Hava savunma sistemlerini güçlendirmeye yönelik geçtiğimiz yıl Rusya'dan alınan S-400 füze hava sistemlerini kabullenemeyen ABD, Türkiye'ye yönelik ekonomik ve savunma sanayisinde yaptırım alma kararı aldı.
Hasan Kalyoncu Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Keser, ABD yönetimi tarafından S-400 alımından dolayı Türkiye’ye ABD'nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası (CAATSA) kapsamında yaptırım uygulanmasının Türkiye'ye ve gelecek dönemdeki Türkiye-ABD ilişkilerine etkisini İLKHA muhabirine değerlendirdi.
ABD'nin S-400'ler nedeniyle Türkiye'ye yönelik aldığı yaptırım kararının büyük bir krize yol açmayacağını belirten Keser, ABD’nin zaten şimdiye kadar Türkiye'ye yaptırım uyguladığını ve bunun en bariz örneğinin de Türkiye'nin F35 programından çıkarılması olduğunu ifade etti.
"CAATSA, ABD’nin düşmanları ile mücadele yasasısıdır"
Söz konusu yaptırım kararıyla ABD’nin hem Türkiye’ye hem de Rusya’ya bir mesaj verdiğini belirten Keser, “Silah sanayi konusunda Türkiye ile başlayan bu süreç devam ederse bu alandaki hegemonya Rusya’ya doğru da kayabilir. Yani bu kararı hem Türkiye’ye hem de Rusya’ya verilen bir mesaj olarak aynı zamanda okumak lazım. Bir diğer önemli hadise de ABD, Ortadoğu’daki gelişmelere bakarken en önemli önceliği israilin güvenliğidir. ABD, israilin güvenliğini bir tarafa koyuyor, diğer bütün unsurları bir tarafa koyuyor. Dolayısıyla Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra ikinci defa bir NATO müttefiki olan Türkiye’ye karşı yaptırım uygulama tehdidi hatta yaptırımları CAATSA kapsamında uygulaması da Türkiye’yi düşman kategorisine koymuş oluyor. Çünkü CAATSA, ABD’nin düşmanları ile mücadele yasası olduğuna göre, resmi belgede Türkiye’yi düşman kategorisine koymuş oluyor. Yaptırımların niteliğinden çok aslında burada resmiyet kazanmış olması önemlidir.” dedi.
“Türkiye’nin bazı projelerinin zamanı daha öne çektiğini göreceğiz”
Keser, savunma sanayi de yeni projelere ağırlık verildiği takdirde Türkiye'nin ABD'nin yaptırımlarından etkilenmeyeceğine dikkat çekerek, “Şu anlamda dış alım konusunda bu azaldığı sürece etkinin azaldığını göreceğiz. Belki de tam tersine çıtanın daha da yükseldiğini, kendi yerli üretim miktarımızın artmaya başladığını göreceğiz ama bu daha orta ve uzun vadede gerçekleşen bir olaydır. Hatta bu olaydan çıkarılacak derslerle birlikte önümüzdeki günlerde muhtemelen Türkiye’nin bazı projelerinin de zamanı daha öne çektiğini göreceğiz. Muhtemelen ‘Milli Tank Projesi’ne hız verildiğini göreceğiz. Burada en önemli projelerden bir tanesi de ‘Milli Muharip Uçak Projesi’dir. Çünkü biz aradaki geçiş dönemini F-35 savaş uçağı ile geçirmeyi ve 2035 yılında da milli uçağımız filoya katılmaya başladığını görecektik. Çünkü bu şekilde planlanıyordu. Bu yaptırımlardan önce F35’ler verilmemeye başlamıştı. Buradaki boşluğu ‘Milli Muharip Uçak Projesi’ni mümkün olduğu kadar öne çekerek doldurmak gibi bize uzun vadede bir avantaj getirebilir. Hatta burada belki de 5’inci nesil yani milli muharip uçakların da insansız uçağa geçişi de hızlandırabilir. Çünkü şu anda İHA teknolojileri belli bir seviyeye geldi. Bunu sesten hızlı uçan uçaklar tarafına transfer edebilir. Önce bunu üretip insansız teknoloji ile bu taraf ile birleştirebilirsek belki dünyada bu anlamda öncü olan bir ülke konumuna gelmeyi tetiklemiş olabilir. Krizden fırsat çıkarmanın yollarını aramak durumundayız.” ifadelerini kullandı.
“Seferberliği aleni ama projeleri gizli üretmek lazım”
Keser, “Topyekun belki de bir savunma sanayi seferberliği gibi düşünmek lazım. Bundan sonra seferberliği aleni ama projeleri gizli üretmek lazım. Belki savunma sanayi alanında yapılan yenilikler halkın milli gururunu okşuyor. Bu teknolojilerin zaman zaman tanıtımı yapılıyor ama projeler nihayete ulaşana kadar mümkünse gizliliği elden bırakmamak gerekiyor. Yoksa geçmişte bunun örneklerini yaşadık. Devrim otomobilleri, demir ağ uçaklarında olduğu gibi ‘siz yapmayın, biz size daha ucuza verelim’ şeklinde demir ağ uçak fabrikasını soba fabrikasına dönüştürüldüğü maalesef örneklerimizde oldu. Son 25-30 yıllık dönemde Türkiye’nin bu durumlardan iyi dersler çıkardığını düşünüyorum. Bu konuda yeterli mühendisimiz ve bilim insanı da belli bir havuz oluştu. Dolayısıyla bunları değerlendirerek yolumuza doğru bir şekilde devam etmek önemlidir.” şeklinde konuştu.
“İlişkilere yeni bir başlangıç verilmeye çalışıldığını görüyoruz”
ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerin tamamen bozulacağını düşünmenin pek gerçekçi olmayacağının altını çizen Keser, şunları söyledi:
“Sonuçta uzun süredir ABD ile inişli çıkışlı bir ilişkimiz var. Joe Biden ile beraberde Türkiye’nin biraz daha temkinli açıklamalar yaptığını görüyoruz. Dolayısıyla ilişkilere yeni bir başlangıç verilmeye çalışıldığını görüyoruz. Dolayısıyla bu da ocak ayında Biden’in yönetimi devir almasından itibaren ABD’nin yaklaşımı önemlidir. Dolayısıyla yaptırımların kaldırılması yönünde bir takım çabalarla mı yoksa Türkiye'ye başka dayatmalarla mı gelecekler? Bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz. Türkiye tavrını muhtemelen buna göre belirleyecektir. Ancak ondan sonra Türkiye elindeki kartları ona göre kullanacaktır ve üslerin durumu gündeme gelebilir. Türkiye'deki karar alıcı mekanizmalarımız, yeni yönetimin muhtemelen bakış açısını ve pratikteki uygulamalarını önce görmek isteyecektir.”
“Ortadoğu bölgesinde ABD'nin temel önceliği israilin güvenliğidir”
Suriye’nin kuzeydoğusunda varılan anlaşmaya rağmen Türkiye’nin ABD’nin buradaki varlığından hiçbir zaman memnun olmadığını ve bu durumunda söz konusu yaptırımların arkasındaki nedenlerden biri olduğunu ifade eden Keser, “Ortadoğu bölgesinde ABD'nin temel önceliği israilin güvenliğidir. Bunu garantiye almak için ikinci bir israil gibi terör devleti kurma teşebbüslerinde bulundu. Türkiye bunu Suriye kuzeyine yaptığı üç ayrı harekât ile birlikte önledi. ABD'nin bu projesi dolayısıyla engellenmiş oldu. Dolayısıyla ABD'nin bundan rahatsızlığı var. Uzun süredir zaten ABD’deki akademi camiasında yayınlanan makalelere de baktığımızda, Suriye bölgesini üçe bölünmüş bir harita şeklinde tartışmalara açtıklarını görüyoruz. Yani bu bir yerde ABD’deki derin devletin fikrini arka planda yansıtıyor. Böyle bir proje yürütüyorlardı ve bu proje sekteye uğradı. Bu projeler Suriye’den itibaren başlayan o hibrit yani vekalet savaşları yoluyla taşeronların veya vekillerin kullanıldığı bir yöntem devam ediyordu, halende bunu devam ettirmeye çalışıyorlar.” dedi.
“Yerel anlamda önemli bir gelişmeydi
Keser, “Hatta Irak'ta başlayan birtakım hareketlenmeler var. ABD tarafına Sincar’da SDG’ye yaptıkları yardımların PKK'ya gittiği, bunun önlenmesi gerektiği yönünde Barzani tarafından da artık taleplerin gelmeye başladığını görüyoruz. Gerek Irak gerek Suriye kuzeyinde ki bütün Kürtlerin topyekûn artık terör örgütünü desteklemediğini, ayrışmaya başladıklarını hatta bu konuda ABD’ye desteğin kesilmesi yönünde taleplerin gitmeye başladığını görüyoruz. Türk istihbaratının karşı taraf ile görüşmelerinde ulaştığı başarılı bir sonuç olarak da bunu değerlendirebiliriz. Sonuç itibariyle artık bunu sadece Türkiye istemiyor. Yani oradaki bizatihi yaşam Kürt nüfus, onların etkili kurumları ve güçleri de bunu istiyor. Barzani sonuçta Irak kuzeyindeki yerel yönetimin lideri, ‘artık bu desteği kesin. Çünkü SDG’ye verdiğiniz yardımlar PKK'ya gidiyor. PKK ile SDG aynı kurum, silahlı teşkilatlı şeklinde hareket ediyor, kendisini ayıramadı’ şeklinde bir açıklamada bulundu. Bu da aslında Türkiye'nin tezlerini de destekliyor. Yerel anlamda önemli bir gelişmeydi.” diye konuştu.
“Hedef Ortadoğu'daki haritaları değiştirmekti”
Bölgede uzun süredir ABD'nin devam eden projelerinin olduğunu ifade eden Keser, “Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) var. Bu ajansın bir raporunda, önümüzdeki dönemde küresel kutup merkezi olması beklenen ve bu yönde çalışmaları devam eden ülkeler kategorisinde Türkiye'nin de adı var. BRICS-MINT ülkeleri Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Endonezya, Güney Afrika ve Türkiye’yi bu ülkeler arasında sayıyorlar. Dolayısıyla Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA), ‘bu ülkelerin bir bölgesel merkez veya kutup merkezi olmasının önüne geçilmesi için gerekli tedbirler alınmalıdır’ diye hükümetlere tavsiyede bulunuluyor. Bu raporlara da girmiş, çalışmaların da bu plan dâhilinde yürüdüğünü düşünmek lazım. Türkiye'nin önünü kesmek istiyorlar. Bunu zaten Condoleezza Rice, ‘Ortadoğu’da olan 24 ülkenin sınırları değişecek’ şeklinde yaptığı açıklamalar ve projesinde görebiliriz. Hedef zaten Ortadoğu'daki haritaları değiştirmekti ama bugüne kadar bu ABD tarafından başarılamadı. Buradan gelen bir rahatsızlık da var. Türkiye'nin bunu dengelemek için Rusya ile zaman zaman Suriye'de rejime karşı olan durumda karşı taraflarda bulunmamıza rağmen veya Libya' da karşı taraflarda bulunmamıza rağmen bazı hususlarda S-400, nükleer santraller veya son operasyondan sonra Suriye’de ortak devriye alanlarının tespit edilmesi ve Astana sürecinin işletilmesi gibi ilişkilerde Amerika’yı rahatsız ediyor.” şeklinde konuştu.
“ABD bölgedeki projelerinin kuşatıldığını hissediyor”
Ermenistan ve Azerbaycan arasında eylül ayında başlayan ve 6 hafta süren çatışmalar döneminde Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ve Ermeni yönetiminin ABD tarafına yaklaşmış olmasının da Rusya’yı rahatsız ettiğini belirten Keser, son olarak şunları söyledi:
“Rusya operasyona göz yumdu. Türkiye’nin Azerbaycan’a silah, mühimmat yani maddi ve manevi her yönden verilen destekle beraber Azerbaycan ordusunun da orada hedefleri gerçekleştirdiğini gördük. ABD bölgedeki projelerinin kuşatıldığını hissediyor, bunun önüne geçmeye çalışıyor. Fakat bu şekilde kültürel olarak bölgeden ve bölge insanına uzak davranışlara devam ettiği sürece bu projelerinde başarılı olma ihtimali de gittikçe zayıflıyor. ‘Dünyanın polisi’ olma iddiasından vazgeçmeleri ve diğer ülkelere eşit egemen devletler olarak davranmayı yavaş yavaş öğrenmeleri veya o çizgiye gelmeleri gerekiyor. Dolayısıyla ABD hegemonyasına bir son verip herkese eşit, adil, egemen devletler olarak kabul ederek en azından o şekilde problemeler üzerinden müzakerelere başlamaları gerekiyor. Yoksa dayatmacı bir şekilde ‘siz S-400 almayın ama Yunanistan alabilir. Onlara bir şey demeyiz. Hatta Kıbrıs Rum Kesimi’ndeki ambargoları kaldırırız’ şeklinde bir yaklaşım olursa bu zaten çift taraflılığın ilan edilmiş şekli olur. Bu da hiçbir tarafa fayda sağlamaz. Uzun sürede ilişkilere de zarar verir.” (İLKHA)