Yine aynı şekilde iman ettiğimiz İslam dininin ilkeleri doğrultusunda evlerimizi idare etmek, aile hayatımızı İslam’ın kaideleri doğrultusunda şekillendirmek de kulluk borcumuzdur.
Eğer sağlam ve samimi bir imana sahip isek, bunun böyle olması gerektiğini zaten kabul etmişizdir ve bu konuda gücümüzün yettiği kadar güzel bir çaba koymuşuzdur ortaya. Yok eğer vaziyet böyle değilse ve halâ evlerimize, ailelerimize yüce İslam’ı hakim kılma konusunda lakayt, tutarsız, pasifsek bu, inandığımız/ teslim olduğumuz ilkelerle çeliştiğimizin bir göstergesidir.
Veya yuvalarımıza hakim olması gereken İslam nizamı ve beşeri sistemler arasında arafta isek ve yuvalarımızı şeksiz/şüphesiz, kayıtsız/şartsız tam bir teslimiyet ve güvenle İslam nizamına teslim edemiyorsak, içimizde terbiye olması gereken bir teslimiyet sorunu var demektir. Ancak bu teslimiyet sorununu aşan erdemli şahsiyetler ailevi konularda temsiliyet vasfını kazanabilir.
Müslüman evin temsiliyet makamı ise müstesna bir makamdır. Bu makamdaki kişi, ailesini yakıtı insanlar ve taşlardan oluşan cehennem ateşinden ve fani dünyanın küfür, şirk, fitne ateşinden korumakla mükelleftir. Bunun için; evinin itikadında, ibadetinde, muamelatında, siyasetinde, ekonomisinde ve her alanda İslam’ın ölçülerini kıstas alır.
Özellikle ekonomi konusuna değinecek olursak, Müslümanın evinde hakim olması gereken ekonomi ne Kapitalizmin ve ne de Sosyalizmin ekonomisidir. Ancak ve ancak İslam’ın ekonomisidir…
Zira oturduğumuz yerden nutuklar çekip, dünya ve ülkeler bazında ekonomi kritikleri yapmak; ‘İslam ekonomisi olsa şöyle olurdu/ böyle olurdu …’ demek kolaydır. Önemli olan, İslam ekonomisini evlerimize hakim kılmaktır!
Ne yazık ki, günümüz Müslümanının ekonomik anlamda kapitalizmle çok ciddi bir imtihanı söz konusudur. Hatta çoğu Müslümanın evinin, Kapitalizmin ekonomi sistemine teslim olan meskenler konumuna evrilmesi söz konusudur.
Ama, Kapitalizmin kabında gafletle yoğrulan, onun çarkında düşünemeyecek kadar yorulan ve suni meşgalelerle boğulan, tüm vakti çalınan Müslüman bunun farkında değildir nedense…
“Kapitalizm salim kafalı olunmasını istemediği için size hiç boş vakit bırakmaz. Çünkü bırakırsa siz kendinize gelir, bir şeylere ayılmaya başlarsınız.” ( Sadettin Ökten)
Müslümanın evinde, ibadetler teslimiyetle İslam’ın esaslarına göre yapılıyorken, ekonomik anlamda Kapitalizme karşı bir teslimiyet, asla kabul edilemez!
Zira iman ettiğimiz din kamil bir dindir. Hiçbir konuda boşluğa yer bırakmayan muazzam bir sistemdir/nizamdır. Dolayısıyla sadece hayatımızın manevi alanlarını değil, maddi alanlarını da tazim etmeye en layık olan ilkeleri barındırır. Eğer evlerimizde İslam’ın esasları uygulanmıyorsa bu, haşa İslam’ın eksikliği değil bizim eksikliğimizdir. Bu eksikliğin oluşturduğu boşluklardan da beşeri izm’lerin/sistemlerin girmesi kaçınılmazdır.
Bu minvalde şunu söyleyebiliriz; eğer bir evde İslam ekonomisi hakimse, o eve başka hiçbir sistemin ekonomisi hakim olamaz!
Eğer hakim oluyorsa, zaten o evde İslam ekonomisi hakim olmamıştır!
Yazımıza konu olan ekonomi kelimesine değinerek konuya devam edelim…
Ekonomi (Économie)kelimesi, Fransa çıkışlı bir kelimedir. İngilizcesi Economics olarak bilinir. Kendi kültürümüzde ise bu kelime yerine İktisat kelimesi/kavramı kullanılmıştır.
O halde ekonomi yerine, iktisat kelimesini kullanarak konuya devam etmemiz ve bu şekilde iktisat kavramı ekseninde ilaveler yapmamız daha isabetli olacaktır. Ekonomi ve iktisat kelimeleri, her ne kadar aynı anlama/kavrama binaen kullanılsalar da, inanıyoruz ki, her kelime sadece harf seslerini taşımaz kulaklara, her kelime kendisiyle beraber kavram da ithal eder dimağlara. Kavramlar ise anlayışlara hükmeder, anlayışlar hayatlara…
İktisat; Arapça kökenli bir kelimedir. Hedefe yönelme anlamına gelen kast sözcüğünden türemiştir. İktisat kelimesinin başlıca iki anlamı vardır: Ölçülü, itidalli davranma ve harcamada tasarruflu olma.
İşte İslam ekonomisini yani iktisadını evlerimize nasıl hakim kılarız sorusunun cevabı, zaten bu tanımdaki anlamlarla ortaya çıkıyor.
O halde bu anlamlardan yola çıkarak, faydalı olacağına inandığımız bazı hatırlatmaları paylaşalım…
ÖLÇÜLÜ OLMAK: Müslümanın evinde mal-mülk yani, maddi konularda kabul edilmiş ilahi ölçüler vardır.
*Malın ve mülkün asıl sahibi Allah Azze ve Celle’dir. Mal ve mülke dair tüm konularda O’nun otoritesi geçerlidir. İnsan sadece bir emanetçidir. Madem insan sadece bir emanetçidir, o halde mal hakkındaki uygulamalarında malın asıl sahibinin rızasına uygun davranmalıdır.
*Müslümanın evine giren mal muhakkak helâl olmalıdır. Hem kazanılması hem ihtiva ettiği içerik bakımından. Eve giren ve çıkan mal, faiz, kul hakkı, gasp, şans oyunları vs. gibi haramlara bulaşmamalıdır.
* Müslüman, elindeki mal miktarınca harcamalarına çeki düzen vermeli ve bir muhasebe programı olmalıdır.
* Maneviyatı da etkisi altına alabilen maddi konularda kanaat ölçüsü muhakkak olmalıdır. Kanaat aynı zamanda Kapitalizmin israf nehrinin, şeytanın vesvese zehrinin panzehridir…
* Müslümanın hayatının her alanında olduğu gibi, maddi konularda da itidal, vazgeçilemez bir ölçüdür. Müslüman ev içi, ev dışı, şahsi ve ailevi harcamalarında vasat bir yol tutmalıdır. Ne saçıp savurarak israfa ne de büsbütün kısarak cimriliğe mahal vermemelidir. Burada kıstas itidal üzere istikrar etmektir.
*Harcamalarında bir muhasebe ve denge olmalıdır. Zikzaklı bir performans yerine, belli bir düzen ve disiplini olmalıdır. Burada malın çokluğu veya azlığı durumu değiştirmez. Her iki koşulda da hesap şarttır.
*Müslüman, ailesinin ihtiyaçlarını gücü nispetince, Kur’an-Sünnet çerçevesinde karşılamalıdır. Ne her akla eseni alarak şımarıklığa ne de ihtiyaçlardan mahrum bırakıp çevreye karşı mahcubiyete düşürmelidir ailesini. Harcamaların genelinde; kurduğu sofradan, giydiği kıyafetine, evindeki mobilyadan, bindiği arabaya kadar itidalli olmalıdır.
* Gösterişten kesinlikle uzak durmalıdır. Allah’a (c.c) ait mal-mülk ile, O’nun kullarına karşı gösteriş ve kibir acziyetine düşmemelidir. Malın bir amaç değil, bir araç olduğunu daima hatırında tutmalıdır. Dünya hayatının geçici met’asının ve süsünün, bir oyun ve oyalanmadan ibaret olduğunu daima nefsine hatırlatmalıdır.
* Emanet olarak kendisine verilen fani malı, zekât- infak- sadaka vesilesiyle ebedi alem için bir yatırım aracına dönüştürmelidir.
TASARRUF: İktisadın en önemli ve dikkat çeken özelliklerindendir. Tasarruf cimrilik değildir. Bilakis cimrilikten kurtaracak bir çıkış kapısıdır. İsrafın önüne geçecek sağlam bir settir.
*Hayat yolculuğunda insan için her olasılık söz konusudur. Hastalıklar, kıtlıklar, savaşlar, taziyeler, düğünler…
Tüm bunlar hesapta olmayan sürpriz harcamalar demektir. Diğer başlıklar altında zikrettiğimiz hususlar gözetilerek, böyle durumlar için tasarruf yoluyla birikim yapılabilir. Zaman göstermiştir ki, bazen böyle tasarruflar nice muhacirin, zindan ehlinin ve ailelerinin maddi olarak yükünü hafifletmiştir.
*Tasarruf iktisat ağacının tatlı ve helâl meyvesidir. Bu meyve ne zaman yenirse yensin şifadır, berekettir. Bu yolla, hac, umre, kurban, infak ibadetlerini gerçekleştiren nice kardeşimiz buna en güzel örnektir.
*Özellikle Kapitalizmin sahte ihtiyaç algısı, tasarruf konusunda, kişinin elini, kolunu bağlamaktadır. Böylece israf sayılabilecek lüksler ihtiyaç konumunda, olmasa da olur cinsinden ihtiyaçlar-olmazsa yaşanılamaz konumundaki zaruri ihtiyaçlar olarak görülebilmektedir.
(Neticede Kapitalizmin sahte ihtiyaç döngüsü bellidir. Örneğin, önce giyemeyeceğimiz kadar kıyafeti aldırır, sonra bu kıyafetleri içine alacak bilmem kaç kapılı dolabı aldırır. Sonra bu dolabın içine sığabileceği evi aldırır veya kiralatır. Sonra bu evin ücreti için daha çok çalışılması gerektiği fikrini kafaya yerleştirir. Sonuç olarak kişi maddi olarak kendini hep eksik, hep ihtiyaç sahibi görür. Süfli ihtiyaçlar için çalışır-didinir, ömrünü heba eder.
Vaziyete uygun düşen veciz bir söz:
“Her gün işe gidiyorsun. Akşamları erken uyuyorsun ve bunun karşılığında alabildiğin tek şey koltuk takımı! Gerçekten acınası bir durum.” )
*Yeme-içme gibi konularda da tasarruf yapılması oldukça elzemdir. Hatırlayalım! Kapitalizmin şekillendirdiği insan modeli geniş mideli, geç doyan, zor beğenen, doymak için değil haz almak için yiyen bir varlıktır.
Şunu bilelim ki çok ve gereksiz çeşidin bulunduğu gösterişli/riyakâr sofralar, Kapitalizm sisteminin sofralarıdır!
Senin sofran, benim sofram rekabetleri kesinlikle şeytandandır!
*Müslümanın sofrası mütevazı, gereksiz çeşit-gösteriş ve desinler diye riyasından, lüks masraflardan beridir. Ayrıca imkanı olsa dahi canının her istediğini yemek- almak- pişirmek israftır. İsraf ise haramdır!
“Her istediğini yemen israftandır.”(İbn Mace)
“Yiyiniz içiniz; fakat israf etmeyiniz! Çünkü Allah isrâf edenleri sevmez.” (A’râf, 31)
*Yine bu bağlamda çöpe giden, ziyan olan nimetleri de hatırlamak gerekir…
Örneğin, her gün pişirilen beş yumurta dahi olsa, birini ayırıp tasarruf etmek, beşinci günde elde hazır dört yumurta eder. Bu temsili hesap günümüzün müsrif mutfakları için unutulmaması gereken bir tasarruf ölçüsüdür. Bu ölçüyü ise Efendimiz (s.a.v) veriyor…
“Bir kişinin yemeği iki kişiye yeter, iki kişinin yemeği dört kişiye yeter, dört kişinin yemeği de sekiz kişiye yeter.’’ (Müslim )
Aslında yukarıda zikrettiğimiz hususlar hem erkek hem kadın müslümanların dikkat etmesi gereken hususlardandır.
Fakat İslam İktisadının baş düşmanı Kapitalizmin elde etmek için en çok uğraştığı ise kadınlardır. Çünkü Kapitalizm için kadın; hem kullanılacak bir met’a, hem tüm topluma tüketme hastalığını bulaştıracak bir vasıta hem de kirli emelleri için adı kullanılabilecek istismara açık bir argümandır.
Tıpkı Ali Şeriati’nin söylediği gibi:
‘’Kapitalizm, kadını kendi işine yarayacak şekilde dizayn etmiştir. ‘’
İdealleri için halâ da dizayn etme çabasındadır. Moda, kozmetik, estetik gibi konularda sahte algılarla tuzaklara düşürmeye çalışır. Müslümanın evinde ise bu kirli oyunlara yer yoktur. Müslüman erkek, hem kendini hem Müslüman kadını bu tuzaklardan korur. Müslüman kadın da bu çabayı gözetir ve bizatihi kendini muhafaza ederek, takva zırhını kuşanır.
Bu konu ne kadar yazarsak yazalım yarım kalacak bir konudur…
Ayrıca Kapitalizmin yaldızlı(!), cazibeli(!), şatafatlı(!), keyifli(!) dünyasından başını kaldırıp bu ve buna benzer satırları ‘kaç kişi okur acaba? ‘ diye de merak etmiyor değiliz.
Ama şunu biliyoruz ki; tüm bu hatırlatmaları dikkate alacak erdemli bir zümre muhakkak vardır. Rabbimizin Kitabında zikrettiği gibi…
إِنَّمَا تُنذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمَن بِالْغَيْبِ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَأَجْرٍ كَرِيمٍ
”Sen ancak Zikir’e uyan ve görmediği halde Rahman’a haşyet duyan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini bağışlanma ve çok şerefli bir ödül ile müjdele.” (Yasin,11)
Zikre tabi olana, Rahman’a karşı haşyet duyana selam olsun!
(BİLDANE KURTARAN)