İslâmi açıdan etnik problemi - diğer adıyla ırkçılığı – ele alacak olursak bu anlayışın ne dinde ve ne de insanlıkta yeri olmadığını göreceğiz.

Hiçbir insan, doğduğunda ırkını seçmemiştir. Çünkü farklı ırkların olması, ilahi bir tercihtir. İnsanların farklı ırklarda yaratılmalarının hikmeti ise Yüce Yaratıcı’nın Kelamı olan K.Kerim’de şöyle ifade edilir:

“Biz sizi taife taife ve millet millet olarak yarattık ki tanışıp kaynaşasınız diye. Yoksa birbirinizi inkâr edesiniz diye değil”( Hucurat suresi - 13. ayet )

Irklar, insanlık kilimindeki farklı renk ve desenlerdir. Renk ve desenler farklı olsa da ancak dokuyanı ve boyayanı birdir ve bir elden çıkmıştır.
Mesela: Bir otomobil fabrikası, farklı model ve renklerde otomobil üretir. Sadece model ve renk farkından dolayı onlar için farklı fabrikalar aramayız.

Aynen öyle de Cenab-ı Hak, Hz. Âdem ve Havva’yı çeşitli ırkları netice verecek bir özellikte yaratmış ve zamanla da farklı ırklar meydana gelmiştir. Ayrıca aynı topraktan rengârenk çiçekleri yaratan Allah, Hz. Âdem ve Havva’dan da farklı ırk ve renkteki insanları yaratması O’nun kudretine zor gelmez.


İslamiyet; ırkı değil; ırkçılığı reddeder. Kimin ırkı neyse bunu ifade etmesinde bir sakınca yoktur. Ancak ırkını üstün görüp bunu dava haline getirmeyi İslamiyet ve insaniyet kabul etmez.

İnsanlık âleminde örneğimiz olan Peygamber Efendimiz de bir insandı ve ırkı vardı. Fakat O, “ üstünlük ancak takva iledir” diye buyurmuştur. Takva ise Allah’tan korkmak ve O’na yakın olmak demektir.

Üstün olmak istiyorsak maddi ve manevi anlamda fazilet sahibi insanlar olmalıyız. Zaten en büyük dava da budur. Yani “insanın geride güzel bir iz bırakıp kabre de imanla girmesidir.” Böyle bir hayat, insana iki dünya saadetini kazandırır.

Irk cesetle ilgilidir. Çünkü ruhun ırkı yoktur. Cesedin de kabirdeki akıbeti mâlumdur. Önemli olan ruhu; imanla, ibadetle, marifetle, muhabbetle ve ilimle zenginleştirmek ve terakki ettirmektir.

İnsanlık âleminde önemli olan, faydalı ve iyi birer insan olabilmektir. Faziletli ve faydalı bir insan, hangi ırktan olursa olsun sevilir ve sayılır. Kötü ve zararlı bir insan,
öz kardeşimiz bile olsa kabul görmez ve sevilip sayılmaz. Örnekte de görüldüğü gibi ırkçılık anlayışı, insanlığa da yakışmayan bir fikirdir.

Bediüzzaman Hazretleri, ırkçılık için “frengi illeti” tabirini kullanır. Yani ırkçılık, Avrupa’nın içimize soktuğu bir hastalıktır.Tarih buna şahittir. Gerçekten de tarihe ibretli bir nazarla baktığımızda göreceğiz ki 1789 Fransız İhtilali ile bu fikir, ecdadımız olan Osmanlı’ya ve coğrafyasına yayılmış ve bu muhteşem medeniyet imparatorluğunun yıkılmasında en önemli etkenlerden birisi olmuştur.

Mesela Emevilerin ırkçı politikası yine aynı olumsuz neticeleri doğurmuştur. Örneğin; Kerbela olayı gibi… Zaten aynı hatalar aynı sonucu verir. Tarihteki hatalardan ders almalı. Dolayısıyla da ülkemizin ve birbirimizin değerini bilmeli.

Biz Anadolu milletini birbirine bağlayan o kadar ortak noktalarımız var ki…
Dinimiz, bizi iman bağıyla birbirimize bağlamış ve “İslam kardeşi” yapmış. Nitekim şu ayet de bu manayı vurgulamaktadır: “ Muhakkak ki inananlar kardeştir”.

Bir kimse Müslüman olduktan sonra hangi ırktan ve milletten olursa olsun onunla bir nevi kardeşliğimiz var. Din, iman ve Kur’an kardeşliği…

Çünkü Allah’ımız bir,
Dinimiz bir,
Peygamberimiz bir,
Kıblemiz bir
Kitabımız bir ve hakeza…
Bütün bu bir birler, bizi birbirimize bağlamalıdır. İnşallah… Demek oluyor ki bir insan, Müslüman olsun yeterli. Hatta insan olması bile yeterli. Gönül dostu Yunus, ne güzel ifade etmiştir bu manayı. “Yaratılanı severiz; Yaratandan ötürü”. Biz de insan olan bütün insanları sevmeliyiz. Zaten biz bütün insanlar; Allah’ın kulları ve Âdem’in çocukları değil miyiz?

Selam ve dua ile...

İbrahim YARDIM / İLAHİYATÇI/YAZAR