İşte Rahmi Maltaş`ın makalesi
CHP, Kürt Milleti ve İslamiyet
…Kavurdukları helva adına and içerek, Sultan’la birlikte Allah’ı da tahtından indirdiklerinden emin olduktan sonra da savaşa iki cephede devam ettiler. Birinci cephe Allah ve O`nun dinine karşı, ikincisi ise Kürtlere karşı açıldı. Ahlaksız savaşın bütün usulleri… Fiili, psikolojik, diplomatik... Zor durumlarda en geçerli akçeleri ise hile ve ikiyüzlülük!
Önce batılılaşmaya, muasırlaşmaya en büyük engel olduğuna iman eden elitin İslam’la hesaplaşma dönemi başladı. Fakat 600 yıldır görece İslam hukuku ile idare edilen halkı teskin ve kendi niyetlerini gizlemek üzere, en önemlisi de İslam’ı yeni sistemin ‘emir eri’ konumuna düşürmek için 1 Nisan 1924 tarihinde Diyanet İşleri Reisliği kuruldu. Bu konuda samimi olduklarına Müslüman halkı inandırmak için Diyanet İşleri Reisine en yüksek devlet memuru maaşı uygun görülmüş, bakanlara verilen kırmızı plakalı makam aracı tahsis edilmiş ve protokoldeki yeri de bu özelliklere göre belirlenmiştir.
Gerektiğinde süngü ve darağaçları. Kanunu yokken, şapkaya muhalefet ettiği gerekçesiyle 3 Şubat 1926’da Müderris İskilipli Atıf Hoca ve dinî kitap yazdığı gerekçesiyle Babaeski Müftüsü Ali Rıza Hoca idam edildiler. Eş zamanlı olarak kurucu iradeye tapanların kaleminden akan zehrin araladığı mebusluk kapısı. Hayâsızlıkta sınır yoksa ölçüsüzlük kaçınılmaz olur. “Allah’ı da, Sultan’la birlikte tahtından indirdik,” diyen Refik Ahmet Sevengil’in Allah’a meydan okuyan bu sözlerinin karşılığı Tokat iline mebusluk oldu. Bâbil Kralı Nemrud bile bu kadar keskin konuşmamıştı.
CHP’nin din karşıtlığı, çağdaş kavramla ifade edilecekse, bütün dinleri red eden ateizm olmamıştır. 1922’den bu yana yargılanan, aşağılanan İslam ve Müslümanlar olmuştur. İslam karşıtlığı, Mustafa Kemal dahil, hiçbir CHP mensubunu rahatsız etmemiştir. Örneğin, “İslamiyet denince aklıma çorap kokusu gelir,” diyen Falih Rıfkı Atay 1923’ten itibaren 27 yıl boyunca milletvekilliği yapmıştır. Tam tersine, İslam’a, O`nun Peygamberine hakaret, resmi ideolojinin en uzun ömürlü politikası olmuştur.
........
CHP’nin dinsiz bir toplum hedeflemediği iddiası doğrudur. Samsun Mebusu Ruşeni Barkın cumhuriyetin üçüncü yılında, yani 1926’da büyük bir özgüvenle şunları söylüyordu: “Felsefemizde din kelimesinin tam karşılığı ulusalcılıktır. Bizim kutsal kitabımız, bilgiyi esirgeyen, varlığı taşıyan, mutluluğu kucaklayan, Türklüğü yükselten ve bütün Türkleri birleştiren milliyetçiliğimizdir.”
İlerleyen yıllarda da din, Kurucu İrade’nin seçkinci sınıfını rahatsız etmeye devam etmiştir. İslam dininin bu topraklardan sökülüp atılmasının o kadar da kolay olmadığı anlaşılınca, bir dizi reform gündeme getirilmiştir. Yapılması düşünülen bu reformlarda en göze çarpan kısım, putperestliği çağrıştıran, insan kültünün ön planda tutulduğu kısımdır. En sinsi yönü ise, bu fikirlerin İslam’la harmanlanma düşüncesidir. Aslında bu, bir anlamda topluma sunulan yeni bir ‘din’ idi. Bu yeni din, Hacc’a gitmeyi, Arapça Kur’an okumayı yasaklıyordu. Hatta Kur’an’a yeni ayetler ekleniyordu. Aynı zamanda mebus olan Osman Nuri Çerman’ın kitaplaştırarak meclise sunduğu ‘Dinde Reform’ adlı kitabında şunları yazıyordu: “Atatürk’e inanmak, O’nun yolunda yürümek ibadetten başka bir şey değildir. Artık her türlü işimize başlarken, her türlü zorlukla karşılaşırken Atatürk’ün manevi, kutsal ruhundan da kuvvet alabiliriz. Besmelemiz şu da olabilir: “Atatürk’ü yaratan Tanrı’nın adı ile başlarım.” Bu da Fatiha’mız olabilir: ‘Bütün Âlemlerin Rabbi olan, esirgeyen, yargılayan ve Atatürk’ü yaratan Tanrı’ya şükürler olsun. Tanrım, Seni severiz, Sen’den yardım dileriz. Bizi, Atatürk’ün gösterdiği dosdoğru yola ilet, nimetine erenlerin, gazabına uğramayanların, Atatürk yolundan sapmayanların dosdoğru yoluna ilet!”
Din’le, Müslümanlarla bir asırlık çatışması olan CHP’nin ve bu zihniyetle vücut bulan resmi ideolojinin milliyetçiliği, faşistliği en şüphe götürmez yönüdür. Güneş Dil Teorisi bunun için yeterli kanıt değilse, M. Kemal’in en yakın arkadaşlarından, Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un 20 Eylül 1930’da söyledikleri, Hitler’in ağzından çıkan sözlerin aynısıydı: Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır: Hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı! Dost ve düşman, hatta dağlar, hakikati böyle bilsinler!”
Büyük Kurtarıcı’nın büyük azim ve gayretleriyle teşekkül eden Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil teorisyenlerinin şu tespiti, bu devletin faşist unsurlar üzerine kurulduğunu göstermesi açısından yeterli olmasa bile, eksik de değildir: “Türk dili, üstün ırkın dilidir. Eski Türkler, Türkçe bilen Frenklerle görüşürken bile tercüman kullanıyorlardı. Frenklerin, üstün ırkın diliyle konuşmalarına fırsat vermemişlerdir.”
İtalyan ve Alman faşizmiyle eşzamanlı olarak ortaya çıkan CHP ideolojisinin şaşırtan yönü, hem sola hem sağa çekilebilecek kadar esneyebilmesidir. Öyle ki, Kurucu İrade dedikleri Mustafa Kemal’in dindarlığını konu edinen kitaplar bile yayınlandı. Faşist Kemalist, liberal Kemalist, milliyetçi Kemalist, sosyal demokrat Kemalist, hatta sol Kemalist gibi tanımlamalar, bu ideolojinin besin değerinin ne kadar yüksek olduğunu da göstermektedir.
“Hakikat bu olamaz” diyen canlı cansız ne varsa gazaba uğradı. Şéx Said Kıyamı, Dersim soykırımı, Zilan jenosidi… Dağlar aylarca bombalandı… Evler, içerisindeki insanlarla birlikte yakıldı. Önce inkâr… Yetmedi, tehcir, yani toplu göçertme. O da yetmedi; asimilasyon. Ve nihayet 40.000 insanın ölümüne sebep olan kardeş kavgası. 29 yılda “terör” için 400 milyar dolar harcanmıştır. Harcanan bütçe bu savaşta ölenlere bölündüğünde ölen her insan başına on milyon dolar düşmektedir. Bu savaş insanlık tarihinin en pahalı savaşlarından biri olarak tarihe geçecektir.
Değişen dünyanın değişmeyen CHP’si eski mesut günlerini hatırlayınca bir daha gürledi. Tıpkı eski adalet bakanı gibi. Mebus Asena kürsüye çıkıp kükredi: “Kürt milliyetçiliğini bana ilericilik ve bağımsızcılık diye yutturamazsınız!” Hanım abla; biz de 90 yıldır aynı şeyi söylüyoruz. Sizin Türk milliyetçiliğiniz ilericilik değil, faşizmdir. Bağımsızcılık ideolojiniz, bölücülüktür diye. Mebus Hanımı kim durdurabilir? Devam etti: “Türk ulusuyla Kürt milliyetini eşit, eşdeğerde gördüremezsiniz!” Bütün çabaların boşa gittiğinin çok acı bir itirafı. Teorilerle, reddi kabil olmayan ilmi delillerle ispatlanan hakikatler boşa gitti! Dağ Türkleri, Oğuz boyunun bir kolu, bozuk Türkçe konuşan Türklerden Kürt Milletine! Ve ses tonunu bir buçuk desibel daha yükselterek önce savunma, sonra da saldırı kararı alıp aynen şöyle dedi: “Bundan sonra biz savunmadayız, bundan sonra meşru müdafaa hakkı için saldırıdayız!” Sonrasında karşı atak! “Kafkaslardan, Boşnaklardan gelenler, bu ülkenin sahipleri değilsiniz; haddinizi bilin!” gibi haddini bilmez, pervasız, ölçüsüz ve itici sözler! Bir taraf gerince, diğer taraf koparmaya ahdetmiş sanki!
İlk günden bu güne temel politikası saldırmak olan ve ezen ve ayrıştıran ve ötekileştiren ve bu anlamda zaten meşru olmayan bu sistemi korumaya devam etmek için yeni bir saldırı!
Aradan 1386 yıl geçse de tarih bazen tekerrür ediyor. Biz de olduğumuz yerde hendeklerimiz hazır, çağdaş müşrikleri bekleriz. Ta ki nur tamamlana!