Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti – Ebul Hasen Ali en – Nedvî

Hayatın anlam arayışında bakış açıları çok önemlidir. Bakış açısının önemi, meseleyi doğru yöne kanalize etmenin de ilk adımıdır aslında. Bakış açısını en çok etkileyen husus ise şüphesiz, doğru sorudur. “Güzel soru, ilmin yarısıdır.” (Taberani) hadis-i şerifinde de beyan edildiği gibi soru, hakikat arayışının en önemli merhalesidir. Atilla İlhan’ın meşhur bir şiiri, “Ben sana mecburum, bilemezsin!” diye başlar. Biri de farklı bir bakış açısı sunarak şunu söylemişti: “Belki de sen bana mecbursun, bilemezsin.” Evet, çağın hummasına tutulmuş ve kaybedişlerin girift bilmecesinde boğulan dünyamızda belki de asıl mesele, doğru suali sormaktadır, diye düşünüyorum. Zira yanlış trene bindikten sonra vagonların arasında gidip gelmenin faydası yoktur.

Özellikle son 3 asırdır Müslümanların çöküş içinde olduğu bir hakikattir. Osmanlı münevverlerinin Batı ülkelerine gidişi ve Avrupa’nın ilerleyişine karşılık Müslümanların geri kalışına şahitlik edişiyle bu aşağılık kompleksi daha da bir katmerlenmiş ve kendisini iyiden iyiye hissettirmiştir. Bu kaybedişler üzerine farklı fikirler ve ideolojiler bağlamında yorum ve çözüm önerileri sunulmuştur. Bu kompleksin verdiği ruhla Batıcılık, Turancılık, Osmanlıcılık, Ademi Merkeziyetçilik gibi ideolojiler türemiştir. Evet Avrupa gelişiyor, ama Müslümanlar da geriliyordu. Fakat asıl sorulacak soru şuydu: Batı’nın ilerleyişi mi bizim gerileyişimize sebepti, yoksa Müslümanların yerinde saymak şöyle dursun, özündeki hakikatten sıyrılarak bir kuru kütüğe dönüşünden mülhem mi Batı güçlenmiştir? Ve daha da önemli ve geniş kapsamlı bir soru: Müslümanların gerilemesiyle gerçekten de sadece müslümanlar değil, dünya neler kaybetmiştir?

Bu soruyu soran, Hint alt kıtasında yaşayan ve devrin en önemli ilim merkezlerin birinde yaşayan otuzlu yaşlarında bir gençtir, Hasan en-Nedvi. Kitabının başlığı, bu tersine metaforun veciz bir yansımasıdır: Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti… Meselenin alt zeminini Cahiliye Dönemi, Cehaletten İslam’a, İslamiyet Dönemi, Avrupa Dönemi ve İslamın dünya liderliğine yeniden çıkışı üzerinden 5 ana kola ayırarak başlayıp gerekli literatür taramalarını yaptıktan sonra özgün ve güçlü yorumuyla yazdığı bu kitap, 1940’lı yıllarda Müslüman dünyada çok ses getirir. Zira yazarın bulunduğu Hint alt kıtasının ve Arap coğrafyasının da ötesinde dünyayı ele aldığı antropolojik, sosyolojik ve tarihsel bir çalışmanın ürünüdür bu kitap. Aynı zamanda tespitlerinin vuruculuğu, tüm dünyaca yaldızlanan, yıldızlara çıkarılan Roma-Yunan felsefesinin çağımızdaki temsilcisi olan materyalist, Epikürist, Natüralist, Komünist, ila nihaye Ateist hayat nizamının foyalarını ortaya çıkaran üslubundan dolayı, çokça takdir görmüş bir kitaptır. Önceleri sıkı bir Sosyalist iken ihtida ettikten sonra İslam’ın hayat nizamını içselleştiren ve sosyal adaletin merkezinin İslam olduğunu eserleri ve hayatıyla haykıran Prof. Dr. Seyyid Kutub ve Ezher Camiasının tanınan öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ahmet Şerbâsî gibi Mısır ve İslam alemince tanınan büyük ilmî şahsiyetlerin mukaddimeleri, buna örnektir.

Yazarla benim ilk tanışmam, 2003 yılında hiç yanımdan ayırmadığım ve ileride Kur’an-ı Kerim okumalarımın daha iyi anlaşılmasında alt zemini hazırlayan Peygamber Kıssaları kitabıyla oldu. Bu kitabı da, benim okuma iklimime vakıf değerli bir dostumun aracılığıyla tanıdım. ve anladım ki bu eser, İslam’ın yeniden ikamesi adına zihin teri döken kişilerce okunması gereken ana eserler arasında yer alıyor. Zira birçok yazarın siyer çalışmalarında, özellikle İslam öncesi cahiliye dönemi hakkındaki malumatlarının önemli bir yekûnunu Nedvi’nin bu çalışması oluşturuyor diyebiliriz. Çok geniş çaplı literatür taramalarının etkisini, yazarın Çin, Hindistan, Avrupa, Anadolu, Hicaz, Mezopotamya, Habeşistan, Osmanlı, yakın dönem Avrupa vb. toplumların sosyal, siyasal ve dini hayatını ele alan analizlerinde müşahede etmek mümkün. Yazarın teşhisindeki isabetlerinin yanında, tavsiyelerindeki isabetleri de dikkate şayan. Bu sebeple kitabın her bir yanı, altı çizilmiş satırlarla, yuvarlak içine alınmış paragraflarla dolu.

Yazarın okuyucuya aşılamasını istediği asıl mefkûre: İslam’ın dünyaya hakimiyetinde nelerin etkili olduğunu bilmek ve o hakimiyeti tekrardan tesis edecek olan kilometre taşlarını adımlamak; İslam’ın olmadığı ve hakimiyetinin gerilediği, Müslümanların dünyanın ‘öznesi’ olmayı bıraktıkları, küfrün, şirkin ve tuğyanın hâkim olduğu bu maddeci çağda dünyanın neler kaybettiğini göstermektir. Kitabın sonunda yazarın Araplar özelinde Müslümanlara yüklediği misyon ve vizyonun heyecan uyandırıcı olmasının yanında, harekete geçirici mefkureleri taşıması da, gözlerden kaçmıyor. Bu sebeple kitap bir teori kitabı olmasının yanı sıra, bir aksiyon kitabıdır da. Zira kitabın kaç bölümünde tespitlerin vuruculuğundan dolayı hayret ve haşyet içinde titrediğimi, “Allahuekber” dediğimi hatırlamıyorum. Bunun etkisini, karşınıza ‘kendinizi’ oturtup kitabı sesli okuyarak hissedebilirsiniz. Bu yöntemin bir faydası da 400 sayfalık bu kitabın, bir çırpıda nasıl bitebileceğine şaşırmak olacaktır, kanaatimce.

Ümit ederim ki bu tür eserlerin salgıladığı ruh, tüm dünyaya yayılır ve Müslümanların tekrardan tek yürek olmasına ve dünyanın öznesi konumuna erişmelerine vesile olur. Ve o zaman Sn. Suat Yaşasın Hocanın da dediği gibi, Gazze’den mukavemet, Moritanya’dan hikmet, Mısır’dan nusret, Pakistan’dan cesaret, Diyarbakır’dan gayret, Kayseri’den şecaat ve ilanihaye İstanbul’dan vahdet tohumlarıyla yeni bir dünya inşa edilir. Hayal mi dersiniz? Dünün hayalleri, bugünün gerçekleridir. Bugünün hayalleri ise yarının sönmez ve söndürülemez hakikatleri olacaktır inşallah.

 Rabbim nasip ederse, bu yazımızda mahiyetine değindiğimiz kitabın, gelecek yazımızda muhtevasına değinip iklimine dalacağız. Rabbim kitaptan ayırmasın!
Selam ve dua ile…

Doğruhaber / Eserlerden Esintiler  / Abdullah Ayyıldız