Hava oldukça sıcak ve kavurucuydu. Sıcak havayı delen soğuk ve sevimsiz kahkahaları duymamak mümkün değildi.
Kabe’nin yanı başında, katıla katıla, gözlerinden yaşlar akacak kadar şiddetle gülen bu yedi adamın basiretsiz gözlerinin kadrajındaki kişi ise, Alemlere Rahmet olarak gönderilen iki cihan güneşi Muhammed Mustafa Aleyhisalatu Wesselam vardı.
Az önce Muhammed (s.a.v) tek başına gelmiş ve Kâbe’de Rabbiyle vuslatının baharı namaza durmuştu. Mekke müşriklerinin işkence ve eziyet simsarları kendi aralarında konuşup, birbirlerini tahrik ve teşvik ederek, Muhammed (s.a.v)’i seyre koyulmuşlardı, istihzalı bakışlarla. Sonra cehaletin babası, Ebu Cehil’in gözüne bir gün önce putlara kurban edilmiş bir devenin işkembesi ilişmişti. Aklına iğrenç ve acımasız bir işkence daha gelmişti. Avanesine dönerek şöyle dedi:
“Şu bağırsakları kim yere kapandığı zaman Muhammed’in boynuna geçirir!”
Ukbe bu şeytanca sözü hiç ikiletmeden hırsla kalktı, yüzünde şeytani bir ifadeyle, bir gündür kızgın Mekke güneşinin altında iyice kokuşmuş olan bağırsakları aldı ve olup bitenden habersiz, secde halindeki Hz. Muhammed’in (s.a.v) sırtına bıraktı.
Kutlu Nebi, deve dışkısı ve kanının altında soluksuz kalmıştı adeta. Neredeyse ciğerindeki oksijen tükenmişti…
İşte kalbi katılaşmış müşriklerin katıla katıla güldüğü manzara buydu.
Tam bu sırada, 11 yaşlarında küçük bir kız olanca hızıyla koşuyordu. Yüzünde damla damla biriken ter, gözyaşlarıyla karışmıştı.
Nihayet geldi ve yaşından beklenmeyecek bir çeviklikle Kutlu Nebinin sırtındaki işkembeyi olanca gücüyle kaldırmaya başladı. Küçük elleri ve narin parmakları çok zorlanıyordu.
Yedi müşrik şaşkınlıkla izliyordu olanları. Küçük kızın kararlığı ve heybeti karşısında kalakalmışlardı.
Küçük kız bir taraftan işkembeyi kaldırmaya çalışıyor, bir taraftan da olanca gücüyle bu zalimlerin hakkettiği tüm kelimeleri haykırıyordu. Sesi yüzlerini yalayan bir kılıç darbesi gibiydi adeta…
Nihayet küçük kız işkembeyi İki Cihan Güneşinin sırtından kaldırmıştı herkesin şaşkın bakışları önünde.
Kutlu Nebinin yardımına koşan küçük kız, Zehrası Fatıma’dan başkası değildi…
Son Peygamberin yanı başında Fatıma’sından başkası yoktu o an…
Sahi güç neydi? Güç gasıp ve egemen zalimlerin bu aciz hali miydi?
Yoksa küçük Fatıma’nın ortaya koyduğu bu direniş ve çaba mıydı?
Yardım neydi peki?
Bu zalimlerin şerde birleşip, birbirlerine şer üzere kenetlenmeleri miydi?
Yoksa Zehra’nın narin bedeni ve heybetli ruhu, küçük cüssesi ve büyük gayretiyle gelen onurlu kavgası ve mücadelesi miydi?
O gün yaşananlara şahit olanlar şunu gördü?
Güç; Fatıma’nın ellerinden Kutlu Nebiye akan ilahi bir yardımdı, coşkun bir Kevser’di…
Yardım; Fatıma’nın yüreğinden parmaklarına, parmaklarından Nebiye süzülen engin bir denizdi…
Sırtındaki yükü Zehrası tarafından kaldırılan Kutlu Nebi, önce namazını bitirdi. Sonra yedi müşriğin karşısına geçti.
Başından aşağıya doğru kokmuş kan ve dışkı karışımı sızmakta olduğu halde ellerini açtı:
“ALLAH’ım! “Kureyş’i Sana havale ediyorum!”
Yedi zalim korkmuştu.
Çünkü Muhammed gibi ulvi bir şahsın, bu mazlumiyetle, bu kutsal mekânda yapacağı dua mutlaka kabul edilecekti. Fakat artık çok geçti.
Yapılan şey gerçekte Hz. Muhammed’in (s.av) onuruna ve Ehl-i Beytine değil, Gayretullaha dokunmuştu.
Kutlu Nebi dua etti ve şöyle dedi:
“ALLAH’ım bu topluluğu Sana havale ediyorum. ALLAH’ım Ebu Cehil’i, Ukbe’yi Sana havale ediyorum! ALLAH’ım Ümeyye’yi Sana havale ediyorum.” Sonra Utbe, Şeybe, Velid ve Umare der, yedi ismin hepsini tek tek saydı.
Kutlu Nebi’nin bedduası kabul olmuştu. Yıllar sonra, kendisine ve can parçasına bu acıyı ve eziyeti reva gören yedi müşrik, Bedir günü müminlerin kılıçlarıyla parçalanmıştı…
Hz. Fatıma’nın hayatına dair bir yolculuğa çıkınca şunu fark ediyoruz;
Geçmiş zaman dilimlerinde yaşamış birçok güzide şahsiyetin zihnimizde farklı farklı tasvirleri muhakkak vardır.
Bazen bu tasvirleri o güzide şahsiyetlerle yan yana getirdiğimizde aslında arada büyük bir tezat olduğunu görüyoruz.
Hz. Fatıma (r.anha ) bunlardan bir tanesi. Daha çocuk yaşlarda Peygamberin kızı Fatıma anamız olarak künyelenmiştir zihnimizde.
Elinde tespihi, üzerinde bembeyaz elbisesi, yaşlı ve nurani yarı insan yarı melek, hep ibadetle meşgul bir piri fani olmuştur çoğunlukla.
Hiç çocuk olmamış, ağlamamış, gülmemiş, hasret çekmemiş…
Daima seccadesinde, aktif yaşamdan ve aksiyondan uzak bir insan…
Belki bu ve bu gibi nedenlerle saygı ve sevgimiz daima varken, örnekliğini, özelliklerini hayatlaştıramamış Müslümanların sayısı oldukça çoktur.
Yeryüzünde Peygambere en çok benzeyen insan Hz. Fatıma (r.anha) 25 yıllık kısa ömrü sayısız hikmet ve marifet meyveleriyle doludur.
Bu nedenle Fatıma (r.anha) iyi anlaşılmalı, zira Onun anlaşılması demek Nebevi terbiyeyle anlam bulmak demektir.
Fatıma Zehra’ya yolculuk, Kutlu Nebi’yle vuslatın anahtarıdır…
Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah’ a salat ve selam Kutlu Nebi’ye aline ashabına ve yolunun takipçilerine olsun…
Gökteki yıldızların en güzidelerinden olan Hz. Fatımatüz Zehra (r.anha)…
O, Nübüvvet bahçesinde yetişmiş nadide bir güldü. Öyle bir gül ki, bahçıvanı İki cihan güneşi Hz. Peygamber (s.a.v) ve risalet davasının anası Hz. Hatice (r.anha)…
Ruhu vahyin nuruyla olgunlaşırken, ahlâkı sünnetin ışığında şekillenmişti.
Risalet evinin biricik sakini, tevhid davasının seçkin talebesiydi…
İffetin, hayanın, edebin dersini Hatice-i Tahire’den, mücadelenin, fedakârlığın, sabrın dersini ise Muhammed Mustafa’dan aldı…
Annesi Haticetül Kübra fani alemden baki aleme göçünce, daha çocuk yaşta dar-ı gurbet olan dünyada, Kutlu Nebinin sılası oldu. O, babasının yaralarına merhem, babası Hz. Peygamber Onun dertlerine derman oldu.
Akranları dışarda oyunlar oynarken O, risalet evinin bedeni küçük, ruhu büyük hanımefendisi olmuştu. Babasının tüm işlerine koşar, hizmetini nimet bilirdi. Çileyle pişmiş, acılarla olgunlaşmış Fatıma-ı Kübraydı O…
Öyle ki Hz. Peygamber O’na Ümmü Ebiha diyordu tüm kalbiyle. Artık O, anne şefkatine doymayan Kutlu Nebinin yani babasının annesiydi…
Hatice’sine hasret Peygamber’in, Hatice’sinden kalan; can-ı canandı…
Öylesine seviyordu ki Fatıma’sını şöyle tarif ediyordu:
“Fâtıma benim bir parçamdır, Onu sevindiren beni sevindirmiş, onu üzen de beni üzmüş olur”
Fatımatüz Zehra’yı görenler ahlakıyla, davranışlarıyla, sözleriyle ve tüm fiziksel özellikleriyle O’nun Hz. Peygambere olan benzerliğine hayret ederlerdi ve Ona Binti Ebiha derlerdi.
Tıpkı Babası gibiydi O…
Babasının kızı Fatıma…
Evlilik çağına gelince nice seçkin sahabe talip oldu Ona…
Ama Kutlu Nebinin gönlünden geçen kişi ilmin kapısı, Allah’ın (c.c) arslanı Hz. Aliydi. Ali Fatıma’ya talip olunca, Fatıma’nın hayadan kızaran yüzü, muhabbetten yaşaran gözleri ve hicabının nişanesi sükûtu, bu evliliğe razı olduğunu hâl diliyle göstermişti kendisini herkesten çok tanıyan Babasına…
Ve Hz. Peygamber’e can olan, Hz. Ali’ye yar olmuştu böylece;
Can Fatıma… Yar Fatıma…
Dünyanın süsüne, ziynetine gönlünü kapatan Fatıma’nın çok sade bir düğünü oldu. Çeyizinde şunlar vardı: bir koç postu, bir yorgan ve yastık, üç minder, iki döşek, bir testi, su tulumu, bir kilim, iki elbise, bir tas, çanak ve bir sedir…
Kutlu Nebi’nin ciğerparesinin, Hz. Ali’nin baş tacının çeyizi bunlardan ibaretti. Çünkü risalet evinin nadide incisi, nübüvvet bahçesinin nazik çiçeği ahiret diyarına varmadan, ahiretten dünyaya bakmanın sırrına ve hikmetine vakıf olmuştu.
Hz. Fatıma ve Hz. Ali’nin evi Kutlu Nebi’nin evinin yanı başındaydı. Fatıma Peygamberin evinden çıkmış olsa da Hz. Peygamber, Onun nefesini, sesini, her daim duymak istiyordu adeta. Engin baba şevkatini ve Nebevi terbiyesinin nur damlalarını rahmet misali yapıyordu Fatıma’nın hanesine daima…
Babasına can, babasına canan, babasına cinan olan Fatıma, şimdi de Kutlu Nebiye ciran/komşu olmuştu…
Hz. Fatıma’nın öyle faziletleri vardı ki, kuşkusuz kendi zamanında yaşayanlar bile bunu cümlelere sığdıramazdı.
O Kur’an ve Sünnet terbiyesiyle yetişen bir evlat, bir insan, bir kız, bir eş, bir anne olmanın en muazzam, mücessem, muazzez örneğiydi…
Hz. Aliyle olan evliliklerinde bazı rivayetlerde 6 olarak geçse de 5 çocukları olduğu söylenir.
Muhsin, Hasan, Hüseyin, Zeynep ve Ümmü Külsüm…
Hz. Fatıma çok yönlü ve donanımlıydı. Beş çocuğunun ihtiyaçları, bakımı, eğitimiyle bizzat ilgileniyordu. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i Kutlu Nebinin hutbelerini dinlemeye gönderir, dönünce hutbenin aynısını kendisine aktarmalarını isterdi. Cennet gençlerinin efendileri, dersi Peygamberden, dersin mütalaasını da Ümmül Hasaneyn Fatıma’yla yaparlardı…
Hz. Fatıma çocuklarını şefkatle uyuturken dahi, şecaatle yüklü ninniler söylerdi çocuklarına. Allah (c.c) sevgisini ve Resule bağlılığı nakşederdi ruhlarına…
Kerbela kıyamının kahramanlarının ruhu ta o günlerde bu mayayla yoğrulmuştu…
Hz. Fatıma Peygamber kızıydı ve Hz. Ali’nin eşiydi. Çevresi kalabalık, misafiri çoktu. Beş çocuğu ve zamanın zor şartları eklenince, nazik bedeni çok yorgun düşüyordu. Hz. Ali bu haline dayanamadı ve onun teşvikiyle Hz. Peygamber’den bir yardımcı istedi. Fakat Kutlu Nebi Fatıma’sını, Subhanallah, Elhamdulillah, Allahuekber virdiyle gönderdi.
Artık Fatıma’nın yorulan bedeninin, un öğütmekten acıyan ellerinin şifası bu zikirler olmuştu.
Dilerse tüm dünya nimetlerini kızının ayağına serebilecek Peygamberin bu tavrındaki hikmeti ve sırrı, hayatı dünya ölçekleriyle ölçenler anlayamazlardı… Baki olanın sevdasıyla muhabbet kanatlarını çırpanların yanında, bu dünyanın ve dünya nimetlerinin sinek kanadı kadar değeri yoktu oysa…
Hz. Fatıma’yı ev işlerinin yorgunluğu durdurmuyordu elbette. O, gece ve gündüz ibadetleriyle, oruçları ve infaklarıyla da kulluğun zirvesindeydi.
Fakat tüm bunların yanında sahabe hanımlara dersler ve hutbeler veren bir muallim, müderris ve mübelliğdi…
Aynı zamanda bir şairdi … Şiirleri vardı, edeple harmanlanmış sözleri inci gibi dizen bir edibeydi O…
Hz. Fatıma kendi zamanının tıp ilmine dair donanımlıydı. Uhud savaşında on hanım sahabeyle beraber, yaralılara su taşıyan, yardımlarına koşan cihada koşan bir mücahide, Kutlu Nebinin kırılan dişini bizzat tedavi eden bir tabipti O…
Hz. Fatıma’yı özellikleri hasebiyle bazı isimlerle anlatmak Onu tanımanın en güzel yolu…
İffeti ve hayasıyla Betül’dü…
Doğruluğu, dürüstlüğü ve sadakatiyle Sıddıka’ydı…
Dört seçkin kadından biriydi. Mübareke’ydi…
Günahtan ve her türlü kötülükten takvayla korunan Tahire’ydi…
Çok zeki ve derin anlayışı ve kavrayışıyla Zekiyye’ydi…
Daima şükür ve hamd halindeydi. Ehli şekvadan beri Raziye’ydi…
Daima Allah’ın rızasını ve Resulünün hoşnutluğunu hayatının merkezine alan, Rabbi O’ndan, O Rabbinden razı Marziyye’ydi…
Cennet hanımlarının efendisi Seyyidetünnisa’ydı…
Yüzü, ruhu, gönlü ışıl ışıl nurla bezenmiş Zehra’ydı….
Kureyş müşriklerinin Kutlu Nebiye soyu kesik sözlerini keskin bir kılıç gibi kesen, Ehl-i Beyt’in menba-ı Kevser’di…
Kutlu Nebiye olan bağlılığını ve sevgisini anlatmak için sözler kifayetsiz kalır. Babasının vefatı esnasındaki ıstırabı anlatmak için hiç bir cümle yeterli gelmez…
Ona, ‘ailemden bana ilk ulaşacak olan sensin’ sözüyle bir nebze teskin olsa da, Peygamberin vefatından sonra yüzü asla gülmedi. Ruhu daima vuslatı arzuladı.
Dilinden dökülen şu cümlelerle firakın ateşiyle nasıl yandığını şöyle tasvir ediyordu Binti Ebiha:
Ey toprağın bağrındaki babacığım!
Sen öğrettin bana ağlamayı
Ve ancak sana ağlayarak unutuyorum, bütün dertlerimi ve kederimi
Her ne kadar sen toprağın altında benden uzakta isen de,
Bu mahzun kalbim seni asla unutmadı, unutmayacak!
Hz. Fatıma 25 yaşındaydı. Vefatından kısa bir süre önceydi, bir hüzün vardı yüzünde, zihnini meşgul eden bir derdi… Hz. Esma’ya açtı derdini.
O dönemlerde ölenler, sadece kefenleriyle örtülüp ayrıca örtülmeden ve tabuta konmadan taşınırlardı kabre. Ömrü boyunca hicab perdesini kuşanmış Fatıma için bu çok zordu.
Bedeninin bu şekilde taşınması ihtimali bile Onu çok üzüyordu. Çünkü bu şekilde vücut hatlarının belli olacağını biliyordu. Hz. Esma o zaman Habeşlilerin cenazelerinin üstünü hurma lifleri ve yapraklarıyla örttüğünü söyleyince Fatıma’ya da bir çare olmuştu bu fikir.
Hicretin 11. yılında bir gün, abdestini aldı , tertemiz giyindi , ibadete çekildi ve aslında bu ahiret hazırlığıydı Fatımatü’z-Zehra’nın…
İşte o gün fani alemden baki aleme, Rabbine, biricik babasına kavuşacağı vuslat günüydü…
Vasiyeti üzerine gece vakti, üstü hurma lifleriyle örtülerek baki kabristanına götürüldü, isteği üzere kimse dokunmadan Hz. Ali defnetti…
Ardında güzel bir yad ve yol bırakarak ebedi aleme gitti Nübüvvet bahçesinin Peygamber kokan gülü…
İnzar Dergisi/BİLDANE KURTARAN