28 Şubat 1997'de TSK'nın, bazı siyasi partilerin desteğiyle gerçekleştirmiş olduğu post modern darbenin üzerinden 24 yıl geçti.
28 Şubat sürecinde, öğretmenden imama, memurdan esnafa, işçiden aşçıya, siyasetçiden bürokrata kadar binlerce insan inançlarından dolayı zulme maruz kaldı.
O süreçte ve sonrasında yaşanılanları İlke Haber Ajansına değerlendiren Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi ve SDE İç Politika ve Hukuk Koordinatörü Prof. Dr. Tevfik Erdem, önemli açıklamalarda bulundu.
Erdem, "Türkiye'de 28 Şubat sürecini hazırlayan aslında 1989 ve 1991 sonrası dünyada meydana gelen gelişmelerdir. Bu gelişmeler liberal Batı karşısında kızıl bir tehdit olarak Sovyetler Birliği ve Sovyetleri temsil eden sosyalist rejimlerin çökmesiydi. Bu Amerika için önemli bir sorun oldu. Amerika dünya jandarmalığını sürdürebilmek için önemli bir tehdit olarak gördüğü kızıl tehdidin ortadan kalmasından sonra adeta yeni bir tehdit arayışı içerisine girdi. O dönemde bir ara Fukuyama ile karşı karşıya kaldık. Doğu bloku, Sovyet rejiminin ve sosyalist rejimlerin yıkılmasıyla 'tarihin sonu' diye bir teori ortaya atıldı. Yani artık Liberal Demokrasi kendi zaferini ilan etti." dedi.
"28 Şubat süreci yeşil tehdidin farklı bir versiyonudur"
1990 yılında Amerika için kızıl tehdidin yerini "yeşil" tehdide bıraktığını aktaran Erdem, "1990 yılında başlayan bu sürecin uygulama örneği Türkiye'yi de buldu. Türkiye'de Amerika'nın uzantısı olarak göreceğimiz ve kabul edebileceğimiz aktörler Amerika adına adeta bu siyaseti hayata geçirmeye başladılar. 28 Şubat süreci aslında tüm dünyada doğu blokun yıkılması sonrasında karşı karşıya kaldığımız 'yeşil' tehdidin farklı bir versiyonudur. O dönemdeki çeteye (28 Şubat sürecinin aktörleri) baktığımızda bunların temel amacı devleti kollamak ve korumak… çünkü İç Hizmetler Kanunu 35'inci Madde kendilerine bu görevi veriyordu. Böyle bir görevi üstlenebilmeleri için herhangi bir kanun maddesine de gerek kalmıyordu. Çünkü bu çete çok ciddi bir biçimde ülkenin güvenliğinin elden gideceğini ve ülkenin rejim endişesiyle içi içe olduğunu düşünüyorlardı ve buna göre hareket ediyorlardı." ifadelerini kullandı.
"Bir üst akıl Türkiye'de böyle bir operasyonun yapılmasını istiyordu"
28 Şubat'ın diğer darbelerden farklı olduğunu hatırlatan Erdem, "Askerler, 28 Şubat Darbesini post modern darbe olarak ifade ederler. Bunun arkasında da biraz entelektüel, biraz da darbeyi mistifike etme çabası vardır. Yoksa bu resmen bir darbedir. Darbede doğrudan doğruya hükümetin alaşağı edilmesi muhtırada olduğu gibi hükümetin değiştirilmesi söz konusu değil. Burada Türkiye büyük bir düzen değişikliğiyle karşı karşıya kalıyor. Diğer darbelerden farkı şudur; 12 Mart 1971 Muhtırası'nda ya da 12 Eylül'e batığımız zaman doğrudan doğruya terör olaylarının gerekçe gösterildiği bir darbe ile karşı karşıya kalıyoruz. Oysa burada ciddi bir iç terör ile karşı karşıya değiliz ancak darbeyi gerçekleştirecek olan çete şöyle bir gerekçe buluyor: 'Türkiye'de rejim tehdit altında. Şeriatçı bir terör saldırısıyla karşı karşıya.' Ankara Sincan'daki tiyatro gösterisi sonrasında Kocatepe Camisinde 'şeriat isteriz' diye çıkan grubun ve daha sonra Şevki Yılmaz'ın çok lüzumsuz ve gereksiz açıklamaları askerler için önemli bir gerekçe olarak görüldü. Ancak yine de bu doğrudan doğruya askerlerin dini gerekçe göstererek yaptığı bir şey değil, bence bir üst akıl Türkiye'de böyle bir operasyonun yapılmasını istiyordu. Bu da o çete tarafından gerçekleştirildi." şeklinde konuştu.
Prof. Dr. Tevfik Erdem,
"28 Şubat sürecinin siyasi, askeri, ekonomik ve sosyolojik yönlerinin olduğunu bilmek gerekiyor"
Darbenin ekonomik boyutunun da olduğunu belirten Erdem, "Türkiye'de Özal ile birlikte muhafazakâr çevrelerin merkeze doğru ekonomik olarak yürümesi vardı. Bu küçük ve orta boy işletmelerle birlikte başladı. Çeşitli holdinglerle birlikte giderek daha fazla güçlenen bir Anadolu sermayesiyle karşı karşıya kaldık. Anadolu sermayesinin bu yükselişi yerleşik burjuva tarafından çok fazla kabul edilmedi. Çünkü bu pastadan daha fazla pay almak istediği için onları biraz daha ötelemek biraz daha pastanın dışında bırakmak istedi. Dolayısıyla 28 Şubat süreci ekonomik olarak da Anadolu'da yükselen Anadolu burjuvasının önünün kesilmesi olarak da okunabilir. O dönemde bir sürü holding mimlendi. Türkiye çapında bir sürü büyük işletmeler kamu ihalelerinde dışarıda bırakıldı. Meşhur bir bisküvi markası 56 ülkeye ihracat yapıyordu ama ordu evlerine ve kışlalara giremiyordu. Dolayısıyla 28 Şubat sürecinin siyasi, askeri, ekonomik ve sosyolojik yönlerinin olduğunu bilmek gerekiyor. Bir de siyasi yönünde Demirel var." dedi.
"28 Şubat süreci denilince bir akademisyen olarak aklıma gelen ilk şey ikna odalarıdır"
28 Şubat süreci Türkiye için kara bir leke olduğunu dile getiren Erdem, konuşmasının devamında şunları aktardı:
28 Şubat süreci denilince aklınıza ne geliyor? Bir akademisyen olarak aklıma gelen ilk şey İstanbul Üniversitesi'ndeki ikna odalarıdır. Orada Rektör Yardımcısı daha sonra CHP milletvekili olan bir kadın, başörtülü öğrencileri çok ciddi bir biçimde taciz etti. Onların insan haklarını ihlal etti ve onlar üzerinde çok büyük bir taciz uyguladı. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey olamaz. Tek tek öğrencilerle uğraştılar. Öğrencileri fişlediler ve hangi öğrenci başını kapatıyor, nerden para alıyor diye soruşturma başlattılar. Başörtülü öğrenci sayısının artmasının altında yatan sebepler nelerdir şeklinde kendilerince araştırmalar yaptılar. Başarılı öğrenciler sadece başörtülü oldukları için ödül alamadılar, başörtülü oldukları için mağdur edildiler, taciz edildiler, tehdit edildiler. Bunların kamusal görünürlükleri tamamen ortadan kalktı. Dolayısıyla 28 Şubat süreci ciddi bir biçimde Türkiye'de muhafazakâr kesimin eğitim alanından dışlanması anlamına geliyor. Oysa hatırlayın muhafazakâr kesim nasıl eleştirilirdi. 'Kız çocuklarını okula göndermiyorlar.' Kız çocuklarınızı okula gönderiyorsunuz, o kesim 'Hayır siz kızlarınızı ancak bizim istediğimiz gibi gönderebilirsiniz.' diyor. Bu süreçte maalesef bunlar yaşandı.
"Hükümetin 28 Şubat sürecindeki mağdurların mağduriyetlerini gidermesi gerekir"
Erdem, "Bu dönemdeki askeri ihraçlara bakın! Bunların birçoğu orduda çeşitli dini hassasiyetleri olan insanlar olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla bunların büyük bir mağduriyetiyle karşılaşıyoruz. Bu mağdurlardan biri de bugün çok güzel romanlara imza atan İskender Pala'dır. Böyle bir sürü insanın mağdur edildiği durum ile karşı karşıyayız. Hatta o dönemde mağdur edilmiş bir sürü insanın halen mahkemeleri devam etmektedir. Bugün yapılması gereken şey 28 Şubat sürecinde mağdur edilmiş bu insanların davalarının tekrar ele alınıp mağduriyetlerinin giderilmesi gerekir." dedi.
"15 Temmuz Darbesi bize 28 Şubat sürecini unutturdu"
15 Temmuz Darbe Girişimi'nin 28 Şubat'ı gölgede bıraktığını belirten Erdem, "28 Şubat sürecini gölgede bıraktıracak başka bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldık: 15 Temmuz Darbesi. 15 Temmuz Darbesi, bize 28 Şubat sürecini unutturdu. Çünkü o çok daha kanlı bir darbe olarak karşımıza çıktı. 28 Şubat sürecinin etkileri halen devam ediyor mu? Bence devam etmiyor. Özellikle 15 Temmuz süreci Türkiye'de askeri dokunulmazlıkların ve askerin o büyük prestijini paramparça etti. Düşünün bir tuğgeneral dönemin başbakanına küfrediyor. Şimdi böyle bir şey duyabilir miyiz? Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanını bırakın, herhangi bir bakanına ağzını açıp alenen ağır hakaret veya ağır küfür edebilir mi? Adamın kulağından tutarlar dışarı atarlar. Ama o dönemde Türkiye Cumhuriyeti'nin başbakanına adam ağzına geleni söyledi. Çok ağır bir hakaretti." ifadelerini kullandı. (İLKHA)