İslam alimleri, Mescid-i Aksâ, Kudüs ve Filistin'i işgal edenlerle yapılan barış ve normalleşme ile ilgili bir fetva yayınladı.

30 Ağustos'ta Türkiye'den İTTİHADUL ULEMA'nın da aralarında bulunduğu İslam alimleri, video konferans yöntemiyle bir araya gelmişti.

Dünya Müslüman Alimler Birliğinden yapılan yazılı açıklamada, düzenlenen video konferansta 500’e yakın alim ve ilmi kurumun desteğiyle Mescid-i Aksa, Kudüs ve Filistin’i işgal edenlerle ilgili hüküm ve kararlara varıldığı belirtildi.

Filistin meselesinin sadece siyasi bir mesele olmadığı, Hazreti Muhammed'in İsra yolculuğunu yaptığı ve üçüncü büyük Harem-i Şerif olan Mescid-i Aksa'nın Müslümanların kimliğini, varlıklarını ve cihatlarını temsil ettiği belirtilen açıklamada, Kur'an-ı Kerim'deki birçok ayette buna dikkat çekildiği hatırlatıldı.

Açıklamada, "Siyonistlerin; İngiliz mandasıyla birlikte bölünmeyle sonuçlanan Filistin topraklarını işgal etmesi, Filistin topraklarının çoğunun işgali ve bugün cinayet, yerinden etme ve sistematik yıkımdan geriye kalanları tamamıyla gasp etmesi ve tüm bunların yanı sıra bazı Arap ülkeleri yapılan anlaşmalar, daha doğrusu teslim alma anlaşmaları ve normalleşme adımları Filistin halkına, Müslümanlara ve Hıristiyanlara karşı işlenen bir cürümdür." denildi.

Son zamanlarda ilim ehli ve fetva merci konumundaki bazı kimselerin, gasp edilen hakları asıl sahiplerine iade etme yerine, işgali ve gaspı onaylayacak kararlar aldıklarına dikkat çekilen açıklamada, "Gerçek İslami kurumların olmadığı ve görüş açıklamasına izin verilmeyen hatta muhalif bir fikir, düşünce ve açıklamaya karşı hapis, işkence ve hatta hukuk dışı cinayetlerin mevcut olduğu totaliter rejimlere sahip ülke iktidarlarını tatmin etmek için şer’i metinleri çarpıtarak sabitelerden sapan bazı kimselerin bulunması çok üzücüdür." ifadelerine yer verildi.

Açıklamada, konferansa katılan alimlerin, Mescid-i Aksa ve Kudüs başta olmak üzere Filistin topraklarının çoğunu işgal eden ve geri kalan toprakları da aleni ve açık bir şekilde işgal etmek isteğini her fırsatta gösteren siyonist işgal rejimi ve bazı Arap ülkeleri arasında olup bitenlerin gerçekte bir "barış" ya da "ateşkes" olmadığı konusunda hemfikir oldukları belirtildi.

Açıklamada alimlerin ayrıca bu olup bitenlerin, "mukaddes ve bereketli topraklardan taviz vermek", "işgalci düşmana meşruiyet kazandırmak", "hukuken yasaklanan cinayet ve yerinden etme gibi işlediği tüm suçları tanımak", "Filistin topraklarının tümünün işgal edilmesini, başta Körfez ülkeleri olmak üzere Arap dünyasında ve Ortadoğu'da siyonist hegemonyayı sağlamlaştırmak" ve "tüm Arap Yarımadası'na ulaşma hayallerini gerçekleştirmek" olduğu anlamına geldiği yönünde oy birliğine vardıkları kaydedildi.

"İşgalcilerle normalleşme anlaşmaları haram ve Filistin halkının direnişine ihanettir"

Açıklamada, "Bu nedenle, bu durumda sözde barış, uzlaşma veya normalleşme anlaşmaları şer’en haram ve geçersiz olmak birlikte büyük bir suçtur. Cenab-ı Hakk'ın ve Resulünün haklarına, Filistin topraklarının ve halkının haklarına, Hazreti Ömer'in fethiyle başlayan ve Selahaddin-i Eyyubi'nin bu mübarek toprakları özgürleştiren, işgalden temizleyen ve mağluplara hoşgörüyle davranan İslam ümmeti ve şehitlerinin haklarına ve bir asırdır devam eden Filistin halkının direnişine ihanettir." fetvasına yer verildi.

Fetvanın delilleri

Açıklamanın devamında bu fetvanın delilleri şöyle sıralandı:

1- Mescid-i Aksâ, Kudüs ve her parçasıyla Filistin toprakları, binlerce yıldır içinde yaşayan Filistin halkına aittir. Bu tüm semavi kitaplarla sabittir. Filistin toprakları, miladi 7. asırda İslam fethiyle birlikte 20. yüzyılın ortalarına ve 1917 Balfour Deklarasyonu'ndan başlayarak Filistinlilere karşı katliamlar yapan, yüzlerce köyünü yakan, topraklarına el koyan ve kalanları marjinalize eden Siyonist çetelerin görevini kolaylaştırmalarını sağlayan İngiliz işgali, o zamanki Milletler Cemiyeti Filistin topraklarında adaletsiz bölünmeyi ve bir Yahudi devletinin kurulmasını tanıyana kadar İslam toprakları olarak kalmıştır. Bu minvalde şer’i hükme göre; onu özgürleştirmek, Filistin topraklarını önce adil bir barış yoluyla sahiplerine iade etme, ardından yaklaşık 13'üncü yüzyıl öncesine dayanan şartlar, kurallar ve çağdaş uluslararası sözleşmeler ile hukuk ve yasalarca onaylanan meşru savunma hakkına başvurulması farz olup, mübarek toprakların herhangi bir bölümünden taviz verilmesi ve işgalci düşmanla normalleşme haramdır.

Bunun delilleri:

a-Kuran ve Sünnet'ten pek çok nas, Müslümanların topraklarından ve evlerinden çıkarılmasına karşın cihad etmenin gerekliliğini belirtir:

Şu halde kim size saldırırsa, onun saldırısının misliyle siz de ona saldırın. Allah’ın hükmüne saygılı olun ve bilin ki Allah kendisine saygılı olanların yanındadır. (Bakara 194)

Ey iman edenler! Size ne oldu ki, "Allah yolunda seferber olun" denilince yerinize çakılıp kaldınız; yoksa âhiretten vazgeçip de dünya hayatıyla yetinmeye razı mı oldunuz? Halbuki dünya hayatının sağladığı fayda âhiretinkine göre pek azdır. Eğer toplanıp seferber olmazsanız Allah sizi elem veren bir azapla cezalandırır, yerinize başka bir topluluk getirir ve siz O’na zerrece zarar veremezsiniz. Allah’ın her şeye gücü yeter. (Tövbe 38 - 39)

Müşrikler sizinle topyekün savaştıkları gibi siz de onlarla topyekün savaşın. (Tövbe 36)

b- Bugün sözde barış sadece bir ateşkes değil, müminler dışında işgalci düşmana karşı sadakat ve şefkat içeren kalıcı bir barıştır. Bunula ilgili olarak varid olan birçok kat’i nas nedeniyle oybirliği ile haram kılınmıştır:

Allah ancak, din konusunda sizinle savaşmış, sizi yurtlarınızdan çıkarmış ve çıkarılmanıza yardım etmiş olanlarla dostluk kurmanızı yasaklar. Kim onlarla dost olursa işte bunlar kendilerine yazık etmişlerdir. (Mümtehine 9)

'Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve hoşnutluğumu kazanmak üzere yola çıkmışsanız, benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan kimseleri kendilerine sevgi göstererek dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkâr etmektedirler; üstelik rabbiniz Allah’a iman ettiniz diye peygamberi ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Ben sizin gizlediklerinizi de açıkladıklarınızı da bildiğim halde onlara gizliden gizliye sevgi besliyorsunuz. İçinizden kim bunu yaparsa bilsin ki doğru yoldan sapmış demektir.

Onlar sizi bir yakalasalar size yine düşmanca davranırlar, elleriyle ve dilleriyle size kötülük etmeye çalışırlar ve isterler ki sizler de hakkı inkâr edesiniz.

Kıyamet gününde ne yakınlarınızın ne de çocuklarınızın size yararı olabilir; Allah aranızda hükmünü verir. Yapıp ettiklerinizi Allah tamamıyla görmektedir.

İbrâhim’de ve ona uyanlarda size güzel bir örneklik vardır; onlar kavimlerine şöyle demişlerdi: Bilin ki bizim sizinle ve Allah’ı bırakıp da taptıklarınızla bir ilişiğimiz yoktur. Sizi (ve değerlerinizi) reddediyoruz. Sizinle bizim aramızda, siz bir tek Allah’a iman edinceye kadar sürüp gidecek bir düşmanlık ve nefret açıkça ortaya çıkmıştır. Ancak İbrâhim’in, babasına "Hiç şüphen olmasın bağışlanman için dua edeceğim, ama Allah’tan sana geleceklere karşı yapabileceğim bir şey de yoktur" demesi başka. Rabbimiz! Sadece sana dayanıp güvendik, sana yöneldik; dönüş de ancak sanadır. (Mümtehine 1 -4)'

İşgalci savaşçılara karşı nasıl davranılması ve onlara karşı sevgi ve şefkat gösterilmemesi gerektiğini hatta onlarla savaşmanın gerekliliğinden bahseden şu açık ve kat’i naslar bulunmaktadır:

'Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (Maide 51)' Bu ayeti kerime; o saldırganları dost edinenlerin onlardan olduğunu açık bir şekilde buyurmaktadır.

2- Fakihler, düşman bir Müslüman ülkeyi işgal ederse, nefsi müdafaa için veya zulmü önlemek için savaşmak da dahil olmak üzere her türlü cihadın bireysel bir görev haline geldiği konusunda ittifak etmişlerdir.

3- İslam topraklarını işgal edenlerin uzlaşması, zorunlu olarak cihat ve işgalcilere karşı direniş ve hakların iadesi gerekliliği ile ilgili: 'Şu halde kim size saldırırsa, onun saldırısının dengiyle siz de ona saldırın. Allah’ın hükmüne saygılı olun ve bilin ki Allah kendisine saygılı olanların yanındadır. (Bakara 149) Onlara haksız bir saldırı yapıldığında elbirliğiyle kendilerini savunurlar. (Şura 39)' gibi şer-i nasların çoğunu geçersiz kılmaktadır.

"Düşmana karşılık verme ve işgalcilere direnme yükümlülüğü şer’i sabitelerden biridir"

Bu nedenle, düşmana karşılık verme ve işgalcilere direnme yükümlülüğü şer’i sabitelerden biridir. Aynı şekilde Müslümanları öldürmeleri ve yurtlarından sürülmelerini önlemek ve tüm imkanlarla Müslümanları desteklemek bu dinin değişmez sabitelerinden biridir.

4- Müslüman alimler, siyonist işgalciler ile Filistinli Müslümanlar arasındaki savaştan hiçbir zaman ihmalkâr davranmadılar. Hatta bu konuya öncelik vererek; Balfour Deklarasyonu'ndan bu yana bir asır boyunca konferanslar düzenlediler ve bu konu hakkında fetvalar verdiler. Dünya Müslüman Alimler Birliği de bu çerçevede yüzlerce fetva yayınlamış, konferanslar düzenlemiş ve Filistin topraklarının bir karşından dahi taviz vermenin haram olduğu, düşmana karşı cihad ve direnişin, halkının egemen olduğu toprağın özgürleştirilmesinin farz olduğu gibi bir çok karar almıştır.

"Şer’i sabitelere halel getirecek 'saltanat fetvaları' ortaya çıktı"

Özetle, İslam Ümmeti Alimlerinin ve kurumlarının bir asır boyunca fetvaları, Filistin toprağının en küçük parçasından dahi vazgeçmenin haram olduğu, mübarek beldeyi özgürleştirmek ve işgalcilerden temizlemek için cihadın ve direnişin farz olduğu konusunda hiçbir değişiklik olmamış ve bu konu icma ile karar kılınmıştır. Daha sonra bahsettiğimiz bütün şer’i metinlere, sabitelere, kararlara ve fetvalara halel getirecek saltanat fetvaları ortaya çıkmıştır.

"Bu anlaşma şer’en haram, geçmiş ve günümüz alimlerinin de mutabakatıyla hükümsüz ve geçersizdir"

5- İslam’da; Müslümanlar ile savaşan düşmanlarla sağlanacak uzlaşma, ya Müslümanlara önemli bir çıkar sağlayacak veya İslam topraklarından vazgeçmek ve düşmanın bir İslam beldesi üzerinde hegemonya elde etmesine izin vermek gibi zararla sonuçlanmayacak geçici bir ateşkes sağlanması caizdir.

Bazı Arap ülkeleri arasında gerçekleşen sözde anlaşmanın (ya da barış anlaşmasının) kalıcı bir barış olduğu ve Mescid-i Aksa, Kudüs ve Filistin topraklarını işgal eden israili kalıcı olarak tanınması olduğu aşikardır. Ve bu nedenle, Şer’en bu anlaşma haram, geçmiş ve günümüz Alimlerinin de mutabakatıyla hükümsüz ve geçersizdir. Bu nedenle, bırakın fakih birini, aklı başında bir kişinin, bu anlaşmanın "Şer’i gereklilik veya maslahat" olarak göstermesi mümkün değildir. Çünkü bu gerekçelendirmede büyük bir zarar vardır ve Mekasıd-ı Şeriyye ile çelişmektedir. Mescid-i Aksa, Kudüs ve Kutsal topraklardan vazgeçmekten daha tehlikeli bir şey var mıdır?

6- Öte yandan bu anlaşma, kültürel işgale, inanç, ahlaki, siyasi, güvenlik, ekonomik, sosyal ve basın ihlaline yol açmaktadır.

Buna göre, işgalci düşman ile bazı Arap ülkeleri arasındaki bu anlaşmalar, İslam'ın sabitelerini ihlal etmektedir;

a- Özellikle Mescid-i Aksa, Kudüs ve kutsal topraklar gibi İslam topraklarından vazgeçmek İslam'ın sabitelerine aykırıdır, hatta akıl ve fıtrata da aykırıdır, hatta ve hatta uluslararası yasalar işgali yasaklar, sömürgeciliğe ve işgalcilere tüm mevcut yollarla direnişi meşrulaştırır.

"Yüce Allah, evlerinden sürülen mazlumları savunma karşısında cihadı farz kılmıştır"

b- Siyonistlerin, Filistinlileri neredeyse her gün öldürmesi ve yerinden etmesi, onları topraklarından ve evlerinden kovması gibi suçlarına rıza göstermek, İslam'ın temel ilkelerini ihlal etmektedir. Çünkü Yüce Allah, evlerinden sürülen mazlumları savunmak ve kutsal mekanları savunmak için;

'Saldırıya uğrayanlara zulme mâruz kaldıkları için savaş izni verildi. Allah onları muzaffer kılmaya elbette kadirdir. Onlar sırf, Rabbimiz Allah’tır, dediklerinden dolayı haksız yere yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmıyla diğer kısmını engellemesi olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler -ki oralarda Allah’ın adı çokça anılır- yıkılır giderdi. Allah kendi dinine yardım edenlere muhakkak yardım edecektir. Kuşkusuz Allah güçlüdür, mutlak galiptir. (Hac 39 - 40) buyurarak cihadı farz kılmıştır.

7- Bazı Arap ülkeleri ile israil arasında yaşananların; "Müminlerden ziyade düşmanlara sadakat ve şefkatle sonuçlanacağı", hatta "haklarını kaybetmekle sonuçlanacağının" en büyük günahlardan biridir. Nitekim Ezher’e bağlı İslami Araştırmalar Akademisi tarafından 1966'da gerçekleştirilen üçüncü konferansında alınan kararlarda bunun şer’i naslarla çeliştiği kararı alınmıştır.

"Kudüs ve mukaddes topraklardan vazgeçmek şer’i naslarla haramdır"

8- İşgalcilerle normalleşmeye giden bazı ülkelerin maslahat gereği taviz vermenin caiz olduğunu veya çağdaş içtihat diye isimlendirenlere; Mescid-i Aksa, Kudüs ve mukaddes topraklardan vazgeçmenin şer’i naslarla haram olduğunu hatırlatırız.

9- Bazı Arap ülkeleri ile israil arasındaki sözde normalleşme olarak adlandırılan şey aslında normalleşme değildir. Çünkü lugatta (tatbi'i) "تطبيع"kelimesi yani normalleşme olarak adlandırılan şey, bir şeyin normal aslına dönmesi demektir. Filistin toprakları kendi halkına ait olduğu bilinmektedir. Normalleşme onu tekrar ehline geri vermektir. Bu ülkelerin istediği normalleşme ise işgal rejimi ile siyasi ve ekonomik olarak normal ilişkilere dönmek, iki taraf arasındaki savaşı ve cihadı bitirerek geri kalan toprakları işgal edilen topraklara ilhak edilerek Filistin halkının meşru haklarına ve İslami kutsallara zarar vermektedir. Normalleşmenin amaçlarından biri de ve siyonist rejimi meşrulaştırmak, temellerini sağlamlaştırmak ve varlığını yerel ve uluslararası düzeyde sürdürmek ve İslam alemini politik ve ekonomik olarak kontrol edebilmesi için yayılmacı politikasını sağlamlaştırmaktadır." (İLKHA)