M.Sait Adiyaman / Diyarbakır
Tarihin kirli sayfalarına hapsedilen karanlık bir olay… Asker ve korucuların zulüm ve baskıları altında inleyen bir köy… Zulüm, hakaret, işkence ve katliam... Tüm yetkililerin kulak tıkadıkları mazlum bir köy… Sağkulak, asıl adıyla Xatûnî Köyü... Xatûnî Köyü sakinleri 17 yıl önce yaşanan zulmün gün yüzüne çıkmasını ve katliamın sorumlularının hesap vermesini istedi. 1996 yılında Diyarbakır Merkeze bağlı Sağkulak (Xatûnî) Köyü’nde korucularla askerlerin ortak saldırısında 3 köylünün hunharca katledilişinin yıl dönümünde, aileler, yapılan bu katliamın hesabının sorulmasını istiyor.
Yaşanan büyük katliamın hemen sonrasında yaşananlar ise bu kadarı da olmaz dedirtti. Köy meydanında köylülerin gözleri önünde yaşanan katliamdan sonra katliamı gerçekleştiren askerler katlettikleri köylüler için “terörist” yaftası kullandı. Asker ve korucuların yaptıkları bunlarla da sınırlı kalmadı. Katledilenlerin birinci dereceden akrabaları ölümlere sebebiyet vermek veya doğrudan kendi köylüsünü/akrabasını öldürmek suçlamasıyla tutuklanarak cezaevine gönderildi. Xatûnî Köyü katliamı tanıkları o gün yaşananları Doğruhaber’e anlattı. İşte, Xatûnî katliamının tanıkları ve başlarından geçenler…
Korucularla aranızda önceden herhangi bir anlaşmazlık var mıydı?
M. Ali Selamboğa: O korucularla aramızda geçmişten gelen arazi anlaşmazlığı vardı. Zaten sırf arazilerimizi elimizden almak için korucu olmuşlardı. Hatta anlatıldığına göre bazı rütbelilere korucu olmak için belli miktarda paralar vermişlerdi. Arazi konusundaki amaçlarına ulaşmak için de bizlere karşı her yola başvuruyorlardı. Bizi bazen Hizbullah mensubu, bazı zamanlar da PKK mensubu diye tanıtırlardı. Tabi tüm taşkınlıklarında Pirinçlik Karakolu’nda görevli Selami, Hacı Ali, Kürşat, İlhami adlı komutanlardan destek alıyorlardı.
ASKER, KORUCU ORTAKLAŞA BASKIN YAPIYOR
Korucular köylülerinizi katledince kimse onlardan hesap sormuyor muydu?
M. Ali Selamboğa: Bırakın hesap falan sormayı, korucularla beraber askerler de köye yönelik ortaklaşa silahlı baskınlar yaptılar. Köye yönelik baskınları o kadar artırmışlardı ki neredeyse her gün köye baskın yapıyorlardı. Hatta bazı günlerde iki-üç kez köyü bastıkları bile oluyordu. Ancak 1996 yılının Ramazan ayında yine yaptıkları bir baskında köyün ortasında 3 kişiyi seçip kurşuna dizdiler.
KÖYLÜLERİ CAMİNİN İÇERİSİNE DOLDURDULAR
Bunu biraz daha açar mısınız? Göz göre göre mi kurşuna dizdiler?
M. Ali Selamboğa: Aynen öyle. 1996 yılının Ramazan ayındaki baskında yine korucularla askerler beraber gelmişlerdi. Her geldiklerinde onların dayak ve işkencelerine maruz kalmamak için fırsatını bulan kaçıp saklanıyordu. Ancak bahsettiğim baskında bu kez infaz için gelmişlerdi. Toplayabildikleri köylüleri caminin içerisine doldurdular. Ondan sonra evlerin içini aramaya başladılar. Bu sırada onlara yakalanmamak için saklanan Nihat adlı köylümüzü bir kümesten çıkardılar, döve döve sürükleyip biraz uzaklaştırdıktan sonra kurşuna dizdiler. Yine Ahmet Kaya adındaki imamı aynı şekilde köyün ortasında kurşuna dizdiler. Nevfel Selamboğa’yı da köyden çıkmak üzereyken at üstünde silahla tarayıp resmen infaz ettiler.
Öldürme işini bizzat askerler mi yapıyordu, yoksa korucular mı?
M. Nur Selamboğa: Askerlerin gözetiminde korucular bu işi yapıyorlardı. Babamın anlattığına göre rütbeli askerler kümesin yanındayken korucular yanına gelip rütbeliye ‘Biz iki kişiyi öldürmek için anlaşmıştık, ancak üç kişiyi öldürdük.’ demiş, komutan da ‘Tamam, üçüncü şahıs için de ayrıca ücret ödersiniz.’ demiş. Babamı kümesten çıkardıktan sonra korucular babamı da öldürmek için komutandan izin istemişlerdi. Komutan ise, çok kişi tarafından sağ olarak görüldüğü gerekçesiyle korucuların öldürme isteğini geri çevirmişti.
KÖYLÜLER KAÇACAK YER ARIYORDU
Bu tür infazlar yapılırken diğer köylüler ne yapıyorlardı?
M. Nur Selamboğa: Askerler köye doğru gelince onların hışmına uğramamak için herkes kaçacak delik arıyordu. Kadın ve çocukları caminin içine koymuşlardı. Saçağın altında sıraya koyduklarını öyle bir pozisyonda tutmuşlardı ki eriyen kar suları sıraya dizilen erkeklerin enselerine damlamaktaydı. Hiç kimse de yerinden kımıldayamıyordu. Kımıldayan olsaydı tekme, tokat, dipçik ile en ağır şekilde dövülüyordu.
Baskınlarda size karşı hangi uygulamaları yapıyorlardı?
M. Nur Selamboğa: Asker ve korucular köye her geldiklerinde kadın, erkek, genç, yaşlı fark etmez kimleri yakalasalardı hemen üzerine çullanır, yere yatırırlardı. Ağızlarına poşet tıkayıp her türlü işkenceleri yaparlardı. Rastgele döverlerdi, tekmelerlerdi. Evlere dadanır, tüm ev eşyalarını darmadağın ederlerdi. Zahireleri yerlere döker ya da kullanılamayacak şekilde birbirine karıştırırlardı. Evleri silahlarla tararlardı, hayvanları öldürürlerdi ya da beraberlerinde götürürlerdi. Evlerde değerli eşya olarak ne bulsalardı alırlardı. Özellikle iş mevsiminde traktörlerimizi gasp ederek Pirinçlik karakoluna götürüyorlardı, aylarca karakolda bekletip kendi işlerinde çalıştırıyorlardı.
MAHKEME HEYETİ BASKI ALTINA ALINDI
Yargılama sürecinde infaz edilen köylüleri öldürdükleri gerekçesiyle suçlananlarla ilgili nasıl bir süreç işledi?
M. Nur Selamboğa: Olay, köye gelen askerlere karşı köylülerin silahlı çatışmaya girmesi şeklinde resmi kayıtlara geçirildi. Güya çatışma esnasında babam ve ceza alan diğer köylülerimiz kendi arkadaşlarını vurmuşlardı. Bu şekilde dava açıldı. Mahkeme heyeti de bu düzmecelere inanmamıştı ve bir süre sonra tutuklananlar tahliye edilmişti. Ancak ne olduysa sonradan mahkeme heyeti ilginç bir karara imza atarak düzmece rapor doğrultusunda idam kararı verdi. Öyle anlaşıldı ki mahkeme heyeti baskı altına alındı ve bu ilginç karar ortaya çıktı.
AĞZIMIZA POŞET TIKAYIP HER TÜRLÜ İŞKENCELERİ YAPARLARDI
Somut olarak ne tür işkenceler yapıyorlardı?
A.Samet Torlak: Aklınıza gelebilecek her türlü işkenceyi yaparlardı. Mesela bir keresinde beni yatırıp ağzımı poşetle kapattılar. Sonra dört beş tane asker üzerime çıkıp vurmaya başladılar. Daha sonra alıp beni iki metre derinliğindeki tuvalet kuyusuna attılar. Sonra da üzerime bomba attılar. Bombayı havada yakaladım. Tabi bombanın pimini çekmediklerini görünce kendim çekip intihar etmek istedim. Çünkü artık dayanacak gücüm kalmamıştı. O sırada bir asker üzerime atlayıp belime tekme vurdu, o şekilde bombayı geri aldı. Alıp sigarayı vücudumda söndürüyorlardı. Şu anda halen sigara söndürmeden dolayı sırtımda izler var.
KADINLAR DÜŞÜK YAPIYORDU
Kadınları karakola götürüyorlar mıydı?
A.Samet Torlak: Tabi. Erkeklere yaptıklarının aynısını kadınlara da yapıyorlardı. Mesela bir baskın sırasında bir grup erkekle beraber beş altı tane kadın da götürdüler. Bunları sebepsiz yere tam 16 gün boyunca Pirinçlik Karakolu’nda beklettiler. Dövdükleri bazı kadınlar düşük yaptı. Bazı kadınların da sonradan doğan çocukları sakat olarak dünyaya geldi. Ama en feci baskınları, 1996 yılı Ramazan ayında köylülerimizden üç kişiyi kurşuna dizdikleri baskındı.
Bu baskında çatışma yaşandı mı?
A.Samet Torlak: Ne çatışması, ne hali, köylülerden üç kişi ölürken asker ve koruculara nasıl oluyor da hiçbir şey olmuyor, hiç kimsenin burnu bile kanamıyor? Bu mümkün mü? Zaten korucularla askerler daha önce anlaşmışlardı. Askerler de o şekilde rapor tuttular ve suçu da M.Nesih Selamboğa, M.Salih Selamboğa ve İsmail Yoldaş’la beraber diğer bazı köylülerimizin üzerine attılar.
O dönemde bazı basın organlarına yansıdığı kadarıyla olayların asıl sebebinin bazı köylülerin tüm köyde televizyonu yasaklama üzerine patlak verdiği söylendi. Buna ne dersiniz?
A.Samet Torlak: Bu tür haberler tamamen asılsızdır. Bir kere köyümüze baskı yapanlar, topraklarımıza göz diken Aşıka Köyü korucuları ve bunlara menfaat karşılığı destek çıkan işgüzar kimi rütbelilerdi. Haydi diyelim ki kendi köyümüzde televizyonu yasakladık, herhalde başka bir köy olan Aşıka Köyü’nde de bunu yapacak halimiz yoktu. Korucuların köyü olan Aşıka Köyü yolun üzerindeydi. Zaten gelen gazeteciler de bizim köye sokulmuyordu. Çıkan haberlerin tümü de korucular tarafından ifade edilen yalan beyanlardı. Bu şekilde yaptıkları vahşetleri örtbas etmeye çalışıyorlardı.
GÖZLERİMİN ÖNÜNDE KAFALARINA SIKTILAR
Köy muhtarı Sait Yoldaş: Asker ve korucuların köye geldiğini öğrenince herkes saklanmak için sağa sola koşuştu. Çünkü kimi yakalasalardı hemen orada ağır işkenceler yaparlardı. Abilerim Nihat ve Ali’nin bir kümese girdiğini görünce ben de o kümese girdim. Daha sonra kümeste olduğumuzu fark ettiler ve bizi çıkardılar. O zaman herhalde yaşımın küçük olması nedeniyle beni ayırdılar, ancak ağabeylerim Ali ve Nihat ile köy imamı Molla Ahmet’in ellerini bağlayıp diz çöktürdüler. Daha sonra gözlerimin önünde av tüfekleriyle kafalarına sıktılar. Ağabeylerimden Ali Yoldaş yaralı olarak kurtulurken köy imamı ile abim Nihat orada can verdiler. Bu olayı da çatışmaya giren şahısların ölü ele geçirilmesi olarak resmi kayıtlara geçirdiler. Üstelik yaralı olarak kurtulan abim Ali Yoldaş’ı askerlerle çatışmaya girdiği suçlamasıyla tutuklayıp içeri attılar. Yargılama sonucunda da diğer iki köylümüzle beraber idam cezasına çarptırdılar.
DOSYALAR YENİDEN AÇILARAK ASIL SUÇLULAR CEZALANDIRILSIN
Son olarak ne demek istersiniz?
Köy muhtarı Sait Yoldaş: Hem öldürüldük, hem de idam cezalarına çarptırıldık. Tüm yetkililere çağrımız, bu konunun yeniden gündeme gelmesi ve köyümüzde cereyan eden hadiselerle ilgili dosyaların yeniden açılmasıdır. Eğer bu yönde bir adım atılırsa köyümüz ve civar bölgeler üzerinde döndürülen dolaplar açığa çıkacaktır. Haksız yere idam cezalarına çarptırılan köylülerimizin dosyaları yeniden açılmalı ve yeniden yargılamanın yolu açılmalıdır.