Mehmet Emin Özmen / Araştırma / doğruhaber
OSMANLI’NIN SON, CUMHURİYET’İN İLK DEVRİ:
Osmanlı 1914-1918 yılları arasında cereyan eden Birinci Dünya Savaşından yenik olarak ayrılmış, imzaladığı anlaşmalarla elini kolunu bağlamış ve memleketi kurtaralım diye bir şeyler yapalım diyen gruplar ön plana çıkmıştı. Müslüman Anadolu halkı düşman çizmeleri altında ezilmemek için, Anadolu’da kurtuluş adı altında ortaya çıkan gruplara gerçek niyetlerini bilmeden destek olmuşlardı. Amaçları Din-i İslam’ı esaretten kurtarmaktır. Ancak dağ fare doğurmuş ve kendilerine karşı savaştıkları ülkelerin rejimlerini esas alan bir rejim ile karşı karşıya kalmışlardı.
Yeni Cumhuriyetin getirmiş olduğu toplumsal değişimi Fransız yazar Paul Gentizon şu şekilde özetler: “İmparatorluğun yerini bir cumhuriyet aldı. Bir Sultan kaçtı. Bir Halife sürgün edildi. Büyük bir Şef (Mustafa Kemal) dünyanın dikkatini çekti. Onun buyruklarıyla Müslüman bir halk yeni bir plana göre şekil aldı. O, bu halkı eski Asya geleneklerine bağlayan bağları kopardı. Geçmişi sildi, süpürdü. İslam dinine kendi esprisi içinde bir yön verdi. Çok kadınla evliliği önledi. Cinsiyet ayırımını yıktı. Şeriat hukukunu kaldırdı. Avrupa’nın kanunlarını kabul etti. Kıyafeti değiştirdi. Hatta başka bir alfabe oluşturdu. 1500 yıllık din boyunduruğundan kurtuldu. Hıristiyan Avrupa’nın çok kan dökerek sağladığı bu sonuç, Türkiye’de bu suretle kestirme yoldan (6 yıl içinde) elde edildi. Reform halkın bir kısmını hoşnut etmedi. Hatta o kadar ki Doğu illerinde iç isyana kadar vardı...” (Cihat KAR, “80. Yılında Şeyh Said Ayaklanması ve Gerçekler-1 adlı makalesinden-Paul Gentizon, Moustapha Kemal ou l’Orient en Marche, Paris 1929; Türkçesi: Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, (Çev. Fethi Ülkü), T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1983, s.9, 109, 179, 255.)
ŞEYH SAİD’İN SAHNEYE ÇIKIŞI:
Bu değişim Anadolu’nun Batı’sında da Doğu’sunda da tepkiyle karşılandı. Doğu aşiretleri ve kanaat liderleri arasında bir konsensüs sağlamaya çalışan Şeyh Said, laisizmin uygulamalarına karşı etnik değil, dini bir tepki hareketi gerçekleştirdi. Hareketin etnik değil de dini bir nitelikte olduğunu özellikle tekraren vurgulamakta yarar var. Böylece Şeyh Said’in milliyetçi olduğu ve hareketinin temelinde İngilizlerin olduğu tezleri kendiliğinden yıkılmış olacak.
Şeyh’in diğer önderlerle yazışmaları, mektupları ve yargılandığında mahkemedeki ifadeleri bu tezi doğrular mahiyettedir. Nitekim o günkü şartlar altında İngiltere’nin laisizmi hedef edinen Cumhuriyete karşılık, Şeriatı esas edinen Şeyh’i desteklemeyeceği aşikârdır. Zaten İngiliz Büyükelçisi R.C.Lındsay’ın İngiltere’ye sunduğu raporda bu durum özetlenmektedir: “Şeyh Said kuvvetleri yöredeki askeri birliklerden üstün durumdadır. Bazı askerler ve jandarma birlikleri Şeyh Said’in saflarına katılıyorlar. TBMM’de ayaklanmanın arkasında İngiltere’nin olduğu iddia ediliyor. Ama gerçekte sebebin dini olduğunu ve Şeriatı getirip, hilafeti ilan etmek olduğunu belirtmek isterim. Ayaklanma diğer ferdi olaylara hiç benzememekte, laikliğe ve yeni Türk rejimine karşı bir hareket olarak gözükmektedir. Türk Dışişleri Bakanlığı’na, bu ayaklanma ile İngiltere’nin hiçbir alakasının olmadığını ve İngiltere’nin ayaklanmayı desteklemediğini bildirdim. ...” 2 (Cihat KAR, “80. Yılında Şeyh Said Ayaklanması ve Gerçekler-3 adlı makalesinden-Bilal N.Şimşir, İngiliz Belgeleriyle Türkiye’de “Kürt Sorunu” (1924-1938), Şeyh Sait, Ağrı ve Dersim Ayaklanmaları, Ankara 1975, s.20-22.)
KIYAMIN KISA ÖYKÜSÜ
Kıyamın zamanından önce başladığına dair bilgi hemen hemen tüm araştırmacılar tarafından dile getirilir. Aslında Şeyh Said’in bir hazırlığı vardır ve bu amaçla ziyaretler gerçekleştirmektedir. Şeyh Said, 13 Şubat 1925’te yanındaki 250-300 kişilik grupla Piran’da (Dicle) Şeyh Abdurrahim’in evindedir. Hükümet; Teğmen Mustafa’nın komutasındaki küçük bir jandarma birliğini, Şeyh Said’in yanında olup askerlik işlemleriyle ilgili aranan birkaç kişiyi sözde yakalamak için görevlendirir. Şeyh, onları teslim etmez ve durumu idare etmeye çalışır. Teğmen Mustafa direnir, Şeyh Abdurrahim ve arkadaşları onlara silahla karşılık verir.
Bu nedenle kıyama erken doğum yaptırılmış ve Şeyh, kıyamı başlatmak durumunda kalmıştır. Şeyh Said, Piran’ı terk ederek Genç’e gider. Orayı ele geçirir. Vali ve diğer yöneticileri gözaltına alır. Kendisini Genç’e vali ve kadı tayin eder. O dönemde Genç, ilçe değil il merkezi idi. Sonra çevre ilçeler ele geçirilir. Elazığ Şeyh Said yanlısı kuvvetler tarafından ele geçirilir. Şeyh Said, dört ayrı cephe oluşturur. Kendisi de bunlardan Diyarbakır cephesi komutanlığını üstlenmiş olarak, 6-7 Mart 1925 gecesi geldiği Diyarbakır önünde askeri kuvvetlerle giriştiği şiddetli çatışmaların sonunda Lice’ye doğru geri çekilir. 15 Nisan 1925’te Muş yakınlarında İran istikametine doğru gitmeye çalışırken yanında bulunan bacanağı emekli Binbaşı Kasım Bey (Ataç)’ın ihbarı neticesinde tutuklanır.
SARK/ŞANK İSTİKLAL MAHKEMESİ
Şeyh Said olayı Ankara’ya yansıyınca büyük ses getirdi. Başbakan Fethi Okyar’ın kabinesi yetersiz görülüp güvenoyu alamadı ve düştü. Yerine sertlik yanlısı İsmet İnönü getirildi. Derhal İstiklal Mahkemeleri harekete geçti. Takrir-i Sükûn Kanunu kabul edildi. Kısaca rejim büyük bir temizlik hareketine hazırlanıyordu. İstiklal Mahkemelerinin verdiği idam kararları temyiz edilmeden ve Meclis oyuna sunulmadan derhal infaz edilecekti. Bu harp halinin uygulanmasından başka bir şey değildi.
Şark İstiklal Mahkemesi’nin reisi Denizli Mebusu Mazhar Müfit (Kansu), savcısı Karasi Mebusu Ahmet Süreyya (Örgeevren), üyeleri Urfa mebusu Ali Saib (Ursavaş) ve Kırşehir Mebusu Lütfi Müfit (Özdeş), yedek üyesi de Bozok Mebusu Avni (Doğan)’dı. Şark İstiklal Mahkemesi yaptığı idamlarla Şank (Kürtçede idam) İstiklal Mahkemesi olarak anılır olmuştu. Hükümet içeride ayaklanmayı “Kürtçü” olarak lanse etmekte ve bu şekilde Türk kesimin desteğini sağlamakta ve isyanı belirli bir bölge ile sınırlı tutmakta iken, dışarıda “Şeriatçı” bir ayaklanma olarak tanıtıp Avrupa kamuoyunun desteğini almaya çalışıyordu. Zaten kıyamın Kürtçü mü, İslami mi diye zıt fikirlerin ortaya çıkmasının nedenlerinden birisi de budur.
ŞEYH SAİD’İN SAVUNMASINDAN BİR KESİT
Şeyh Said, savunmasında şu açıklamalarda bulunmuştur: “Kıyamımızın sebebi Şeriat meselesi... Hükümet Şeriatın bir kısmını kaldırdı. Bunun iadesine sebep olursak sevaba nail olurduk diyordum... Şeriatın ahkâmı (hükümleri) icra edilmezse kıyam vacip olur. Kitap (Kur’an), kıyam vaciptir diyor, Şeriatı icra ettireceksin diyor. Ahkâmı Şer’iyye (Şeriat hükümleri); katl, zina, müskirat (içkiler) gibi ahvali men ediyor... İmam (devlet başkanı) Şeriat ahkâmını icra etmezse, bu isyanın cevazına delildir. Vakta ki vuku buldu, işte Şeriat da vaciptir diyor, hiç olmazsa günahkâr olmayız dedim. Bütün hattı harekâtımızı Kur’an-ı Azimüşşan’dan istihraç ediyoruz (çıkarıyoruz)...
İDAMLAR
Hüküm verilmeden Diyarbakır Dağkapı Meydanı’nda darağaçları hazırlanmaya başlanmıştı. “Darağacı” ayaklarının aynı boyda, yani “nizami” olması, estetik durması için testereyle kesiliyordu. Darağaçlarının bulunduğu alanın hemen ötesinde, Ankara’dan getirilen seçkin konuklarla, Diyarbakır’daki asker, sivil yöneticiler, eşleri, çocukları ve davetlilerin “İdam Töreni”ni, huzur içinde seyretmeleri için tribün inşa ediliyordu. Mahkeme kararını açıkladığında, “darağaçları” çoktan kurulmuş, bacakları arasından sicimler sallandırılmıştı. Yalnız bir şey göz ardı edilmişti. Osmanlı’dan kalan yasalara göre aynı gün ve saatte aynı yerde birden fazla kişi asılacaksa, darağaçları mahkûmların birbirini görmeyecekleri, seslerini işitmeyecekleri aralıklarla kurulması zorunluluğu vardı. Fakat yasanın bu maddesine uyulmadığı gibi bir babanın kendi evladından önce idam edilmesi vasiyetine dahi uyulmamıştı. İdam edilen oğul, babasına izlettirildikten sonra baba asıldı.
Şeyh Said’in son anlarına Fransız, İngiliz ve Amerikalılar dâhil, dünyanın çeşitli köşelerinden gelmiş gazeteciler de tanıklık ediyordu. Örneğin Lord Kinross şöyle yazıyor: “Çoğu, cesaretli bir şekilde öldü. Şeyh Said sonuna kadar istifini bozmadı. Sehpaya çıkarken, mahkeme başkanına gülümseyerek, “Senden hoşlandım ama kıyamet günü hesaplaşacağız” dedi. Askeri komutana takılarak, “Paşa gel de düşmanınla vedalaş” dedi. Gömlek üzerine geçirilirken kımıldamadan durdu.”
O gün 47 kişi şank/idam edildi. Ancak olay bununla sınırlı kalmadı tabi. Şeyh Said ve arkadaşlarının idamlarının akabinde, faaliyetlerine son verilen kıyam bölgesindeki tekke ve zaviyelerle ilişkisi olan olmayan yüzlerce dindar insanın sevk edildiği Şark İstiklal Mahkemesi idam veya hapis kararları verdi.
Kısacası bütün Kürt halkı cezalandırılıyordu.