16 Mart 1988, tarihin en büyük katliamlara tanık olduğu istisnai bir zamanın ve kara bir günün adıdır takvimlerimizde. Dünyanın gözleri önünde eli kanlı zalimlerin masum bir halkı topluca öldürdüğü bir kesitin tarihidir bu tarih. İnsanlık tarihine kara bir sayfa olarak geçen bu günün her yıl dönümünü vicdan sahiplerinin vicdanlarının en derin yerlerindeki yaralarını yeniden kanatırken, hıçkırıklarını boğazlarında düğümlemektedir.
Hayâsızların, arsızların, çılgınların ve kanla beslenenlerin işgaline uğrayan yaşlı dünyamızda modern imparatorluklar kan ve gözyaşı temeli üzerine yükseltildiler. Her günün sabahında yeni katliamlara şahit olup güne başlıyor, yeni katliamlara şahit olarak günü tamamlıyoruz. Her gün gencecik fidanlarımız birer birer ateşe veriliyor. Masum insanlar tankların, uçakların veya zehirli bombaların ateşinde yanarak can veriyor. Bedenimizden yeni yeni parçalar kopartılıyor her gün. Bunlardan daha fecisi ise kan imparatorluklarına boyun eğmeyen kültürler birer birer tarumar ediliyor. Doğa katlediliyor, zihinler kirletiliyor ve kısaca yeryüzü her gün yeni katliamlara sahne oluyor.
Bundan tam 22 yıl önce tertemiz bir hayat yaşamayı çabalayan ve kirliliğe direnen Halepçe’nin imhası onaylanıyor zorbaların başkentlerinde. Yeryüzünde temiz, masum ve kanlı imparatorlukların çılgınlıklarına boyun eğmeyen yüreklerden hiçbir eser bırakılmayacaktı. Ferman kesilmiş, düğmeye basılmıştı. Kanlı imparatorlukların insan nesillerini yok etmek için hazırladığı zehirli gazlar masum ve mazlum bir topluluğun, bir şehrin ve bir hayatın üzerine boşaltılıyor. Süt emen, emekleyen, “anne” demeye yeni yeni başlamış yavrudan, dizlerinde yürüyecek derman kalmamış yaşlılara kadar, ahırlardaki hayvanlardan sürünerek yürüyen kertenkelelere, karıncalara kadar bütün canlılar yok ediliyor. Bütün bunlar neyin uğruna yapılıyor? Batılı ağaların ve Doğudaki kuklalarının içki mezelerindeki naralarında kahramanlık destanlarıyla çocuklarını güldürmeleri için mi yapılıyor, yoksa televizyonlardan izlerken mazlumların topluca öldürülmelerinin kendi eserleri olduğunu eşlerine anlatıp güçlü oldukları his ettirmek için mi?
Zalimler öldürmekten, kan dökmekten, topluca katletmekten, köy ve kentleri kabristana çevirmekten zevk duyarlar. Müslüman kanını akıtarak cinsi duygularını tatmin etmeye çalışırlar...
Peki, Müslümanlar ne yapar? Televizyonların karşısına geçip yerlerle serpilmiş binlercesini izleyince yüreklerine ateş mi düşer? Yoksa “Kürdler öldürülmüş” deyip bakmaya bile tenezzül etmeden, göz zevklerini bozmamak için başka kanala geçme ihtiyacı mı duyarlar? Kürdlerin nasıl öldürüldüğünü, cesetlerinin sokaklara nasıl serpiştirildiğini izleyip “Başbelası Kürdler”den kurtulduklarını mı ibraz ederler?
Halepçe bir kere yok edildi. Ancak insanlığın vicdanı ve geleceği için imtihan kılındı. Mazlumların, mustazafların ve sessizce ölüme gönderilenlerin vicdanlarda oluşturduğu tepkiyle yüzleştirildi. Halepçe 22 yıl önce birkaç dakika içinde yok edilirken, zavallı ve acınacak durumdaki Müslümanlar her gün yok ediliyor.
Dünyadaki birçok dilde yayın yapan İslami basın organlarının kaç tanesi Halepçe’yi hakkıyla gündeme taşıyor? Kaç tanesi sessizce öldürülen beş bin insanın mazlumiyetini insanlığa duyurmayı vazife biliyor?
Bir buçuk milyarlık Müslüman nüfus içinde kaç kişi Halepçe’nin acısını yüreğinde ve vicdanında hissediyor. Kaç kişi Halepçe’nin yok edildiği günü acı bir gün olarak niteleyip eşine, evladına ve yakınlarına Halepçe’yi anlatıp acısına ortak oluyor.
Ey Arap, Türk, Kürd ve Fars milletleri… Hangileriniz Halepçe’nin acısını hakkıyla yüreklerinizde taşıyorsunuz. Hangileriniz Halepçe çocuklarına bir selam, bir başsağlığı veya acılarını paylaştığınızı ifade ettiğiniz bir iki satır yazdınız? Hangileriniz bir iki günlük kazancınızı yuvaları yıkılmış Halepçe’ye feda ettiniz. Hangileriniz gazetelerinizde, dergilerinizde, televizyonlarınızda, okullarınızda, iş yerlerinizde, toplantılarınızda, camilerinizde ve ailelerinizde Halepçe’yi gündeme getirip acılarını paylaştınız?
Halepçe halkı Kürd olduğu için mi başınıza geçirdiğiniz duyarsızlık perdesi altında diretiyorsunuz? Kürd olduğu için mi vicdanlarınızı harekete geçiremiyor? Kürd olduğu için mi yüreklerinizi yakamıyor?
Ey Kürdler adına mücadele ettiğini iddia edenler! Halepçe Müslüman olduğu için mi gündeme getirmiyor, acılarını paylaşmıyor ve sahiplenmiyorsunuz? Şeyh Said’e de bundan dolayı sahip çıkmamıştınız. Ancak biliniz ki ülkenin dört bir yanında Halepçe’nin acısını paylaşan, yürekleri Halepçe’yle atan, Halepçenin mirasını yüklenen, özgürlük savaşçısı Şeyh Said’e sahip çıkan on binler var.
Giyim-kuşamda, arabada ve kısaca yaşamın her alanında son modeli ve son modayı takip edip ünlü markalardan şaşmayan biçare Müslümanlar! Sermayelerine sermaye katıp nereye harcayacaklarını bilmeyen zavallılar! İçerisinde yaşadığınız günler bulutlar gibi kayıp gitmekte. Gün gelecek Halepçe’nin, Halepçe’lerin hesabıyla birer birer yüzleşeceksiniz. İçinizden Halepçe için bir şeyler yapma gelmiyorsa da, kendiniz için ve hesabını birer birer ödeyeceğiniz duyarsızlığınızı gidermek için bir şeyler yapın. Paralarınızla, servetlerinizle ve makamlarınızla dünyadaki hesapları aşmanızın kolay olduğunu biliyoruz! Ancak Allah’ın mahkemesini aşmanın fazla kolay olamayacağını bilin. Halepçeli sıkıntısını çekip şehadet elbisesine bürünerek cennete uçabilmişken, sizler, dünyayı cennetleştirmeye çalışanlar, ahirette hiçbir garantiniz olmayacak. Kendinize gelin ve hesabınızı iyi yapın. Halepçe’nin ve her gün yaşadığımız yeni Halepçe’lerin hesabının bir gün sorulacağını bilin. Ve adımlarınızı ona göre atın!
Mehmet Emin Çelik