DOĞRUHABER

90’lı yılların karanlık günlerde İslami kimliğinden dolayı vahşice katledilen Şehit Molla Zeki Atak, ardında yüzlerce medrese öğrencisi bıraktı. Kalbi İslam ümmetinin ihyası için atan Şehit Molla Zeki, karanlık örgütün hedefi oldu. Babası Şehit Molla Zeki’yi anlatan Zehra Atak, “O, dünyaya hakkı ve hakikati haykırmak için gelmişti. Öyle de yaptı.” dedi.

Şehit Molla Zeki Atak’ın kızı Zehra Atak, şehadet yıldönümünde babasını anlattı. Şimdi sizi Zehra Atak’ın babasını anlattığı satırlarla baş başa bırakıyoruz:

 Karanlık ve kirli yapıların mazlum ve mahrum bir halk üzerinden kirli oyunlarını oynadıkları, efendilerinin çıkar ve menfaatleri için hiçbir kural ve ahlaki ilke tanımadan en şeni’ planlarını sahnelemekten geri durmadıkları bir dönemde; tarihin kalbi, İslam coğrafyasının ortası sayılabilecek, Mezopotamya’nın incisi Cizre’de yaşıyordu Şehit Molla Zeki. Adeta “Coğrafya kaderdir” diyen İbni Haldun’un tezini doğrulayan, stratejik konumu gereği her zaman için büyük planların üzerinde kurulduğu bir coğrafya. Bu nedenle her zaman kan ağlayan bir coğrafya!

Büyük bir tehlike altında yaşayan bir halkın içinden çıkıp, etrafı ateşle sarılmış bir çemberin içinde bulmuş genç bir davetçi, yiğit bir imam! Çağını iyi tanımış, mazlumların susamış yüreklerine Kur’an hakikatlerini, Rasulullah’ın sünnet-i seniyyesi ile esenlik sunmayı arzulayan Rabbani bir alim idi. Sözlerini yaşayışıyla pekiştiren, ümmetin derdini kendine dert edinen, bunun için gece gündüz çalışan Seyda, otuz beş senelik kısa bir ömre neler sığdırmamıştı ki!

35 SENELİK İHLASLA BÜTÜNLEŞMİŞ ÖMÜR

Şehit Molla Zeki 1957 yılında Şırnak’a bağlı Güneyçam köyünde dünyaya geldi. Köy ahalisinin ekserisi tarikat ehli idi. Seyda’nın ailesi de tasavvufa sıkı sıkıya bağlı bir ailedir. Seyda’nın dedesi Şeyh Ahmet; takvası, hilmi ve ilmi ile tanınan saygın bir şahsiyet idi. Seyda ilk önce dedesinin terbiyesinden geçmiş, küçük yaşta başlamış ilim yolculuğuna... Köyünde ilk okullu okuduktan sonra ilim eğitimi için medrese tahsiline başladı. Bölgenin en meşhur alimlerinden dersler aldı. Küçük yaşına rağmen üstün zekası sayesinde medrese ilimlerinin tedrisatında çok başarılı olmuş, kısa zamanda tamamlayıp orta okul ve lise derslerini dışardan vererek fenni ilimleri de aldı. Kendisini geliştirerek o dönemde tek taraflı ilim yerine her iki alanı da birleştirdi. Tecvit ve kıraat alanındaki başarısı onu Kur’an Kursu hocalığına sevk etti. Kur’an Kursu hocalığı yanında Arapça dilinde kendini geliştirerek kısa zamanda dil sınavlarından üstün derece ile mütercimlik belgesini aldı. Fasih Arapça konuşurdu. Hattat sayılabilecek kadar güzel bir hattı vardı. Akranları olan imamlar medrese ilimleri ile yetinirken Seyda asri eserler de okuyarak tüm İslam dünyasındaki gelişmelerden haberdar olurdu. Hasan El Benna, Seyyid Kutup, Bediuzzaman Said-i Nursi, Ali Şeriati, Said Ramazan El Boti gibi alimlerin eserlerini okur ve üzerinde mütalaa ederdi. Fesahat ve belagati bir Allah vergisi idi. İlmi ile amil Seyda’nın Kur’an hakikatlerini haykırdığı sohbetleri öncelikle bütün vücudunun zerrelerini etkiler, etkilendikçe karşısındakilere daha çok tesir ederdi. Bu, apayrı bir yöntemdi! Aslında doğru olan da buydu. Önce kendisi etkilenecek ki, başkasını etkileyebilsin! Ondan sonra bu onun hayat ve mücadele felsefesi haline geldi. “Allah” lafzını söylerken bütün vücut zerreleri şaha kalkardı adeta! Cümleleri; ilimden, akıldan kalbe süzülür ve oradan aşkla çıkardı. Bu nedenle onu dinleyen sohbetinden doymazdı, onun bir yerde olduğunu duyan insanlar hemen orada toplanırdı. “Kur’an’ı manasıyla öğrenin ve hayatınıza tatbik edin” derdi.

Cizre’nin tarihi medresesi olan Kırmızı Medrese’de on sene Kur’an Kursu hocalığı yapan Seyda; İslam’a daha iyi hizmet edebilmek için cami imamlığına geçti.  Kitapevi açtı. Seyda elinde ne varsa Kur’an hizmetine adadı. Klasik medrese tahsilinin yanında asri ilimleri alması, genç yaşına rağmen kültürlü ve ciddi bir birikime sahip olması, cesaret ve mertliği ile ilimin ve ulemanın izzetini koruması, onu memlekette tanınır bir hale getirmişti. Felsefeye vukufiyeti, farklı fikir ve ideolojileri çok iyi bilmesi onu “Aydın” sıkıntısı çeken bölgemizde gerçek manada bir Aydın yapmıştı. Milletini ve memleketini aydınlatmaya başlayan bir meşale gibi. Solcular, Seyda’yı saflarına çekmek için çok çalıştılar. Seyda ile her oturduklarında, tartışmaya başladıklarında, Seyda’nın iman hakikatleri ve sünnete olan pratik bağlılığı onların çabalarını boşa çıkarıyordu. Memleketini o karanlık canavarların yutmaya çalıştığı dönemde mazlum halkının sesi olmaya çalıştı. O, tabiri caizse halkının vicdanıydı, manevi buhranları yüreğinin orta yerinde ve vücudunun bütün hücrelerinde hissediyordu. İman nuruyla yoğrulmuş bir duyarlılığa sahipti. Bu nedenle hiçbir zaman dünyevi aşkların peşinden koşmadı, malı, mülkü ve makamları elinin tersiyle itti.

GENÇLERE GÖKYÜZÜNÜN ÖĞRENCİSİ OLABİLMEYİ ÖĞRETTİ

Seyda mazlum ve mahrum bırakılmış milletinin ve memleketinin sahil-i selamete çıkması, her iki dünyalarının kurtuluşu için gerçek ve hak ehli öğretmenlere, öncülere ve rêzanlara ihtiyacı olduğunu biliyordu. Bu nedenle Seyda gençlere çok önem verirdi. Emperyalist güçlerin bölgede taşeron olarak kullandıkları örgütler ve odaklar, halkı aziz İslam’dan uzaklaştırmak için çok çalışıyorlardı. Özellikle gençleri hedef alıyorlardı.

Seyda görevli olduğu camisinin müştemilatında kendi imkanlarıyla halktan aldığı destekle o zamanın şartlarına göre sade bir medrese inşa etti. O dönemde medreselerde sadece Arapça ve dini ilimler tedrisatı yapılırken Seyda kendi talebelerini aynı zamanda okula da gönderir, böylece medrese ilimlerinin yanında fenni ilimleri de almalarını sağlardı. Onlarla ilgilenir, bir araya gelir, kitap okumaları yapar, sohbet ederdi. Gittikçe ders halkaları genişledi. İslam davasına hizmet edecek liyakatte talebeler yetiştirme gayreti içerisinde idi. Seyda başka illere gider, gençlerle ve üniversite öğrencileriyle buluşur, sohbet ederdi. Süslü ve yaldızlı batıl ideolojilere kanmamalarını, bunların sonunun bir seraptan ibaret olduğunu telkin ederdi. Çünkü hak ve hakikate götürmeyen bütün süslü ve şaşaalı hayatların sonu seraptır.

İslam davasının sevdalısı Seyda, karanlık yapıların tehditlerine aldırış etmeden Rabbi ile olan güçlü bağından tereşşuh eden kararlılık ve iman yüklü şu sözleri özellikle alimlere, gençlere ve çağımız insanına büyük bir ders niteliğindedir: “Bizler, ilmimizi ve davetimizi kanımızla imzalamalıyız ancak o zaman samimiyetimizi tescil etmiş oluruz. Bu fedakarlık ve cesaretle ancak amellerimizi ihlas ile imanımızı en yüksek mertebe ile buluşturabiliriz.”

ALİMLERE KARŞI DERVİŞ GÖNÜLLÜ İDİ

Seyda; ilim, edep ve çalışkanlığı ile hem halk hem de ilim çevreleri arasında çokça sevilirdi. O aynı zamanda bir halk adamıydı. Edebi, terbiyesi sosyalliği, sempatik kişiliği, samimiyeti her kesimle güzel diyalog içerisinde olmayı sağlamıştı. Genç yaşına rağmen bölgede hatırı sayılır alimler arasına girmişti. Alimlere tevazu ile ihtiram gösteren Seyda, onları evinde ağırlar ikramda bulunur, milletin içinde bulunduğu durumu izah eder, sorumluluklarını hatırlatır ve onlardan hizmet sözü alırdı. Molla Mizgîn Hoca, Seyda üzerine yazdığı  şiirde onu şöyle tarif eder; “Lê ji bo ne qencu zalima hişk u cesur bu her dema / zalimlere ve  kötülere karşı sert ve cesurdun her zaman, Lê ji bunî qencu alima wek hevrîşm nerm buyî her/  iyilere  ve alimlere karşı  ipek gibi yumuşaktın”. Taşeron örgütler ve karanlık güçler tarafından Allah yolunda çalışanlara hayat hakkının tanınmadığı, İslam’ı tebliğ etmekten korkulduğu karanlık bir dönemde, o, meydanlardaydı. Köy köy, kasaba kasaba çevre illeri dolaşır, ilim ehline halkın kurtuluşu için İslami davayı anlatır, hizmet içerisinde bulunmaları gerektiğini, sorumluluk sahibi olmalarını telkin ederdi.

Seyda, bu dönemde tebliğ ve davetinde çok sıkıntılar çekti. Özellikle ilim ehlinin sessiz kalmasına çok hayıflanırdı. “Ey alimler! sizler Kur’an’la büyüdünüz, Kur’an ile şeref ve değer kazandınız, Kur’an sayesinde imam-hatip oldunuz, Kur’an sayesinde insanların öncüsü oldunuz. Kur’an size bu kadar değer katarken, siz niye bugün Kur’an’a yar olmuyorsunuz!? Siz bundan dolayı Rabbinize ne cevap vereceksiniz?”

CESARET VE DİRENİŞ ÖĞRETMENİ

Karanlık yapılar Seyda’yı yanlarına çekemeyince ondan rahatsız olmaya başladılar. İftiralarla karalamaya başladılar, “çamur at tutmazsa izi kalır” misali her gün yeni bir yalan uydurmaya çalıştılar. Bu şekilde karalama kampanyaları yaparken öbür yandan halkı korkutarak, sindirerek uzak tutmaya çalıştılar.  Ambargolar uygulayarak halkın irtibatını kesmeye çalıştılar. Bir yandan da tehdit, taciz ve fiili saldırılara başladılar. Tüm bu baskı ve tehlikelere karşı o, “Eğer başımız bu davaya kurban olacaksa bile İslam davasına şahsımızda zeval vermeye hiçbir şekilde hakkımız yok, bu caiz değildir.  Çünkü İslam tarihinde peygamber varisleri için bu caiz olmamıştır” der, istikametinden taviz vermeyen, hedefinden şaşmayan bir dava adamıydı.

Siyer-i Nebi’de geçen olaylar birer birer tekerrür etti. Seyda ile arkadaşları iftiraya uğradılar   Bulundukları mahalleyi ambargoya tabi tuttular ve saldırmaya başladılar.

19 Şubat 1992 Perşembe günü zaruret üzerine çarşıya çıkan Seyda’nın çıkışını duyan mülhidler yol güzergahlarına pusu kurdular.  Nihayet pusuya yaklaşan araç, satılmış tetikçileri tarafından tarandı ve Seyda şehid oldu…

O, dünyaya hakkı ve hakikati haykırmak için gelmişti. Öyle de yaptı. Bu gök kubbede hoş sedası baki kaldı. Seyda onlarca gencin hidayetine vesile oldu. Samimiyetiyle, fedakarlığıyla, cesaretiyle çalışkanlığıyla imanın diri tutulması yönünde onlara örnek olup öncülük etti. “Nice Peygamberlerle Rabbani (bilginler) savaşa girdiler de Allah yolunda kendilerine isabet eden (güçlük ve mihnet)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler, ne boyun eğdiler. Allah sabredenleri sever.”(Al i İmran:146)

Yüce Rabbimiz şehit Molla Zeki Hocamızı rahmet deryalarına gark eylesin, bizleri de onların yolundan gitmeyi, miraslarına sahip çıkmayı, onların şefaatine nail eylesin..