Ahmet Yılmaz / Araştırma

ŞEYH SAİD’İN ASKERLERİYLE SAVAŞTILAR

Kiğı ihanetinin Âli mükâfatı (!): acılı sürgün

Kiğı eşrafı, 17 Şubat 1925’de Çapakçur (Bingöl) ve çevresinin Şeyh Said kuvvetlerince ele geçirildiğini duyuyor. Çanlı Şeyh Hasan komutasındaki 2000 kişilik bir kuvvetin Kiğı’ya doğru ilerlediğini haber alıp paniğe kapılıyor. Kiğı tarihini yazan M. Sadık Yiğitbaş’ın olayın tanıklarından, Kiğı eşrafından Şakir Pilten ve benzerlerinden aktardığı bilgiler çok ilginçtir:

Kiğı eşrafı hemen bir heyet seçiyor, bir yandan Kiğı halkına Şeyh Said ve arkadaşlarını kötülüyor, öte yandan aynı heyeti Kıyam ehline “Kasabamıza girmeyin” nasihatinde (!) bulunmak üzere görevlendiriyor:

“Vakayı 17 Şubat Cuma günü anladık… Asilerin Kiğı üzerine sokulmasını engellemek için halkı irşad vazifesiyle bir heyet seçildi. Müftü İbrahim, Said Zeynelzade Mustafa, Dursun Yiğitbaş ve ben yola koyulduk.”

Ancak heyet, Çan’ın tamamen ele geçirildiğini ve oradaki jandarmaların esir alındığını duyunca geri dönüyor, Şube Reisi ile bir araya gelip Kıyam’a karşı koyma kararı alıyor:

“Bu vaziyet karşısında şube reisi Binbaşı Tahsin beyden, vakur ve asil bir seda yükseldi. Herkes silâhını alsın, kasabanın ilerisinde cephe tutmak üzere gidelim, teklifinde bulundu. Herkes bu emre itaat ederek, yokuş başındaki Gani oğlu bahçesi civarında birleşildi.”

Kiğı eşrafı orada, resmiyette 4. İsyan Bölgesi olarak bilinen Çan yöresinin Kıyam ehli hakkında istihbarat topluyor ve onlarla savaşmanın yolunu arıyor:

“Vakit geçirmeksizin tedbirler almak maksadı ile yine belediyede içtima edildi, … İlk önce kasabada ne kadar erkek bulunduğunu tespit ettik. Elli dokuz kişiden ibaret bulunan mevcudun 40 kişisi silâh sahibi, 19 tane ise, silâhsız idi.”

Kiğı eşrafı, bu toplantı sırasında jandarmanın korktuğunu ve nöbeti terk ettiğini duyuyor. Buna rağmen direnişe devam kararı alıyor. Kaymakam Abdurrahim Bey ve Şube Reisi Binbaşı Tahsin Bey’in emrinde bir yandan Ankara’ya telgraf çekip ihbarda bulunuyor, öte yandan Çan şeyhleriyle savaş hazırlıkları yapıyor.

Çanlı Şeyh Hasan “Geleceğiz, bir Fâtiha okuyup avdet edeceğiz” dediyse de onlar “İçimize gelmenize muvafakat edemeyiz, memleketimizi maceraya sürüklemeyiniz, geri gidiniz” diye resmi bir ağızla karşılık veriyorlar.

Şeyh Şerif (Allah ona Rahmet eylesin)’in bölgeye yaklaştığını duyan Kiğı eşrafı, Erzurum’dan da destek istiyor. Şeyh Hasan’ın mücahitleri Kiğı’ya gelmeyince Kiğı eşrafı resmen ordu birliklerine katılıp operasyonların içinde yer alıyor. Kıyam ehline saldırıp onları katlediyor ve yaralıyor.

“Nihayet bizi daimî tehdit altında bulunduran ve huzur ve sükûnetimizi ihlâl eden bu asilere, taarruz etmek kararı verildi- Alınan tertibat-ı mahsusa ile, şafakla beraber Arek, Zermek, Temran köylerine baskın yapıldı. Âsiler, Temranla Horhor arasında müsademeyi kabul ettiklerinden, bir kişi maktul ve iki mecruh (yaralı) vererek geri çekildiler. Kuvvetlerimiz arızasız olarak Sancağa kadar âsileri takip ve tenkil ettiler.”

Şeyh Hasan, Kiğı’ya bir Fatiha okumak için bile olsa girememiş, Kiğı eşrafı, mücahitleri katlederek ve yaralayarak kendince zafer kazanmıştır.

MUSTAFA KEMAL’İN TAKDİRİNİ KAZANDILAR

Kiğı eşrafı, isyan bitinceye kadar ordunun hizmetinde kalır, büyük işler (!) görür. Yaptıkları büyük hizmeti (!), dostları Mustafa Kemal’e bir telgrafla bildirir. Mustafa Kemal, Kıyam’ın sıcaklığı içinde onlara şu cevabı verir: 

“Kiğı Belediye reisi Yusuf Ziya beye, Telgrafnamenizi aldım- Vaziyetinizden icabedenleri haberdar ettim. Vatana ve Cumhuriyete merbutiyeti şedideniz şayanı şükran ve takdirdir. Hain ve mürtecilere karşı fedakârane mukabele ve mücahedenize devam ve bunların lâyık oldukları âkibeti elimeye çarpacakları zaman yakın olduğundan, itimad ediniz. Cümleye selâm ve muvaffakiyet temenni eylerim efendim. 28 Şubat 1341. Reisi Cumhur”

Süreç içinde “Şeriat perdesi altında Cumhuriyete, inkilâp ve vahdetimize vaki olan suikast teşebbüsü karşısındaki vatanperverane ve fedakârane hizmetiniz, şayanı şükran ve takdirdir. Pek ulvî mücadelenizde ayni cesaret ve imanla devam buyurulacağından eminim. İrtica hey’et teşebbüslerine karşı, halkımızın her taraftan yükselttiği lanet ve nefret hisleri muvacehesinde hainlerin yakın zamanda tamamen ceza ve sezalarını bulacaklarına itimadım katidir. Cümleye selâm ve hürmetler- 26 Mart 1341. Türkiye Reisi Cumhuru GAZİ Mustafa Kemal” telgrafını başka teşekkür ve takdir telgrafları izler.

Erzurum Valisi Zühtü Bey’in Kiğı’nin kahramanlığıyla (!) ilgili tuttuğu raporlarda Bingöl yöresinde Kıyam’ın başarısızlığa ulaşmasında bir avuç Kiğı eşrafının büyük katkısı takdir edilir. Bir “Kuvva-yi Milliye Taburu” kabul edilen Kiğı eşrafı, kahraman ilan edilir ve bu “vatanperverliğin” herkese örnek olması istenir. Ordu komutanları, müfettişler Kiğılılara ayrı ayrı takdirname gönderir.

Kiğı eşrafı, teşekkür ve takdirleri aldıkça hızını alamaz. O dönemde “vatana bağlılığın simgesi kabul edilen” “Tayyare Cemiyetine bağışta da bulunur.”

MÜKÂFATLARINI (!) FAZLASIYLA ALDILAR

Nihayet Kıyam biter;  Cumhuriyet’in Şark tedbirleri devreye girer; Kiğı eşrafı Şeriata ve Şeyh Said’e karşı tutumundan dolayı mükâfatına (!) ulaşır.

“Îşte bu tarihte, Kiğı da kaymakam bulunan Abdurrahim bey (Kıyam’a ihanet etmelerinde aracı olan kişi), birinci plânda silâhları toplattı ve ondan sonra da hükümetin kasdettiği bey, ağa ve aşiret reisleri namı altında bir liste tanzim eyledi.”

Ondan sonra gelen Kaymakam Cemil Bey, listenin gereğini yapar, başta yukarıda adı geçen Şakir Pilten ve Belediye Başkanı Yusuf Ziya Bey olmak üzere kasaba heyetini toplu halde mükâfatlandırmak (!) üzere Kiğı camisinin yanı başındaki Fetevethane’de gözaltına alır. Emir kesindir, listedekiler Garp illerine tehcir edilecekler;  çoluk çocuk, kadın evlerinden çıkarılıp zelil ve perişan bir şekilde sürgüne yollanacaklar.

“Kasabadakiler, gözaltına alınmazdan önce, köylerden celp olunanlar”,  isyanda devletimizin yanında savaştık, hatta Genelkurmay’dan takdirname aldık diye itiraz ediyorlar, bu yönde telgraf çekiyorlar. “ Nihayet 24 Mart 1926’da 3 üncü Ordu Müfettişliğinden cevap olarak gelen bir telgrafta: ‘Hizmetiniz malûm ve takdire şayandır, muvakkaten İzmir’e nakl ve orada istirahatlarınız temin edilecektir’ deniliyordu.”

İhanetin bundan büyük mükafatı mı olur? Evini barkını boşalt, memur, bey sıfatlarını unut ve yaya olarak Bingöl Kiğı’dan asker nezaretinde yola çık, İzmir’de istirahat edersin…

NE İSTİRAHAT AMA…!

Kiğı eşrafı, çoluk çocuk ve kadınlarıyla birlikte yaya olarak Erzurum’a doğru yola çıkarıldı.

“19 Mart 1926 da Sırrı Bey komutasında Tercan’dan 30 jandarma Kiğı’ya gelmiş bulunuyordu. 25 Mart 1926’da Kiğılılar, memleket halkının teşyileri arasında ve Sırrı beyin komutasındaki 30 jandarmanın muhafazası altında Kiğı’dan ayrıldılar.”

Yolda başka hainler (!) de onlara eklendi. Kafile dağlar arasında, soğuk Doğu Anadolu baharında “Haydi!” dene dene, kar buz içinde ite kaka yürütüldü.  “Nihayet 3 Nisan 1926 Cuma günü Erzurum’a vardılar. Erzurum valisi Zühtü beyin emriyle bu kafile, Gölbaşı’ndaki Gümrük hanına götürüldü. Yağan kardan ıslanmış, -üşümüş ve yürümekten yorgun, bitap hale gelmiş olan bu Kiğılılar, gittikleri handa rica ve niyaz üzerine, bir soba kurdurup yaktırmağa ve birkaç kat da yatak teminine muvaffak oldular. Fakat ertesi gün bunlar, yine bir emirle başka bir odaya nakledildiler.”

Anlaşılacağı üzere Zühtü Bey, Mustafa Kemal’den ve devlet-i aliden mükafat bekleyen “vatanperver” Kiğı eşrafının çoluk çocuğuna bir sobayı bile çok görüyor, mükâfatlarını tamı tamına vermek için onları kar altındaki sobasız hanlara sevk ediyor.

Erzurum’daki eziyete alıştırma ve aşağılanmayı doyasıya tatma süreci tamamlanınca İstanbul’a sevk kararı çıkar. 12 Nisan Pazartesi günü Erzurum’dan çıkarılan Kiğılılar, zorlu Karadeniz dağları arasından yürütülerek 15 Nisan 1926 Perşembe günü Bayburt’a ulaştırılır, orada Van’dan getirilenlerle buluşturulur ve yine kadın çoluk çocuk yürütülerek Trabzon’a sevk edilir. 22 Nisan’a kadar bekletilen Kiğı halkı, gemilerle İstanbul’a gönderilir.

29 Nisan’da ulaşılan İstanbul’da mekân, Sirkeci İskelesi’ndeki Hidayet Camii’dir. “350 kişiden fazla çoluk çocuk, kadın ve erkekten ibaret olan bu kafile, Hidayet Camii’ne” polis ve jandarma gözetiminde konur. Şeyh Said’e ihanet edip Mustafa Kemal’den mükafat bekleyen heyetin tamamı orada hazırdır, aralarından Şakir Pilten buraya sığamayız diye itiraz eder. Başkomiser: “İstediğinizi yerine getirmeye selâhiyetli değiliz” diye cevap verir. Kafile 6 Mayıs’a kadar böyle bekletilir, 6 Mayıs sabahı iskeleye yanaşan Güzelizmir Vapuru’na bindirilip Ege’ye gönderilir.

Kiğı eşrafı,  Mart ortalarında başlayıp Mayıs ortalarında biten, yaklaşık iki ay süren bir sürgün yürüyüşünün ardından ulaştığı Ege’de Mustafa Kemal’e, TBMM’ye ve ihanetine aracı olan ne kadar kaymakam, komutan, müfettiş, vali varsa hepsine başvurur, bari İstanbul’a yerleşelim, der. Ret cevabı gelir.

Ege’de kendilerine verilen arazide ziraatle uğraşacaklar ama Kiğı eşrafı bey ve memurdur; ziraattan anlamaz.

MEMUR BİLE YAPILMAZLAR

Aralarından eski dava vekillerinden Mehmet Dursun’un TBMM arşivlerindeki dilekçelerine bakılırsa, heyet memur olmak için başvurur. Ancak o yıllarda memur olmanın koşulu “Türk kanı taşımaktır.”

Kiğılı eski dava vekili, sürgün Mehmet Dursun “Bendeniz, Dersim ve Çapakçur ve Kürt muhiti arasında yegâne Türk mıntıkası olan Maskatı re’sim bulunan Kiğı kasabası merkezindenim. Ashap ve emlâk ve araziden olmadığım gibi, vatanî hidematım her cephesinden alkaderilvasia çalışmağı vazife tanımı olan Türk bir aileye mensubum. Müdafai Hukuk ve Halk Fırkası, (Türk Ocağı ve Tayyare Cemiyeti’nin) veznedarıyım” der, ne olursunuz bir memuriyet diye yalvarır,

“Müncii muazzam Gazi Paşa hazretlerinin haki payi âlisine!  Maruzu bendeleridir:

Lüzumunda ölmek, vatan için yaşamak düsturunu bir umdei hayat olarak kabul eden Türk ecdadımızın hakikî varislerindenim” “merhameti devletlerinden istida ve istirham eylerim” diye yakarır ama TBMM’den gelen cevapta özetle  “İçişleri Bakanının huzurunda yapılan müzakerede ‘İş bu istidanın reddine müttefikan karar verildi’ denir.

Şeyh Said vakasında şehid olanlar bugün onurla yad edilirken ihanetle yücelmeyi umanlar, aynen Binbaşı Kasım misali bir memuriyet bile bulamaz ancak Kıyam ehli için çıkan memlekete dönüş izninden yararlanarak Kiğı’ye geri döner, orada aşağılanmış ve dışlanmış olarak rezalet içinde ölür. Dahası şehidlerin varacağı yer altında ırmaklar akan cennet köşkleri iken hainlerin yeri cehennemin alt tabakalarıdır.

Kiğı eşrafı, daha Erzurum Kongresi sürecinde Mustafa Kemal ve onun İttihatçı kökenli arkadaşlarıyla ilişkiye girdi, çizgisini Şeyh Said ve yakınlarına karşı Mustafa Kemal ve laik çizgideki İttihatçılardan yana belirledi. 

Erzurum Kongresi sürecinde Müftü İbrahim Hakkı ve eşraftan Yusuf Ziya (Değnekçi), M. Dursun (Yiğitbaş), Hacı Dede (Yazıcı), Zeynelzade Mustafa, İbrahim (Yazıcı) ve Süleyman (Köymen)’den oluşan bir heyetle “Kiğı Müdafai Hukuk Cemiyeti” kurdu. Kurtuluş Savaşı’nın her sürecine katkıda bulundu.

Eşraftan Yusuf Ziya (Değnekçi) ve Mithat (Turanlı)’ın Mustafa Kemal’le bizzat tanışıklıkları vardı. Erzurum Milletvekili Süleyman Necati Güneri, Mithat Turanlı’nın ağabeyiydi ve keskin bir Mustafa Kemal yanlısıydı, Kiğılılarla Mustafa Kemal arasındaki bağ, onun sayesinde güçlenmişti.

Cumhuriyet kurulduğunda da bu iletişim devam etti, öyle ki Zeynelzade Mustafa ve İmam Hacı Mehmet, “yeni rejimin ilanından duydukları sevinci ve buna dair tebrik ve teşekkürlerini” bütün Kiğı halkı adına Mustafa Kemal’e bir telgrafla bildirdiler.

Kiğı eşrafı, Mustafa Kemal’le kurduğu sıkı bağ ve dostlukla kendisini ayrıcalıklı ve mükâfatı hak eden taraf olarak görüyordu. Şeyh Said Kıyamı’nı duyduklarında nasıl davranacakları konusunda hiç tereddüt etmediler, Kıyam’a karşı hemen harekete geçtiler.

Kaynak: M. Sadık Yiğitbaş, Cemal Azmi Matbaası, 1950, İstanbul (Kitabın yazarı sürgünlerden M. Dursun’un oğludur.)

Devam edecek…