İnsanların vaktini merak edip durdukları ve fakat gelişi için çok azı hariç kimsenin hazırlık yapmadığı saat geldi. Bize biçilen süre sona erdi ve hepimiz öldük.. Ne şekilde ve nasıl öldüğümüzün hiçbir önemi yok artık. Ölmeden önce içinde bulunduğumuz durum ve şartlarda artık hiçbir şey ifade etmiyor… Kıyamet koptu… Hepimiz toprağın altında cansızca beklemekteyiz…..

Sessizlik…

Öyle bir sessizlik ki kainatta bir yaprak dalından düşecek olsa herkes duyacak .. Fakat tek bir ses ve tek bir hareket yok… Koyu ve korkunç derecede yoğun bir sessizlik.. Zaman mefhumunu yitirmiş… Kimilerine göre geçen zaman çok kısa iken kimilerine göre asırları bin yılları buldu… Ama ne önemi var… Herkes bekliyor ve sessizlik herkesin üstüne çökmüş bir kabus… Beklenen zaman geldiğinde herkes duyacak ve herkes ne olduğunu bilecek.. Kimse bir başkasını uyarıp ‘zaman geldi haydi kalk!’ diye uyarıda bulunmayacak.. Herkes duyacak ve herkes bilecek…

Sessizlik…

Uzun ve asla bitmeyecek gibi duran ve uzadıkça uzayan sessizlik...

Ve sessizliği yırtıp darmadağın eden bir ses...

SUR’a üfürüldü...

Zaman parçalara ayrılıp tüm kainat sükunetten koparıldı… Bütün mevcudat ikinci dirilişte… Ruhlar bedenler ile birleşip bedenler ilk şekillerine döndü.. İsrafil in üflediği SUR un sesi ile neredeyse yürekler yerlerinden fırlayıp kulak zarları paramparça oldu.… Gözler açıldı ve neredeyse yuvalarından fırlayacak.İçinde bulunduğumuz yer az önceki sessizliğin yoğunluğu gibi karanlık ve bir o kadar dar.. Üstümüzde bulunan cisimlerin ağırlığı bizi altında ezip çiğnemekte.. Var gücümüzle yerin altından kurtulup dışarı çıkmaya çalışıyoruz.. Önce ellerimiz ve ardından tüm bedenimizi çekip çıkarıyoruz yerin altından… Yeryüzüne çıktığımızda tamamen çıplak ve capcanlıyız.

Vücudumuz sapasağlam ve zihnimiz olabildiğince berrak…. Dümdüz bir alan ve güneş uzansak bir parçasını tutacakmışız gibi tepemizde.. Hangi yöne baksak insanların yerin altından çıkışını müşahede etmekteyiz... Zaman hasat zamanı ve biz ekinler gibi yerden bitiyoruz.... Kimileri tek söz söylemeden ışık hızı ile hepimizin gideceği yöne giderken kimileri bir araya gelmiş korku ve endişe ile konuşuyor.. ’Peygamberlerin anlattıkları,uyarıp durdukları doğru imiş’ diyor bazıları.. Başka birileri ‘keşke uyarıcıların sözlerine kulak verip onlara uysaydık’ diye keşke diyerek iç çekiyor.. Daha başkaları ‘Bu günü inkar ediyorduk meğer doğruymuş’ diye ah vah ediyor… Kaçma planları yapanlarda oluyor fakat kaçılamayacağını anlamaları çok uzun sürmüyor.. Çünkü bedenlerinin emir ve komutaları kendilerinde değil,anlıyorlar.. Kiminin yüzünde sonsuz bir acı ve keder,pek azında ise neşe ve mutluluk..Gitmemiz gereken yöne doğru korku ve büyük bir pişmanlık ile yürüyoruz…. Pişmanız çünkü bugün çok çetin bir gün… Biz yürürken gökten kanatlı Melekler iniyor aşağıya. Milyarlarca melek ve her melek yanına gideceği kişiyi çok iyi bilip tanıyor.... Ellerinde bize ait olan kitaplar ile bize yanaşıp herkesin kitabını hak ettiği şekilde eline verip geldikleri gibi hızla uzaklaşıyorlar. Kitabı sağından verilenler büyük bir mutlulukla ‘Alın kitabımı okuyun’ diye sevinçle coşarken,kitabı solundan verilenler ‘Keşke kitabım bana verilmeseydi’ diyerek üzüntüye gark oluyor.. Ve en kötüleri kitapları arkalarından kendilerine verilenler oluyor ki onlar, hayvanlara imrenip toprak olmayı temenni ediyorlar ..

’KEŞKE TOPRAK OLSAYDIK ‘...

Sevinç çığlıkları,feryat ve figan sesleri,ağlamalar,bağırmalar çağırmalar eşliğinde büyük bir gürültü ve karmaşa ile yürüyoruz.. Kimsenin diğerinin halinden anladığı ve yine kimsenin bir başkasının derdine ortak olduğu yok. Herkesin endişesi kendine ve herkesin tek düşündüğü kendi nefsi… Yürüyoruz… Tanıdıklar ile göz göze geldiğimiz de oluyor ama tanımak veya başkalarınca tanınmak hiçbir işe yaramıyor bugün… Bugün çok çetin bir gün.. Üstümüzde kavurucu Güneş,altımızda Güneş kadar yakıcı kumlar,elimizde bütün amellerimizin kaydını tutan kitaplar,içimizde büyük bir pişmanlık ve korku,gözümüzde yanaklarımızı dağlayan gözyaşları yürüyoruz…. Yürüyoruz…

Ve işte mahşer…. İlk insandan son insana herkes burada … Zenginler , fakirler, krallar köleler,hakimler,tutsaklar,şövalyeler,askerler,yamyamlar,sultanlar,dilenciler,yöneticiler,sanatçılar,futbolcular,ünlüler,sıradan

İnsanlar, güzeller, çirkinler, büyükler, küçükler, kadınlar, erkekler… Herkes burada.. Dünyada yaşayıp buraya gelmemiş olan tek bir kişi yok..Kaçıp kurtulan,unutulan akla gelmeyen tek bir kişi yok.. Herkes burada... Herkes eşit, herkes aynı yerde ve aynı şartlar pek azı hariç herkes için geçerli… Bugün kayrılmak yok… İltimas yok.. Torpil yok… İşte mahşer işte biz…

Suskunluk…

Sadece YA RAHİM diye mırıldanmalar var.. İçten af dilekleri ve kurtuluşa dair minnacık umut kırıntıları…

Sessizlik…

Büyük bir kalabalık safları yararak ilerliyor.. Başlarında Habil etraflarında şehitler büyük bir grup.. İnsanların bir çoğu onları gördüğü gibi dizleri üzere çöküp son umut kırıntılarını da ayaklarının altındaki sıcak kumların üzerine düşürüyor...

Çünkü bunlar bugün aleyhte ifade verecek tanıklar… Çünkü bunlar insanların hegemonyası uğruna alçak çıkarları uğruna katledilen bebekler ve minikler.. Habil önde melekler çevrelerinde yürüyenler onlar... Zulümden kaçarken bedenleri sahillere vuran minikler, ’eğer cennete ekmek varsa ben ölmek istiyorum’ diye açlıktan ölen çocuklar, dünyanın gözleri önünde açlığa mahkum edilmiş ve kursakları açlıktan susuzluktan çatlamış bebekler, akbabaların büyük bir iştahla ölmelerini beklediği çaresizler , son teknoloji ile bombalanıp nefessizlikten can veren sebiler, hepinizi ALLAH a şikayet edeceğim diyen şehitler…. İlk günden son güne zulme maruz kalarak ölen ve öldürülen tüm çocuklar… Var güçleri ile bugünün ve tüm zamanların mutlak Hakimine sesleniyorlar… YA KAHHAR İNTİKAMIMIZI AL…
İşte önündeyiz.

Boynu bükük, elleri bomboş bir halde karşındayız. Mahcubuz, suçluyuz ve utanıyoruz...

Mahkumuz ve senden kaçacak tek bir yerimiz yok. Bütün limanlarımızı yakıp sahiline gelecek bütün gemileri batırdık ve işte öylece kalakaldık. Bize verdiklerini aleyhimizde kullanıp lehimize tek bir amel edinmedik.. İyilikten yana şahidimiz olmamakla beraber uzuvlarımız dahi işlediğimiz kötülükler için tüm bilip gördüklerini anlatmaya hazır… İşimiz zor… Zor sözcüğü halimizi ifade etmede olanca küçüklüğü ile aciz ve sakil..

Oysa ne çok sevmiş ve ne çok değer vermiştin bize.. Biz, kendimizi bilmez nasıl bir şey olacağımızı tasavvur edemez iken Sen bizi en güzel şekilde şekillendirmiş bizi gözlerimizi açacağımız zorlu hayat için donatıp hazırlamıştın. Bize, doğar doğmaz hizmetçiler tayin edip bizi kendilerinden çok sevecek yardımcılar var etmiştin.. Ne istesek veriyordun.. Bizi yediriyor içiriyor, ısıtıp serinletiyordun.. Sürekli bizi gözetip her daim sesimizi duyuyordun.. Bize şah damarımızdan daha yakındın.. Görmeyi,duymayı, konuşmayı ve hissetmeyi anlamayı ve anlatmayı, sevmeyi ve sevilmeyi Sen bize lutfetmiştin… Bizi kereminden bir nebze olsun mahrum etmedin.

Bizler aciz iken,bize kuvvet vermiş , zillet içinde hayat sürerken yine bizi azizler kılmıştın. Bize hasta olduğumuzda şifa veren de Sendin, gönlümüz dara düşünce içimizi ferahlatan da Sendin.. Fakat biz, emrine muhalif davrandık.. Hükümetini tanımayıp kendi nefislerimizi sultanlar edindik.. Bizim için açtığın beyaz sayfayı öyle bir kirletip öyle bir karaladık ki içinde kaybolduk. Dağlarını oyup yollar inşa ettik ama gönüllere giden yolları harap edip şefkat ile döşeli kaldırımlarını dikenler ile donattık. Akarsularından vadiler dolusu sular biriktirdik ama bir fakirin kursağını dolduramadık. Dünyaya açıldık uzayı keşfettik fakat yanı başımızda bize çaresizce bakmakta olan cılız bakışları fark edemedik. Görmedik, gördük ama görmek istemedik.. Her şeye sahip çıkıp önümüze konulan her yeniliğe evimizin kapılarını açtık yalnız, ah! Yalnız, o kahrolası evlerimize bir yetimi bir öksüzü misafir edemedik. Yolda kalmışa yoldaş, mahruma umut, mazluma sırdaş ve mustazafa yaren olamadık. Kendi rahatımızı başkasının canından ırzından kıymetli bildik. Sen değil miydin bize okumayı öğretip yazmayı bahşeden. .Her şeyi her nesneyi yazıp Hakkı ve hakikati yazamadık.. Notalarda senindi seslerde senin.. Veyl olsun bize ki Seni yad edemedik.. Aşkı sen var etmişken,aşık iken seni unutup maşuk iken kibrimizin esirleri olduk..

Bir nutfeden yaratıldığımıza bakmaksızın yeri geldi kendi nefislerimizi her şeyin fevkinde gördük. Haddimizi aşıp bütün hudutları çiğnedik... Senin çizdiğin sınırları darmadağın edip özgürlük adına ruhlarımızı şeytana bedenlerimizi maddeye sattık.. Zengin olma adına onurlarımızı ayaklar altına serdik… Sen verince şımarıp sen alınca isyan ile göğüne haykırdık… Senin yarattıklarının içinde bir nokta olamaz iken Seni düşman edindik. Yaratılışımızın gereğini unutup bütün ikaz ve uyarılarını görmemezlikten geldik.. Şeytanı keyfe boğup Seni üzdük…. Biliyoruz seni üzdük. Şeytana karşı bizi uyarmış ŞEYTANIN ADIMLARINI TAKİP ETMEYİN O SİZİN İÇİN APAÇIK BİR DÜŞMANDIR diye ferman buyurmuştun. Ya okumadık veya okuyup anlamak istemedik. Onu dost edinip adımlarımızı onun ayak izinden ayırmadık. .

Ve işte karşındayız…

Kaçacak yeri olmayan esirlerin duruşu ile karşındayız. Olacağına inanmadığımız diriliş ile olmamızı istemediğin halimizle karşındayız..

Senden başka bizim olan her şey şuan aleyhimizde.. Hiç kimsenin söz sahibi olmayacağı bu günde merhamet ve şefkatinden başka bir umudumuz yok..

YA SETTAR günahlarımız ört,

YA RAHİM rahmetinle bize muamele et,

YA HALİM bize yumuşak ve hoşgörülü davran..

SENDEN BAŞKA İLAH YOK Kİ ONDAN EMAN DİLEYELİM…EMAN VER BİZE EMAN DİLİYORUZ, BİZİ CEHENNEM AZABINDAN KURTAR…

Yazan: İhsan Güzeler