Riyad Makaev / Doğruhaber

Kuzey Kafkasya halkları tarihte pek çok defa sürgün ve soykırıma maruz kalmış; ama tüm saldırılara rağmen milli varlıklarını koruma azmini nesilden nesile aktarmışlardır. Kafkasyalıların yabancı olmadıkları bu sınamaya 23 Şubat 1944 tarihinde bir yenisi daha eklenmişti. Stalin rejiminin terörü bu kez de Müslüman Çeçen-İnguş halkını vurmuş ve Çeçen-İnguşlar kendi topraklarından topyekün sürülerek Orta Asya’ya gönderilmişlerdi.

Rus iktidarlarının her dönem kullandıkları bu metot, bu kez Kuzeydoğu Kafkasya’yı yerli nüfusundan arındırmak için harekete geçerken Çeçen ve İnguş halkı bir kez daha bu zulüm odağının emperyal çıkarları adına nasıl insanlık dışı yollara başvurulabileceğine şahit oluyordu.

YAŞLILAR KONVOYLARI YAVAŞLATMASIN DİYE KATLEDİLİYORDU

Tahliyesi zor olan bölgelerin insanları Haybah’da diri diri yakılıp, Galanşoh Gölü’nde kaçınılmaz bir ölüme sürüklenirken yaşlılar, konvoyları yavaşlatmamaları için katlediliyordu. Vatanlarından ayrılmayı istemeyerek Kızılordu askerlerine direnenler de kurşuna dizildiler. Bütün resmi kayıtlardan, haritalardan, ansiklopedilerden Çeçen-İnguşlara ait bilgiler silindi ve yerleşim yerlerinin isimleri değiştirildi. Tüm nüfus, Alman ordusuna yardım ettikleri iftirasıyla cezalandırılırken erkeklerin büyük çoğunluğu yine Almanya’ya karşı cephede Sovyet Rusya’yı savunmaktaydı. Savaşın ardından cephedekiler Kostrama bölgesinden Orta Asya’ya nakledildi. 500 bini aşkın Çeçen-İnguş, 23 Şubat 1944 tarihinde yük trenlerine bindirilerek ülkelerinden koparıldılar. Çeçen-İnguş halkının hafızasında bugün hala taze olan bu yolculuk boyunca sürgün gönderilenlerin %20’si açlık ve soğuk yüzünden hayatını kaybetti. İklim koşullarındaki değişiklik, ağır çalışma şartları ve salgın hastalıklar sebebiyle ölümler Orta Asya’da da devam etti. On üç yıl süren yoğun baskının ardından 1957 senesinde vatanlarına geri dönme hakkı kazanan Çeçen-İnguş halkı, tüm zorluklara rağmen bir kez daha soykırım cenderesinden kurtularak topraklarında kök saldılar.

KİRLİ POLİTİKALAR TARİHTEN BU YANA DEVAM ETTİRİLİYOR

Çeçen-İnguşlarla yakın tarihlerde on binlerce Karaçay-Balkar yine aynı bahanelerle ve yöntemlerle aynı sürgün yolculuğuna çıkarılmıştı. Sürgün sonrası boşalan topraklara zorunlu olarak yerleştirilen komşu halklar ve geri dönüşlerine izin verilen Müslümanlar arasında başlayan ve yerleşim yerlerinin paylaşımı sebebiyle ortaya çıkan anlaşmazlıklar, hala ve özellikle Rus iktidarının ihtiyaç duyduğu dönemlerde yeniden canlandırılmaktadır. Oset-İnguş anlaşmazlığı, Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkes’teki etnik sürtüşmeler bunun en canlı örnekleridir. Tüm bu kirli politikaların ardında yatan en büyük sebep ise günümüzde dahi hala kullanılan bir ‘Rusya taktiği’dir. Müslüman halkları suni sebeplerle ve yine kendisinin sebep olduğu anlaşmazlıklarla birbirine karşı kışkırtan Rusya, tarafları yine kendi sağladığı imkânlarla kırdırarak güçlerini yok etmektedir. Son adımda ise ‘büyük ağabey’ adaletiyle ve barışı tahsis edecek olan(!) tüm idari, askeri ve ideolojik gücüyle sorunlu bölgeye gelir, yerleşir, böylece var olan hükmünü güçlendirir.

“ÇEÇEN HALKININ DİRİLİŞ GÜNÜ”
Rusya Federasyonu Başbakanı Çernomirdin imzasını taşıyan ve Çeçen halkını tekrar topraklarından sürme amacıyla hazırlanan 1994 tarihli plan, Kremlin iktidarının her dönem emperyalist niteliklere sahip olduğunun bir başka göstergesiydi. Çeçenistan-İçkerya Cumhuriyeti’nin şehit devlet başkanları Cahar Dudayev ve Zelimhan Yandarbiyev gibi sürgünde dünyaya gelen Aslan Mashadov’un da belirttiği gibi “Yaşanan acılar hiçbir zaman tarih olmadı.” 2004 yılında 23 Şubat 1944 sürgününü soykırım olarak tanıyan Avrupa Birliği Parlamentosu da dahil tüm dünyanın sessizce izlediği ve 250 bin sivil Çeçen’in ölümüne neden olan on dört yıllık savaşa karşı durmak için, bunun üzerinden de 69 yıl mı geçmesi gerekiyor?

Doğruhaber ailesi olarak, Çeçen ve İnguş halkların yaşadığı ve bugün hala kolektif hafızada canlı olan sürgünün 69. yıldönümünde bu günü bir yas değil, Cahar Dudayev’in ilan ettiği gibi “Çeçen Halkının Diriliş Günü” olarak anıyor ve özgürlük yolunda bir kez daha esaret ve yok oluşla sınanan Çeçen ve İnguş halkının sesine ses katıyoruz:

“AĞLAMAYACAĞIZ! YILMAYACAĞIZ! UNUTMAYACAĞIZ!”

1944, Şubat...

O yılın kışı işte, o yılın,

Sivri kama misali,

İnsanın bağrına saplanıp da yaşanan.

Kışı işte o yılın!

O yılın hiç yazı olmadı ki...

Kanayan yüreğimin yarası kapanmadı ki hiç!

İçimi kavurarak süren o yılın kışı,

On üç buzlu ayaza dönüştü.

Ve daha bir başka soğudu.

Tamı tamına on üç kez!

Sibirya’da dona dönmüş on üç yıl,

Saplanır içime on üç anıt misali.

On üç yıldan uzun süren o tam on üç yaraya

Deva olmaz zaman denen sonsuzluk!

ZELİMHAN YANDARBİYEV