Müslümanların adeta baş belası oldu. Ada 1571’de II. Selim zamanında Osmanlılarca yeniden fethedilinceye kadar zaman zaman el değiştirerek de olsa İslam dünyası için sorun noktalarından birini teşkil etti. Ne var ki Osmanlı, bu stratejik adada Müslüman nüfus çoğunluğu oluşturmak için yeteri kadar uğraş vermedi. Osmanlı elinde üç yüzyıl bulundurduğu hâlde adada Rumlar nüfus çoğunluğunu oluşturmaya devam etti.
1878 Berlin Antlaşması, işgalci israil’in kurulması açısından üzerinde çok durulmayan bir dönüm noktasıdır. O anlaşmanın getirdiği koşullar altında, Kıbrıs’ın yönetimi de geçici olarak İngiltere’ye bırakıldı, böylece Kıbrıs yeni bir sorun sürecine girdi.
RUMLARDAN KURTARILDI AMA ULUSAL SOLA BIRAKILDI
Cumhuriyet günlerine gelindiğinde Türkiye, Kıbrıs’ın Rum çoğunluğun yönetimine bırakılmasını istemedi. Ancak Yunanistan tarafından desteklenen Rumlar, Kıbrıs’ı ele geçirmek için bir strateji belirledi. Bu süreç Kıbrıs’ta Mücahitler Hareketi denen Müslüman Türk direniş hareketini başlattı. Türkiye’nin de desteğiyle bu direniş hareketi 1974’te Kıbrıs’ın bir kısmının Rum istilasından kurtulmasını sağladı.
Ne var ki Kıbrıs’ın Türk kesiminin 1974 Barış Harekâtı’yla ayrılmasından sonra Rauf Denktaş’ın danışmanlığına Mümtaz Soysal atandı. Soysal’ın görünen görevi anayasa konusunda Denktaş’ı yönlendirmekti, derin görevi ise 1930’lu yılların Türkiye’si standartlarında Solcu-Kemalist bir “Yavru Vatan Kıbrıs” üretmekti.
Soysal, ulusal sol görüşlü bir profesördü. Dikkati sözde sadece ulusal çıkarlar üzerindeydi, derinde ise bütün dikkatini toplumun dindarlaşmasını engellemeye vermişti. Onun Denktaş’ın danışmanlığından önceki en önemli görevi, Başbakan Adnan Menderes’i asanlar için, 1961 Anayasası’nı hazırlamaktı. Görünüşte özgürlükleri genişleten bu anayasa, toplumun sosyalistleştirilmesi yönünde hazırlanmış ve Türkiye’yi sol bir sürece doğru sürüklemişti. O anayasa, devletin 1950 öncesindeki baskıyla gerçekleştiremediği dinden uzaklaşmayı, sol üzerinden toplum zemininde yapmayı hedefliyordu. Böylece dipçikle korunamayan 1950 öncesi ezan yasağı, kendiliğinden icra olacaktı.
Soysal, 20 Aralık 1961'de yayına başlayan ve 27 Mayıs Darbesi sonrası sol muhalif hareketin sözcülüğünü yapan Yön dergisinin de yazarları arasındaydı. Yön, Suriye’de İslam düşmanlığı yapan BAAS’ın Türkiye versiyonunun dergisi gibi bilinirdi.
1962 yılında arkadaşlarıyla birlikte Sosyalist Kültür Derneği de kuran Soysal, 12 Mart 1971 Cuntası tarafından dahi aşırı bulundu ve komünizm propagandası yapmaktan 6 yıl 8 ay hapis cezasına çarpıtıldı. Bu sırada ulusal solun uç görüşlü kadın temsilcileri arasında sayılan Sevgi Soysal’la evlendi. Sevgi Soysal, aynı zamanda Türkiye’de feminist hareketin köşe taşlarındandı, üç kez evlenmiş olmasına rağmen aileli bir hayat tarzına kuşkuyla bakıyordu.
1990’lı yıllarda Bülent Ecevit’in Türkiye’yi 28 Şubat’a taşıyan milletvekilleri arasında yer alan Soysal, Kıbrıs’ın kimliği konuşulduğunda hep laiklik vurgusu yaptı. “İnatçı solcu Soysal”, Kıbrıs’a öyle bir sistem, öyle bir hukuk, öyle bir insan tipi dayattı ki Rum işgalinden kurtulan Kıbrıs, yeni kültürel yapısıyla Rumları dahi geride bıraktı, doğrudan işgalden kurtuldu, dolaylı işgale girdi.
Ulusalcı bir sosyalist olarak açıktan veya gizliden “Akdeniz medeniyetlerinin birliği” safsatasıyla Kıbrıs’ta bir Müslüman Türk tipinden öte, köklerini Eski Yunan uygarlığında bulan ama kendince “modern bir Akdenizli” üretmişti. Sabahattin Eyüboğlu’nun Türkiye’de üretiminde öncülük yaptığı bu “Akdenizli tipi” kendi ben’inin son hâlini Batı aynasında sanıyor; ötekisi olarak ise hep Müslümanları görüyor. Anlaşılır bir ifadeyle kendisini modern bir Avrupalı sayıyor; İslam’a istihza ile yaklaşıyor, İslam’ı yaşayan Müslümandan ise tiksintiyle karışık nefret ediyor.
Kıbrıs Barış Harekatı’na en çok dindar kesimler destek verdiler. Hatta bizim Mardin’de yüzlerce tarikat mensubu ve sair dindar, askerlik şubesine Kıbrıs’a “mücahit olarak” gitmek için başvurmuştu. Oysa, Mümtaz Soysal’ın mühendisliğini yaptığı Kıbrıslı, en çok dindar insandan nefret ediyor ve bu bağlamda sadece bugün değil, henüz 80’li yıllarda bile fazla dindar bulduğu Türkiye ile anılmaktan rahatsız oluyordu.
EZAN YASAKLANMAYA ÇALIŞILDI
Soysal’ın ürettiği neslin simge isimlerinden biri Avukat Feza Güzeloğlu’dur.
Türkiye, Kıbrıs modernleşmesinin salt bir inanç ve yaşam tarzı meselesi olmaktan çıkıp bir güvenlik sorununa dönüştüğünü ancak 2000’li yıllarda fark etti. Soysal’ın öncülüğünü yaptığı modernleşme programı, Kıbrıs’ın adeta içini boşaltmıştı. Yeşil Hat’la Rum kesiminden ayrılan Kıbrıs’ta kimi Kıbrıslılar Batılı yaşam tarzı üzerinden Rum’dan çok Rumcu kesilmişti. Türkiye, bunu ters çevirmek için başlatacağı dindarlaşma programına Kıbrıs’ın içinden adeta tek müttefik bulamayacak duruma düşmüştü.
Buna rağmen özellikle 2010’a doğru Kıbrıs’a yönelik bir dindarlaştırma programı başlatıldı. Ancak açılan Kur’an Kursları mahkemeler yoluyla kapatıldığı gibi fiili saldırıya da uğradı. “Akdeniz medeniyeti” safsatasına mensup Kıbrıslı tipi, hızını alamadı, 2014’te Avukat Feza Güzeloğlu’nun başını çektiği bir grupla ezana karşı savaş açtı. Güzeloğlu ve arkadaşları, yayımladıkları “Ezanlar Sussun!” başlıklı matbu bildiride, aynen şöyle diyorlardı:
“Ülkemizin her yerinde sürekli duyduğumuz, sinir bozucu hâle gelen Arap bağırtıları (ezân) kesinlikle kutsal değildir! Ey Kıbrıs Türkü! Gelin birlik olalım ve susturalım artık şu Arapça bağırtıları, inanmış insanlar, kendilerini kandıranlara tepkilerini göstersinler. Kutsal olduğunu yutturmaya çalışanlara inanmıyoruz ve onların insanımızı, anlamadığı bir dille ‘alıklaştırdığını’ düşünüyoruz. Aylardır süren uyarılarımızın dikkate alınmamasından dolayı kampanya dozajını yükseltiyoruz. Gerekirse uluslararası arenaya taşıyacağız.
İmam Hatip Okullarının kültürümüzün temeline yerleştirilmiş dinamitler olduğuna inanıyoruz. Arap kültürünü ‘din’ diye yutturmaya çalışanların ülkemizin insanları olmadığını savunuyoruz. Bir an önce bu yanlışlardan vazgeçilmesini istiyoruz. Din adamlarının tümü yalancıdır. Dincilik, bonzaiden kötüdür. Gelecekte dincilere yer yoktur. Dinciler insanlığın başının belâsıdır. Bütün dinciler iblistir. Vergilerimiz dinci hocalara haram olsun. Ezân bağımsızlığımızın sembolü değildir. Duyarlı herkesi kampanyamıza çağırıyoruz. Aşağıda verilen e-maillere ilgili şikâyetlerimizi yapalım. Kampanyaya paylaşımlarımızla destek olalım.”
Farkındaysanız zaman zaman farklı kanallardan duyduğumuz bu ses, 12 Mayıs 1960 İhtilalı’nın sesidir; 28 Şubat’ın ve onun dayandığı köklerin sesidir. Soysal olsa olsa böyle bir nesil üretirdi ve bu nesil, kendisini hiçbir şekilde bizim dünyamıza ait görmüyordu.
Sonradan yolsuzluktan dolayı avukatlıktan men edilen Güzeloğlu’nun kampanyasına resmi makamlar hiç de tepkisiz kalmadılar. Güzelyurt Kaza Mahkemesi, onun başvurusu üzerine İngiliz döneminde çıkarılmış “Kıbrıs yasaları”na dayanarak 2015’te Lefke'de bulunan Şeyh Nazım Camisi, Pir Paşa Camisi ve Aşağı Cami'de sabah ezanlarının ve Arapça duaların hoparlörle okunmasını yasakladı. Türkiye, ezanın Kıbrıs’ın hürriyet simgelerinden olduğu gerekçesiyle sert bir tepki göstermeseydi karar, ezanın Kıbrıs’ta tamamen yasaklanması boyutuna varacaktı.
Mevcut Kıbrıs Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı da bu zihniyete mensuptur ve Kıbrıs’ın hâlinde akıl sahipleri için hakikaten ibretler vardır:
İnancını kaybeden, medeniyetinden gelen değerler sistemi alt üst olan birini salt sözde millî, milliyetçi, ulusalcı anlayışla ayakta tutamazsınız. Kişi kendisini inanç, düşünce ve yaşam tarzında nereye ait görüyorsa oradandır, ora adına mücadele eder.
Ciddi programlar yapılıp yeni nesillerin İslam üzerine yetişmesi sağlanmazsa bugün Kıbrıs’ta yaşanan yarın Türkiye’nin herhangi bir vilayeti için yaşanır… Cidde’de yaşanır, Kahire’de yaşanır… Zira çağdaşlaşma denen proje, hakiki bir istila projesidir. (İLKHA)