"İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun iptal edilsin! Erkeklere negatif ayrımcılığa son verilsin" başlıklı kitapçıklar Türkiye Büyük Millet Meclisindeki (TBMM) bütün milletvekillerine gönderildi.
İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasına destek bildirisi ile başlayan kitapçıkta Feminizm ideolojisiyle hazırlanmış İstanbul Sözleşmesi’nin bir milli güvenlik sorunu haline gelerek genel toplamda 5 milyon doğrudan mağdur ürettiği, evliliklerin azalmasına boşanmaların artmasına yol açan olaylar zincirinin ilk halkası olduğu vurgulandı. Aile Bakanlığında Erkek Sorunları Genel Müdürlüğünün de kurulması gerektiği belirtildi. Süresiz nafaka ve nafaka hapsi uygulamaları ile çocuk hazcine son verilmesi istendi. Şiddetin her türlüsüne hayır demek yerine sadece kadına şiddete hayır denilmesinin cinsel bölücülük olduğuna dikkat çekildi. Cinsel bölücülük temelinde faaliyet gösteren derneklerin sosyal terör örgütü ilan edilerek kapatılması istendi. İstanbul Sözleşmesi’nden yerli ve milli olmadığı için Konstantin’iyle Mukavelesi olarak söz edildi.
İstanbul Sözleşmesi’nin emperyalist bir saldırı olduğu gerçeğinin belirtildiği kitapçıkta sözleşmenin 52’nci maddesine dayalı çıkarılmış 6284 sayılı Kanunun milyonlarca yuvayı yıkarak 1 milyonun üstünde çocuğu babasından ayırdığı TÜİK istatistikleri ile gösterildi.
Sosyal terör olarak nitelendirilen Feminizm ideolojisinin 1837’den günümüze tarihçesinin de anlatıldığı kitapçıkta Cumhuriyetin ilk yıllarındaki kadın derneğinin bizzat Atatürk tarafından kapatıldığına dikkat çekildi. Feminizmin cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet ve zehirli erkeklik gibi teorileri içinde barındırdığı LGBT hareketiyle kol kola yürüdüğünün açıklanarak anlatıldığı kitapçıkta feminizm ideolojisinin kadınları evlenmemeye ve çocuk doğurmamaya yönlendirmesi ve 6284 sayılı Kanun'u nedeniyle yabancı gelin sayısında patlama yaşandığı istatistiklerle gösterildi.
İstanbul Sözleşmesi’nin zararlarının ve niçin iptal edilmesi gerektiğinin madde madde açıklandığı kitapçık milletvekilleri arasında büyük gündem oldu. İstanbul Sözleşmesi’yle sadece kadının mağdur, erkeğin ise daima saldırgan kabul edildiği, doğuştan gelen cinsiyeti önemsiz gören toplumsal cinsiyet teorisinin Allah’a isyan etmekten farksız olduğu belirtildi.
Kitapçıkta İstanbul Sözleşmesi’nden sonra hem öldürülen kadın hem öldürülen erkek hem de intihara sürüklenen kişi sayılarında patlama yaşandığı grafiklerle ortaya konuldu. Kadın cinayeti=Femicide=Kadın soykırımı ifadesinin tuzak bir söylem olduğu belirtilerek kadın kadını öldürdüğünde kadın cinayeti denilmediğini, kadın erkeği öldürdüğünde erkek cinayeti denilmediğini ama erkek kadını öldürdüğünde kasten “kadın cinayeti” denilerek erkek cinsiyetinin soykırımcı olmakla toptan suçlandığına dikkat çekildi. 0-18 yaş arasındaki kız çocuklarına da “kadın” denilmesinin her türlü istismarın önünü açtığı belirtildi.
Toplam şiddet olayları içinden sadece kadının mağdur olduğu vakaların cımbız ve büyüteçle yansıtılmak suretiyle tek taraflı bir algı operasyonu üzerinden kadına sürekli pozitif/erkeğe negatif ayrımcılık yapıldığı oysa Türkiye’de cinayete kurban giden erkek sayısının kadın sayısından 12 kat fazla olduğu belirtildi.
Cinayetlerin dünya ortalaması ile kıyaslamalarına da yer verilen kitapçıkta Türkiye’de öldürülen kadın sayısının dünya ortalamasının üçte birinden daha az; erkek sayısının ise dünya ortalamasından dört kat fazla olmasına rağmen sadece kadının mağdur olduğu vakaların öne çıkarılmasının İstanbul Sözleşmesi’nin emri olduğu vurgulandı. Taciz ve tecavüzlerde de ülkemizin dünyada en geri sıralarda olmasına rağmen bu konuda da ters bir algı operasyonu yapıldığı yine istatistiklerle ortaya konuldu.
İstanbul Sözleşmesi’ne ve 6284 sayılı Kanun'a göre şiddet tanımının sınırsız derecede geniş ve delilsiz, belgesiz biçimde kadın beyanına bağlı kılındığı bu nedenle de iftiralarda patlama yaşandığı belirtildi.
Sözleşmenin terör örgütlerinin kadın militanlarına alan açtığı, gelenek ve göreneklerimizi kökünden kazımayı emrettiği, sözde namus ibaresini kullanarak namus kavramını aşağıladığı, kadın iftirasıyla linç kültürüne kapı açtığı, feminist örgütlerin nefret suçu işledikleri, devletin polisine, askerine diklendikleri belirtildi.
Eşcinselliğin idealize edilmesinin toplumun mahvolmasına sebep olacağı, 6284 sayılı kanun üzerinden atılan iftira oranının yüzde 99.93 olduğunun belirtildiği kitapçıkta İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasından bugüne delilsiz, belgesiz biçimde kadın beyanıyla evden atılan erkek/baba sayısının 4 milyonu aştığı yıl bazında istatistiklerle gösterildi. Komşuların bile birbirine düşman olmasına neden olan bir zihniyetin toplumda yayıldığı, kadınların feminist örgütlerce kocalarına karşı sürekli olarak kışkırtıldığı vurgulandı.
Süresiz nafakanın kötü niyetli kadınlar için bir evlenme dolandırıcılığına dönüştüğü, boşanma davalarının yüzde 71’inin kadınlar tarafından açıldığı belirtildi. Eski eşe ödenen yoksulluk nafakasının 1926-1988 yılları arasında olduğu gibi ağır kusur varsa azami 1 yıla kadar olması gerektiğine dikkat çekildi.
İstanbul Sözleşmesi’nin velayet ve EYS sorunlarını da büyüttüğüne dikkat çekilen kitapçıkta velayetlerin ezici çoğunlukla kadına verildiği, çocuğu babasına göstermeyen kadın olduğu halde çocuk icrası ücretinin erkekten alınmasının adaletsiz olduğunun vurgulandığı kitapçıkta evlilik içi tecavüz suçu gibi bir suç tanımının akıl ve mantık dışı olduğu vurgulandı.
Karı-koca arasında sorun çıktığında İstanbul Sözleşmesi’nin getirdiği uzlaştırma yasağının Kuran-ı Kerim’e ve toplumsal değerlerimize aykırı olduğu belirtildi.
Feminist ve LGBT derneklerinin yürüyüşlerinde açtıkları ahlak dışı pankartların da deşifre edildiği kitapçıkta tarihi bir çağrıda bulunularak aile hukukundaki sorunların temel kaynağı olan İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanunun bir an önce iptal edilmesi istendi. (İLKHA)