Geçtiğimiz günlerde Viyana’da göçmenlerin kiliseye girerek sıraları tekmelediği iddiaları üzerine Başbakan Kurz, ‘Siyasal İslam’a karşı mücadelenin devam edeceğini söylemişti. Başbakan Kurz’a göre ülkedeki Hıristiyanlar özgür ve güven içerisinde inancını yaşayabilmeliydi. Ancak Kurz, 2019’da gerçekleşen 1051 İslam karşıtı saldırıyı açıklamıyor. Ülkesindeki Müslümanların özgür ve güven içerisinde inançlarını yaşayabilmesi için aşırı sağ ile mücadele sözü vermemişti.

Avrupa’ya 2015 yılıyla başlayan göçmen akını, ırk ve din milliyetçiliğinin artmasına, sağ popülizmin Avrupa ülkelerinde iktidara gelmesine yol açtı.

Avrupa ülkelerinin çoğunluğunda iktidara gelen ya da güçlenen sağ popülistler ırkçılığı devlet politikası haline getirdi. Fransa’nın İslam karşıtı tutumuyla artışa geçen İslamofobia beraberinde çeşitli saldırıları da getirdi. Akla şu soru geliyor;  Müslümanları ‘terörize’ etmeye yönelik söylemler başarıya ulaştı mı?

Aksine, çok uzun bir aradan sonra İslam’a ve Hz. Muhammed’e karşı hakarete karşı tek ses olan İslam ümmetinin tekrar sessizliğe bürünmesi isteniyor. Böylece İslamofobia’nın yasallaştırılmasına yönelik oluşan konsensüs ‘terörizm’ bahane edilerek başarıya ulaşacak ve karşı tepkiler engellenebilecek. Afganistan, Nice, Viyana… Yeni Zelanda’da Cami saldırısına karşı tek ses olan dünyaya karşı Sri lanka saldırısı ile aynı strateji uygulanıyor.

Cami katliamı ve silahlanan aşırı sağ unutturularak gündem yine değiştirildi, Müslümanlar yine hedef haline getirildi.

Bugün özellikle Avrupa ülkelerinde göçmenlerin yaşamını zorlaştıracak  ciddi yasal hazırlıklar yapılıyor, devlet kontrolü altında bir İslam dini hedefleniyor. Buna karşı kitlesel bir birliktelik oluşmuşken bu organize saldırılar İslamofobik yönetimlerin elini güçlendiriyor, önlerini açıyor.