İbrahim Toprak / Doğruhaber


Müslümanlar, Ehl-i kitap olarak adlandırılan Hıristiyanlar ve Yahudiler ile birçok ülkede beraber yaşamakta, komşuluk ilişkileri kurmakta, alış-veriş yapmakta ve sosyal alanları beraber kullanmaktalar. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, Amerika ve benzeri ülkelerde ortaya çıkan bu durum beraberinde bir davet fıkhını da zorunlu kılıyor. Hz. Peygamber’e nübüvvetin tevdi edildiği günden bugüne Ehl-i kitab’a yönelik uygulanan davet (tebliğ) metodunu Almanya’da yaşayan Molla Muhammed Dündar ile konuştuk. Ehl-i kitab’a rahmet dini İslamî kimliğimizle gitmemiz gerektiğini belirten Dündar, Hz. Peygamberin Müslümanlara ve İslam’a düşmanlık beslemeyen Ehl-i kitab’a karşı yumuşak davrandığını ve tatlı bir dille İslam’ı anlattığını söyledi. Ehl-i kitap’la ilgili en çok merak edilen konulardan biri de kurumsal olarak Müslümanlara saldıran bir ülkenin halkına karşı nasıl davranılması gerektiği.

Bu konuya da ışık tutan Molla Dündar’ın sorularımıza verdiği cevaplar…


EHL-İ KİTAP KİMDİR?

Hocam, öncelikle konunun daha net anlaşılabilmesi için şunu sormak istiyorum. İslam’a göre Ehl-i kitap kimdir?

İslam’da Ehl-i kitap tabiri müçtehitler arasında yapılan tarife göre (aynen bir kısım fıkhi ve içtihadi meselelerde müçtehitlerin fikir birliğinde olmadığı gibi bu konuda da böyle bir durum söz konusudur. Ancak cumhura yani çoğunluğa göre) her asırda Allah’u Teâlâ’nın semavi olarak göndermiş olduğu dine ve o dinin öğretilerine, o dinin peygamberine, getirmiş olduğu bütün emir ve yasaklarına ittibâ eden, o dini orijinal haliyle kabul eden topluluklara, ümmetlere Ehl-i kitap denir.


“ONLARA İSLAMÎ DAVETLE GİTMELİYİZ”

Bir Müslümanın Ehl-i kitap bir kişiyle ilişkisi nasıl olmalıdır?
Komşularımız arasında gayrimüslimler ve sair dinlerden insanlar olabilir. Bizler bu insanlarla İslam’ın uygun gördüğü bir iletişim içerisinde olmalıyız. Bu noktada bizler bu insanlarla arkadaşlık yapabilir, komşuluk ilişkileri kurabilir ve ticaret yapabiliriz. Hatta bir kısım ulemaya göre Ehl-i kitab’ın kızlarıyla evlilik dahi yapabiliriz. Ancak bu irtibatı yaparken Allah’u Teâlâ bize neyi nasıl öğretmişse, Hz. Peygamber bu konuda nasıl bir yol izlemişse biz de aynı şekilde bir yol izlemeliyiz.


Hz. Peygamber Müslüman olmayanlarla, Hıristiyan ve Yahudilerle komşuluk yapmıştır, ticaret yapmıştır. Hatta Mekke’den Medine’ye hicret ederken bir gayr-i müslimi kendisine yol rehberi olarak parayla tutmuştur. Biz de bugün Avrupa’da gayri Müslimlerle, Hıristiyan ve Yahudilerle gayet güzel ve insani ilişkiler içerisinde bulunuyoruz. Ancak bu ilişkilerimizde onlara şefkat ve merhamet nazarıyla bakıyoruz. Yoksa ‘bu insanlar bizim dinimizden değildir’ deyip bir çırpıda atmıyoruz. Bu insanlarla güzel insani ilişkiler içerisinde bulunarak kendi dinimizin güzelliklerini sözle anlatmaktan ziyade fiillerimizle yani İslam’ı yaşayarak anlatmaya çalışıyoruz. Bu davranışın da gayet isabetli bir karar olduğundan olsa gerek Avrupa’da her geçen gün sair dinlerden olup İslam’la şereflenen insanların sayısı artmaktadır.


DİN İSLAM’LA KEMALE ERMİŞTİR
Müslümanlar başta Avrupa ülkeleri olmak üzere birçok ülkede Ehl-i kitap olarak tabir edilen Hıristiyan ve Yahudiler ile bir arada yaşıyorlar. Bu durumda Müslümanlar Ehl-i kitab’a karşı nasıl bir davet (tebliğ) yolu izleyebilirler?


Hz. Peygamber başta Bizans, Roma, İran Kisra’sı olmak üzere büyük imparatorlukların krallarına çeşitli davet mektupları göndermiştir. Biz bu mektuplara baktığımızda İslam’dan yana hiçbir tavizin olmadığını görüyoruz. Hz. Peygamber, İslam’ın getirdiği güzellikleri, bu insanların Müslüman oldukları zaman Hz. Musa ve Hz. İsa (as) efendilerimizden herhangi bir şey kaybetmeyeceklerini, ayrıca kendisine ve getirdiğine iman ettiklerinde yeni bir peygambere kavuşacaklarını onlara müjdeliyordu. Onlara en son din olan İslam ile şereflenmeyi ve bunun neticesinde de cennete nail olma haberini ulaştırıyordu. Onlara güzel bir üslupla İslam’ın son din olduğunu, kendisinin son peygamber olduğunu gayet akli ve mantıki deliller ile izah etmiştir. Bizler de bugün Ehl-i kitab’a hakkı ve hakikati anlatmak zorundayız ve anlatıyoruz.


Ehl-i kitab’a İslam’ı anlatırken şu örneği veriyoruz: Bir çocuk eğitim hayatına önce evde başlar. İlk öğretmeni annedir. Belli bir yaşa geldiğinde anasınıfına gitmeye başlar. Anaokulu bittiğinde ilkokula kayıt yaptırır. İlkokul çağına gelen bu çocuk “Ben anaokulunda oyuncaklarla oynamaya alışmıştım, anaokulu çok güzeldi, ben ilkokul denen yere gitmek istemiyorum” derse ve ailesi de bunu kabul ederse çocuk hakkında zulmetmiş olurlar. Çünkü çocuğun anaokulu dönemi tamamlandı çocuk kemale erdi ve ilkokula başlaması lazım. İlkokulu tamamladıktan sonra ortaokula gitmesi lazım. Daha sonra liseye gitmesi lazım. Yani her okulun yaşa göre, çağa göre, şartlara göre belli bir zaman süresi vardır. İşin sonu üniversite okumak ile noktalanır.

Üniversiteyi tamamladıktan sonra doktora ve mastır yaparak meslek hayatına geçmesi söz konusu olur. Dinleri de bu örnekteki gibi algılamak lazım. Evet, Hıristiyanlık ve Yahudilik haktır ancak bu dinler tahrif edilmiştir. Akabinde İslam insanlara son din olarak gönderilmiştir. İnsanlık için dinin son aşaması ve en kapsamlı aşaması İslam’dır.


TAHAMMÜLDE ÖRNEK HZ. MUHAMMED
Zaman zaman kendini Ehl-i kitap olarak tanımlayan bir kısım insanlar İslam Peygamberi Hz. Muhammed’e hakaretlerde bulunuyorlar veya değişik şekillerde İslam’a saldırıyorlar. Bu noktada Müslümanların hoşgörüsü veya tahammülü nasıl olmalıdır?


Peygamber (as)’e ve dolayısıyla bizim mukaddesatımızın tamamına Asr-ı Saadet’te de saldıranlar olmuş. Bu saldırılar iki şekilde karşılanmış. Hz. Peygamber, şahsına karşı saldırı olduğu zaman kendileri asla o saldırıya bir karşılık vermemişlerdir. Tahammül etmiş, sabır göstermişlerdir. Allah’tan o insanların ıslahını istemiştir. Taif halkına dilediği gibi. Ancak İslam’a, Kur’an’a ve Müslümanlara yönelik topyekûn bir saldırı olduğunda Hz. Peygamber gayrimüslimlere karşılık vermiştir. Ki bu durum, Kur’an’da Allah’u Teâlâ tarafından emredilmiştir. Ayette Allah’u Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Siz o Allah’ın dinine saldıranlara karşı izzetli olun, ancak sizden olup da kusur işleyenlere karşı merhametli olun, olur da onlar döner ve tövbe ederler.”


Bu noktada Hz. Peygamberin hayatında güzel örnekler vardır. Mesela müşrikler Hz. Peygamberin hayatına kast ettiklerinde Muhammed Bin Mesleme ne yaptı? Bu bizim için örnektir. Mesela Kab Bin Eşref, Hz. Peygamberi hicvettiğinde Allah Resulünün ona karşı olan tavrı ortadadır. Hz. Aişe annemizin İfk hadisesinde bulunanlar için Allah’ın resulünün hitabı ortadadır. Onlar için “Kâbe’nin örtüsünün altına da girseler icabına bakılsın” demiştir. Eğer bizler dinimizde samimi isek dinin emirlerini eğip bükmeden tatbik etmeliyiz. İnşallah İslam’ın emir ve yasaklarını eğip bükmeden, olduğu gibi Avrupalı milletlere anlatırsak Avrupa’nın toptan İslam’a girmesi kaçınılmazdır.


YÖNETİCİLERİN HATALARININ SORUMLUSU HALK DEĞİLDİR

Bugün kendini Ehl-i kitap olarak adlandıran birçok ülke, kurumsal olarak Müslümanlara saldırıyor. Bunun en yakın örneği de Fransa’nın Mali işgali. Bu durum göz önüne alındığında saldırgan bir devletin halkına karşı nasıl davranılmalı, hangi nazarla bakılmalıdır?


Dinimize göre bir kişinin veya bir grubun yapmış olduğu yanlış işlerden dolayı başkaları sorumlu tutulamaz. Bu İslam’ın akidesidir. Biz şuna inanıyoruz: Eğer bugün Fransa’da bir referandum yapılsa halkın ezici çoğunluğu iktidarın Mali işgaline karşı çıkacaktır. Bu durum bizim memleketimizde de aynıdır. Yıllarca ‘halkın yüzde 99,9’u Müslümandır’ denildiği halde halkın başına öyle idareciler geldi ki halkın İslam’ı yaşamasını bırakın yüzde 99’u, yüzde 10’una bile tahammül etmiyorlardı. Bundan dolayı idarecilerin hataları ve yanlışları halka mal edilemez. Avrupa’da gördüğümüz kadarıyla buradaki halk da idarecilerin icraatlarından, hatalarından, yanlış uygulamalarından artık bıkmış. Bundan dolayı yöneticiler ile halk aynı kefeye konulamaz.


DİNLER ARASI DİYALOG MU, İSLAMİ DİYALOG MU?
Bugün konuştuğumuz bu konunun farklı bir versiyonu “dinler arası diyalog” adıyla sürdürülüyor. Sizin anlatımlarınızla İslam’ın diyaloga açık olduğunu görüyoruz. Peki, sizin anlattığınız diyalog ile Türkiye’de konuşulan dinler arası diyalog arasında ne gibi bir fark var?


İslam kemale ermiş bir dindir. Hz. Peygamber’e Veda Haccı esnasında inen “Ben bugün dininizi kemale erdirdim” ayetiyle bugün dinde bir eksiklik kalmamış ki bazı zavallılar kendi kafalarından bir şeyler uydursunlar. Bizim dinimiz zaten irtibata açık, diyaloga açık bir dindir. Dinimiz adam kazanma derdindedir. İnsanların cehenneme gitmemesi için, her bir fert için gece gündüz Müslümanların çalışmasını, insanlara acıyıp merhamet etmesini emreden bir dindir. Hz. Peygamber de sair dinlerin müntesipleriyle devamlı diyalog halinde olmuştur. Efendimizi ziyarete geldiklerinde onlara ikramda bulunmuştur.

Hatta mescidinin bir köşesinde onlara kendi inançlarına göre ibadet etme imkânı vermiş. Kendi ibadetlerini bitirdikten sonra da onlara tatlı tatlı İslam’ı anlatmış. “Ey insanlar şimdiye kadar sizin inandığınız şey haktı. Ben batıldı demiyorum. Ancak inandığınız şey kemale erdi, Allah yeni bir din gönderdi. Nasıl ki Adem’in dini kemale erdi. Hz. Şit geldi. Şit’in dini kemale erdi. Hz. Davut geldi. Davud’unki kemale erdi. Hz. Musa geldi. Musa’nınki kemale erdi. Hz. İsa geldi ve İsa’nın dini de kemale erdi. Hz. Muhammed Mustafa geldi” diyordu. Bu vesileyle grup grup, bölük bölük İslam’a girenler oluyordu. Ama bugün biz hoşgörü yapacağız diyenler hoşgörü adı altında hoş veriyorlar. Bu da samimi Müslümanları rencide ediyor. Bizler gerçekten bu insanların kurtulmasını istiyorsak onlara hak ve hakikatleri anlayabilecekleri ölçüde anlatacağız ki işin şuuruna varsınlar ve İslam’la şereflensinler.


Peki, dinlerarası diyalog çerçevesinde Hz. Muhammed’de değil de Hz. İbrahim’de bir araya gelme gayretleri var. Bu gayretleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Hz. Muhammed’in olmadığı bir diyalog mümkün mü?


Kelime-i Tevhit’te ne vardır. Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun elçisidir. Eğer bu iki kelimeyi ikiye böler ve ikinci bölümünü almazsa o zaman bu inancın adı dinsizlik olur. Hz. Peygamberin şeriatından çıkmak olur. Hz. Peygamber buyuruyor, ‘İster Hıristiyan olun, ister Yahudi olun “La İlahe İllallah Muhammedun Rasulullah” demediğiniz müddetçe cennete giremezsiniz, cehennemlik olursunuz.’ Bu konuda yüzlerce ayet, binlerce hadis olmasına rağmen bir kısım insanlar öyle şeyler ortaya atıyorlar ki akıl mantık almıyor.