3 Mart 1924’de yapılan kanuni düzenleme ile hilafet makamıyla birlikte Şer’iye ve Evkaf Bakanlıklarının kaldırıldığını, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile de dini eğitime son verildiğini belirterek açıklamasına başlayan Çevik, batılı kanunların çok az bir kısmının değiştirilerek Türkiye'de uygulandığına dikkat çekti.

Çevik, "17 Şubat 1926’da kabul edilen Türk Medeni Kanunu ve 22 Nisan 1926’da kabul edilen Borçlar Kanunu İsviçre’den, 1 Mart 1926’da kabul edilen Ceza Kanunu ise 1889 tarihli İtalyan Ceza Kanunu’ndan alınarak yürürlüğü girmiştir. Bu kanunları 1927’de yürürlüğe giren İsviçre’nin Neuchatel Kantonundan alınan Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu takip etmiş, 1929’da ise yürürlüğe giren 4 Nisan 1929 tarihli Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu da Almanya’dan alınmıştır. 9 Haziran 1932 tarihli İcra ve İflas Kanunu’nun da büyük bir kısmı İsviçre’den alınmıştır. Ticaret Kanunu ise muhtelif ülkelerin mevzuatından geniş ölçüde iktibas edilerek hazırlanmış, kara ticareti mevzuatı 1926’da deniz ticareti mevzuatı da 1929’da yürürlüğe girmiştir. İdare Hukuk sahasında da Fransa örnek alınarak çeşitli kanunlar az çok değişikliklerle alınmıştır." dedi.

Türk Kanunu Medenisi'nin Türkiye'de 17 Şubat 1926'da İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak TBMM'de kabul edilen ve 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe konulan 743 sayılı Kanun olduğunu hatırlatan Çevik, "Yeni anayasa ve medeni kanunda İsviçre kantonu Neuchatel’in seçilmesi bu kantonun laik olması sebebiyledir. Bu kanton özellikle seçilmiştir. 1988’de yürürlüğe giren Medeni Usul Kanununda da Neuchatel örnek alınmıştır. 1 Ocak 2002 kabul tarihli Türk edeni Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle yürürlükten kalkmıştır. Yasalar iktibas yöntemi ile zaman zaman gerekçesiz olarak meclise gönderilerek, müzakeresiz olarak oy birliği ile kabul edilmiştir." diye konuştu.

"CEDAW 18 Aralık 1979 yılında kabul edildi ve 3 Eylül 1981 tarihinde yürürlüğe girdi"

22 Kasım 2001'de TBMM de tarihinde kabul edilen 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 1 Ocak 2002'de yürürlüğe girmesiyle bu yasanın yürürlükten kalktığını belirten Çevik, "O günden bu güne gelirken 12 Eylül darbe rejimi BM’nin örgütlediği 9 temel insan hakları sözleşmesinden biri olarak tanıtılan CEDAW 18 Aralık 1979 yılında kabul edildi. 1 Mart 1980 tarihinde imzaya açıldı ve 3 Eylül 1981 tarihinde yürürlüğe girdi. Türkiye’nin taraf devlet olarak katılması 11 Haziran 1985 tarih ve 3232 sayılı Kanunla uygun bulundu. Bakanlar Kurulunca 24 Temmuz 1985 tarihinde 85/9722 sayılı kararla onaylandı ve 14 Ekim 1985 tarih ve 18898 sayılı Resmi Gazete’ de yayımlanarak yürürlüğe girdi." şeklinde konuştu.

"6284 Sayılı Kanun mağduru 3 milyonu aştı"

Kasım 2011'de TBMM'de oybirliğiyle onaylanan ve 1 Ağustos 2014’de yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi'ne de değinen Çevik, "Sözleşmeyi imzalayan ilk ülke Türkiye oldu. TBMM’de, 1926'da da Türk kanunu medenisinden de daha kısa sürede, savunanların metni okumalarına fırsat verilmeden, bütün milletvekillerinin oylarıyla kabul edildi. Sözleşmede yer alan hükümler göz önünde bulundurularak 6284 sayılı 'Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun' 20 Mart 2012 tarihinde yürürlüğe girdi. Bugüne kadar ne vaat edildi ise aksi gerçekleşti. Tek gerçekleştirilen LGBT-P+’a karşı pozitif ayrımcılık, koruma ve teşviktir. 6284 Sayılı Kanun mağduru 3 milyonu aşmıştır." ifadelerini kullandı.

"Aileyi yıkan şiddeti ve cinayeti tetikleyen içki kumar faiz fuhuş yasaklanmalıdır"

25 Ekim 2007 yılında İspanya’nın Lanzarote adasında imzalanan ve 10 Eylül 2011 tarihinde yürürlüğe giren sözleşme de ilk medeni kanun, CEDAW İstanbul sözleşmesinin ardından çıkartılan yasalardan sonra 3'üncü büyük talihsizlik yaşandığını söyleyen Çevik, açıklamasını şu şekilde tamamladı:

"Sözce çocuk istismarını önleyeceklerdi ama özde çocuk istismarının ve çocuk pornografisinin adeta önü açılıyordu. 50 maddeden oluşan sözleşme, çocukları istismara ve pornografiye karşı koruma metni olarak imzalansa da satır aralarındaki tehlike Türk toplum yapısını derinden sarsacak dinamitler barındırıyor. CEDAW, İstanbul sözleşmesi, Lanzarote ve LGBT/P ile etiketlenen (+) ile önü açık hale getirilen her çeşit Fuhşiyat ile ilgili, toplumsal cinsiyet, cinsel tercih ve cinsel yönelim konuları, kimliksizleştirme operasyonun bir parçası olan birey ve gender tartışmaları birlikte ele alınmalıdır. Bunları ayrıştırmak ve siyasi bahanelerle konuyu farklı mecralara taşıma gayretlerini kaygı ile izliyoruz. Kamu otoritelerini, kimlik olarak 'Gender' diye tanımlamaktan vazgeçmeye çağırıyoruz. Kanun devleti olmak değil, Kanunlar hukuka uygun değilse suç aletidir. Asıl olan Hukuk devleti olmaktır. Kanunlar ruhu, toplumun inanç, ahlak, tarih ve törelerinden alırlar. Kanunlar, ait oldukları toplumların İlahlarına sadakatlarının teminatı olmalıdır. Ailemizi ifsat eden ülkemizin milli güvenliğini tehlikeye atan fıtrata ve hukuka aykırı yasaların ve sözleşmelerin kalkması için elbirliği ile mücadele etmemiz hepimizin insani imani vatani ailevi ve vicdani vazifesidir. Aileyi yıkan şiddeti ve cinayeti tetikleyen içki kumar faiz fuhuş yasaklanmalıdır. (İLKHA)