OSMAN GÜLEBAK / ANALİZ-DOĞRUHABER
Birleşik Krallık ve İngiliz Milletler Topluluğu'na bağlı Güney Pasifik ülkesi Yeni Zelanda, Maori yerli halkının bir liderinin, mecliste mecburi görülen kravat takmayı reddettiği için parlamentodan atılmasıyla sömürgecilik tartışması patlak verdi.
Kriz, Parlamento Başkanı Trevor Mallard'ın, Maori Partisi Eşbaşkanı Rawiri Waititi'ye erkek milletvekillerinin soru sorabilmesi için kravat takması zorunluluğuna uymadığı gerekçesiyle genel kurulu terk etmesini istemesiyle çıktı.
Maorili siyasetçinin İngiliz sömürgeciliğinin bir dayatması olan kravatı takmak istememesi üzerine Parlamento Başkanı, "Hayır, bu üye söz hakkı alamaz. Söz hakkı alamaz. Bu üyeyi tanımıyorum ve o şimdi meclisi terk edecek. Özellikle bir üyenin üyelere dağıtılan karara karşı durduğunu ve meclise kravatsız girmeye karar verdiğini fark ettim. Kravat takmadığı sürece kendisini çağırmayacağım. Bir daha kravat takmadan meclise giremez" sözlerini kullanarak, özgürlükler diyarı diye anlatılan Avrupa’nın yasakçı ve otokrat yüzünü ortaya çıkardı.
Parlamento başkanının kendisine muamelesini 'vicdansızlık' diye niteleyen Maorili siyasetçi, meseleyi sadece kravata indirgeme hatasına düşmeden, o kravat üzerinden farklı kimliklere dayatılan kültürel asimilasyona dikkat çekerek şu anlamlı sözleri kullandı:
"Bu, kravat değil, kültürel kimlik meselesi. Kravat tartışması, daha hala ülkede ırklar arası ilişkilerin düzelmesi ihtiyacının bulunduğunu gösteriyor. Bu yapılan, yerli halkların haklarının ihlal edilmesidir. Bizim böyle bir mekânda kültürel kimliğimizi ifade etme hakkımızın bulunması gerekmektedir."
Yaşanan tepkinin ardından Parlemento Başkanı, Daimi Talimatlar Komisyonu ile görüşmesinin ardından, kravat takmayı tercihe bağlı yapmaya karar verdiğini açıkladı. Ardından Waititi, boynuna kravat yerine Maorililere ait geleneksel bir takı olan taşı takarak meclise geldi.(1)
Waititi daha önce de meclisin yasakçı yaklaşımına karşı, belki de sömürgeciler tarafından her türlü işgal ve asimilasyona tabi tutulan mazlum ve mustaz’af halklara örnek teşkil edecek şu dikkat çeken sözleri de kullanmıştı:
"Kendimi atalarımın hazineleriyle süsleyeceğim ve boynumdan sömürgeci ilmiğini kaldırıp şarkımı söyleyeceğim."
Maorili siyasetçinin cesurca mücadelesi, yasakçı ve otokrat zihniyete geri adım attırdı. Tıpkı sürekli damlayan su damlalarının sert kayayı delmesi gibi yasakçılara karşı verilen azimli mücadelenin mutlaka bir gün netice vereceğini öğretti.
MAORİLER VE YENİ ZELANDA
Peki, kim bu Maoriler… Waititi’nin bahsettiği sömürgeciliğin arka planında neler yaşandı? Kim, nasıl onları sömürgeleştirmeye çalıştı? Onların yaşadığı sömürgecilik ile bizim yaşadığımız sömürgecilik arasında ne gibi benzerlikler var?
Yeni Zelanda'nın 5 milyonluk nüfusunun yüzde 15'ini oluşturan Maoriler, ülkedeki yoksulluk ve hapse düşme istatistiklerinin tepesinde yer alıyor. Bilindiği kadarıyla, Maorilerin ataları güneydoğu Asya kökenli bir Polinezya halkıydı. Bazı tarihçiler, Yeni Zelanda’nın ilk Polinezyalı yerleşimcilerinin, bugünkü Çin’den göç yoluna çıkarak, uzun yıllar süren bir yolculuk neticesinde, Tayvan ve Güney Pasifik üzerinden Aotearoa’ya (Maori dilinde Yeni Zelanda) ulaşmayı başardıklarını öne sürer. Öte yandan antropolog Thor Heyerdahl, Polinezyalıların diğer akademisyenlerin iddia ettiği gibi Doğu’dan ziyade Amerika’dan Pasifik’e geldiğini iddia eder. Heyerdahl, teorisini, Avrupalıların gelişinden önce Yeni Zelanda’da Maorilerin ekimini yaptıkları ve bir çeşit tatlı patates olan ‘kumara’nın orta Güney Amerika kökenli olması gerçeğine dayandırıyor.
1769 veya 70’te İngiliz sömürgeciliğinin başını çeken Kaptan James Cook, iki büyük adayı kuşattı; o yıllarda, Maorilerin zekâsı ve Yeni Zelanda’nın sömürgecilik için ne kadar uygun olduğu hakkında notlar yazmıştı. Başlangıçta, balina avcılığı ve kâr peşindeki diğer Avrupalılar, Maoriler tarafından memnuniyetle karşılandılar. Yıllar geçtikçe, ateşli silahlar, Avrupa’dan gelen yeni salgın hastalıklar, Batılı tarım yöntemleri ve misyonerlerin faaliyetleri nedeniyle, Maori kültürü ve toplumsal yapısı dağılmaya başladı. 1830’ların sonlarına doğru Yeni Zelanda, Avrupa’nın sömürge toprağı haline geldi ve Avrupalı yerleşimciler, bölgeyi işgal etmeye başladılar. (2)
SÖMÜRGELERDEKİ HAİN VE KİRLİ EL: BATILILAŞMIŞ YERLİ ZİHNİYET
Evet, Yeni Zelanda’da yaşanan mesele ve arkasındaki gerçekler, bize sömürgeciliğin yüzünü gösteriyor. Başta İngilizler, İspanyollar, Hollandalılar, Fransızlar gibi Batılı ülkeler, uzun yıllar dünyanın farklı yerlerini bilfiil işgal ederek yer altı ve yer üstü zenginliklerini sömürdüler. Sonra da De Gaulle’un deyimiyle Batı, sömürgeciliğin kârlı olmaktan çıktığını görmüş ve böylece sömürgelere siyasal bağımsızlık vermeyi kabul etmiştir.
Fakat sömürge döneminde Batı lehine kurulan dengenin korunması için, bu kez, eski sömürgelerin yeni ideoloji ve siyaset şekilleriyle bunu kabullenmeleri gerekiyordu. Kimilerinin yeni sömürgecilik dediği bu dönem, modernizmin eski sömürgelerde ve Batı dışı bütün toplumlarda lineer çizgiyi Batının gerisinde ve ancak onun gösterdiği yöne ve biçimlerde izleme taraflısı aydın, devrimci ve bürokrat-asker bir kuşağın fiilen Batı ve fakat görünürde bağımsızlık adına her şeye el koydukları ve zorba/otoriter yöntemlerle geleneksel toplumları tepeden tırnağa seferber ettikleri bir dönem olarak karşımıza çıkar. (3)
Ne acı değil mi? Batı dışı tüm toplumları ‘halka rağmen halk için’ parolasıyla baskıcı ve yasaklayıcı uygulamalarla modernleştirme yani kültürel asimilasyona tabi tutarak tek tipleştirme çabaları… Yani Modernleşme ya da bizdeki deyimiyle muasırlaşma demek; yerel tüm kimliklerin Batının kültür kazanında eritilmesi demek.
Tüm bunlar ışığında şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; adına Modern Çağ dediğimiz bu asırda Batı sömürgeciliğinin zulmüne uğramayan kimse yok gibi. Aslında Maori halkının hikâyesi belki de hepimizin hikâyesidir…
Her birimiz önce işgaller sonra da sözde bağımsızlık! döneminde yasaklar ve asimile politikalarının altında büyümedik mi? İngilizlerin Maorilere uyguladığı baskının ve yasaklayıcı tavrın aynısını bu topraklarda iliğimize kadar yaşamadık mı?
‘Batılılaştırma’ ya da ‘Modernleştirme’ adına şapka giymeyen dedelerimiz darağaçlarına gönderilmedi mi?
Ölümlerin, sürgünlerin ve ayrılıkların en acılarını yaşamadık mı? Stranlarımız bu zulümleri dilden dile haykırmadı mı? Hâlâ meclisimizde Yüce Allah’ın ayet diye vasıflandırdığı dilimiz, okunan Fatiha’mız X yani bilinmeyen dil diye geçmiyor mu? Meclisimizde inanmadığımız halde bize zorla dayatılan seküler değerler adına yeminler ettirilmiyor mu?
Bu zulümlerin bizzat Batılılar tarafından veya ‘Batılılaşmış Yerli Zihniyet’ tarafından yapılmış olması ne fark eder ki?
Fakat, işin en acısı da hayatımızı zehir eden bu yasakçı ve asimilasyoncu çabaların hız kesmeden devam ettiği bu zaman diliminde yeterli uyanıklığa ve donanıma sahip olamamamızdır. Ya da tersinden Üstad Malik Bin Nebi’nin dediği gibi; sömürülmeye müsait olmamızdır. Sömürgeci Batı’yı da, fiilî işgallerini de gereği gibi fark ederek varımızı yoğumuzu ortaya koyup savuşturduk. Ama aynı hassasiyeti, ne Batı’nın ‘fikir evladı’ yerli Batılılara, ne de zihinlerimize, kavramlarımıza ve kültürümüze yönelen yumuşak işgaller karşısında gösteremedik. Sömürgeciliğin sert yüzünü gördük ama yumuşak, hileli yüzünü göremedik. Bu yüzdendir ki; harici düşmanlar karşısında defalarca zafer kazanmamıza rağmen hâlâ baskıcı ve inkârcı zihniyetin prangalarından kurtulmuş değiliz.
Şimdi, şöyle bir kendimize ve hayatımıza bakalım; zihin dünyamızda, kullandığımızda kavramlarda, giyim-kuşamımızda, sosyal ilişkilerimizde; kısacası boynumuzda sömürgecilere ait nice ‘sömürge ilmikleri’ var; bizi sömürgeci Batı’ya görünmez bağlarla bağlayan… Sahi bunun ne kadar farkındayız…
Peki, sence Maorili siyasetçi gibi bizim de yaşadığımız baskı ve dayatmalara karşı ‘sömürge ilmiklerini’ çıkarıp atmamızın, özümüze dönmemizin zamanı gelmedi mi?
Zorlukta ve rahatlıkta, sert ya da yumuşak, sömürgeciliğin her şeklini fark edip buna karşı mücadele edenlere selam olsun…
Son sözü fikir hayatını İslam Coğrafyasının sömürgecilikten kurtarılmasına adayan Üstad Malik Bin Nebi’ye bırakalım:
“Sömürgecilik gece yarısı hâlâ çanlarını çalıp sömürge halkını uykuya devam etmeye çağırıyorsa da, artık uyku saati geçmiş dünya Müslümanlarının teslimiyetçilik ruhu dönmemek üzere gitmiştir.”
1) https://tr.sputniknews.com/asya/202102111043785969-maori-liderini-somurgeci-ilmigi-takmayi-reddettigi-icin-disari-atan-parlamento-tepki-uzerine-kravat/
2) https://www.gazeteduvar.com.tr/dunya-forum/2018/08/19/dunya-forum-okyanusun-kadim-ve-gezgin-halki
3) Ali Bulaç- Din Ve Modernizm