“Ey iman edenler! Eğer siz ancak Allah’a kulluk ediyorsanız, size verdiğimiz rızıkların (tayyib) helal ve temizlerinden yiyin ve Allah’a şükredin.” (Bakar / 172)
Zikrederek aldığı yolu, evinin bahçesinde bitmişti. Avlunun kapısını besmele ile açtı. Tam karşısında ayakta duran İdris’e selam verdi. Selamını alan İdris kısık sesle:
– Efendim, bir maruzat vardı da, müsaitseniz beyan etmek isterim, dedi.
– Tabi ki, buyur kardeşim!
– Efendim, bugün su taşıyan sakalardan Hüseyin Efendi devlethanenize geldi. Utanarak size bir şikâyetini iletmemi istedi. Efendim, Allah bağışlasın evladınız pek güzel ve iyi çocuktur. Fakat bir süredir validesinin çuvaldızını alıp evlere su taşıyan sakaların tulumlarını delermiş. Ne vakittir mustarip olan sakalar, din büyüğümüzün evladıdır deyip sabredermiş. Lakin artık sabredemeyecek duruma gelince bana gelip sizden münasip bir dille onu uyarmanızı istirham etmemi istediler.
Şeyh çok şaşırmış, rengi değişmişti:
– Allah Allah, nasıl olur İdris Efendi! Kursağından haram lokma geçmemiş, dua ve zikirlerle büyümüş bir evlat, nasıl böyle edepsizlik yapar? Zararı tazmin edip helallik almak gerekir.
– Zararın tazminini istemediler şeyhim.
Ses tonu netti:
– Onlar talep etmeseler bile hak haktır. Allah’ın huzuruna kul hakkıyla gitmekten O’na sığınırım.
İdris başını sallayıp avludan çıkıp gitti. Şeyh ayakta duramadı. Avludaki divana oturdu. Yaşaran gözlerinden damla damla yaş süzüldü. Onun evladı daha bu yaştan insanlara zarar veren biri olmuştu. Bin bir emek ve özenle yetiştirdiği çocuk, zavallı sakilerin tulumlarını deliyor, onu da vebal altına alacak bir haylazlık yapıyordu. Acaba bilmeden çocuğa haram lokma mı yedirmişti?
Hayatı boyunca en büyük korkusu, çocuğuna haram lokma yedirmek olmuştu. Peki, bu çocuk neden insanlara zarar veren biri haline gelmişti?
Sohbetleri esnasında çok zaman sözü helal lokma yemeye getirip:
– Kıymetli müminler! Kişinin dindarlığı ekmeğinin helalliği nispetindedir. Ekmeği helalinden yemeye ve yedirmeye dikkat edelim. Ateşten sakındığımız gibi haramdan sakınalım. Zira kişinin boğazından geçen yalnız kanına karışmaz. Ruhuna, imanına, nesebine karışır. Mümin bir ağzından giren lokmaya, bir de ağzından çıkan söze azami dikkat etmek zorundadır, diyerek nasihat ederdi.
…
– Hanım bir dert ki; içimi kemirir durur. Biz evladımıza haram lokma yedirdik mi ki; insanlara zarar veren biri oldu? Biz, Müslümanları haram lokmadan uzak tutmaya çabalarken evladımızın kursağından haram lokma mı geçirdik?
– Hayır, efendim sizin bu konudaki hassasiyetinizi herkes bilir, ben de şahidim.
Şeyh düşünceliydi:
– Hanım, sen hamileyken veya emzirirken haram bir şey yedin mi? İyice düşün.
Bir müddet ikisi de sustular. Sonra kadın aniden:
– Ben hamileyken komşumuzun evine gitmiştim. Orada portakal görmüştüm. Hamilelik hali, canım çok çekmişti. Fakat komşuya söylemeye hayâ ettim. O dışarı çıktığı bir anda bir iğne ile portakalı delip suyunu emmiştim. Bundan olabilir mi?
Şeyh şaşırdı, sesi üzgündü:
– Tabi ki ondandır. Nasıl ki; bir damlacık zehir insanı öldürebiliyorsa, haramın da azı bile dünya ahiret zehirlemeye yeter. Aman hatun hemen var git komşuya, olanı biteni anlat, helallik iste. Yoksa çocuğun sonu kötü olacak. Ben de sakaların zararını karşılayıp helallik dileyeceğim.
Kadıncağız hayıflana hayıflana komşusuna gitti. Onunla helalleşti. Çocuk bir daha tulumları delmedi.
Haram lokma konusundaki hassasiyetiyle tarihe geçen bu mübarek zat, Fatih Sultan Mehmet’in cenaze namazını kıldıran Şeyh Ebu-l Vefa Konevi’den başkası değildir.
Meryem Varol | Nisanur Dergisi | Mart 2020 | 100. Sayı