İSTANBUL - Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi (UHİM) her yıl düzenli olarak yayımladığı `Dünya Hak İhlalleri Raporu`nu Üsküdar Balaban Tekkesi`nde gerçekleştirilen toplantıyla kamuoyuyla paylaştı. UHİM adına açıklamayı UHİM Genel Sekreteri Veysel Başar ile yönetim kurulu üyeleri Mustafa Demiral ve Atıf Gönenç yaptı. Çarpıcı tespitlerin yer aldığı raporda 2012 yılında Türkiye`de ve dünyada yaşanan hak ihlallerine yer verildi. İşte 2012 yılında dünyada ve Türkiye`de yaşanan hak ihlallerinden bazıları:
 
İslam Karşıtı Uygulamalarda Sınır Tanımıyor!
Geçtiğimiz yıllarda İsviçre`de minare yasağı, Fransa`da burka yasağı, Yunanistan`da cami yasağı gibi İslam dinini ve Müslümanları hedef alan ve inanç hürriyetini kısıtlayıcı uygulamalar hız kesmeden devam ediyor.
 
BM`nin 5 Daimi Üyesi israil`in Çıkarlarına Hizmet Ediyor!
Dünya üzerinde barışın ve adaletin teminatı olduğu iddiasında olan Birleşmiş Milletler, kurulduğu günden bu yana Güvenlik Konseyi Daimi Temsilcisi 5 devletin çıkarları doğrultusunda hareket ediyor. 2. Dünya Savaşı sonrasında galip devletlerin istediği şekilde kurulan Birleşmiş Milletler, o günden bu yana bu 5 devletin dünya üzerindeki ihlallerini meşrulaştıran ve diğer dünya devletlerini baskı altına alan bir işlev görüyor.
 
Geçen yarım asırlık süre içerisinde dünya, başta ABD olmak üzere, Rusya, Çin, ingiltere ve Fransa`nın sayısız işgal, katliam, soykırım ve ambargo uygulamasına maruz kalırken, varlık sebebi bu uygulamaların önüne geçmek olan BM, tam aksine bu uygulamaların zeminini hazırlıyor.
 
Güney Amerika`dan Uzak Doğu`ya kadar dünya coğrafyasının dört bir tarafında gerçekleşen ve milyonlarca insanın hayatını kaybetmesine yol açan katliam ve soykırımlar, `terörle mücadele` `önleyici savaş`, `şer odaklarına karşı savaş`, `meşru müdafaa` gibi klişe gerekçelerle BM tarafından meşrulaştırılıyor. BM bu yapısıyla, Güvenlik Konseyi Daimi Temsilcisi 5 üyenin, bir de israil`in çıkarları doğrultusunda politika üretirken, yıllardır var olan bu düzen son yıllarda sorgulanmaya başlandı.
 
ORTADOĞU VE `ARAP BAHARI`
ikinci yılını dolduran `Arap Baharı` süreci, Ortadoğu`da uzun yıllar devam eden diktatörlüklerin peş peşe devrilmesiyle birlikte yaşanan heyecan, yerini sürecin nasıl devam edeceği, Ortadoğu`da nelerin değişeceği ve küresel güçlerin bölgedeki stratejilerinin ne olacağı gibi soru işaretlerine bıraktı.
Kaddafi`yi yakalamak bahanesiyle Libya`ya giren, ülkeyi kısa sürede harabeye çeviren, altyapı sistemlerini imha eden, yerleşim birimlerini bombalayan, sivil masum insanları katleden BM ve NATO operasyonlarından sonra geriye yeniden inşa edilmesi gereken bir ülke ve küresel aktörlerin iştahını kabartan enerji havzaları kalmıştı. Özellikle Fransa, ingiltere ve ABD, Libya`daki `Arap Baharı`nı takip eden günlerde bölgeyi abluka altına alarak milyarlarca Dolar`lık bağlayıcı antlaşmalar yaptılar.
 
Mısır`da 28 Şubat yaşanıyor
Binlerce yıllık devlet geleneğine sahip Mısır ise, taşıdığı jeopolitik ve jeostratejik önem sebebiyle `Arap Baharı` sürecinin en önemli aktörü haline gelmiş bulunuyor. Hüsnü Mübarek sonrası dönemde Müslüman Kardeşler içerisinden gelen Muhammed Mursi`nin devlet yönetiminin başına seçildiği Mısır, Türkiye`nin 28 Şubat sürecinde yaşadıklarıyla paralellik arz eden bir tabloyla karşı karşıya. Arap Baharı`nın son durağı olarak görülen Suriye ise, küresel güçlerin çıkar çatışmalarına sahne olurken, oluşan kaos ortamında her gün onlarca insan yaşamını yitiriyor.
 
İsrail, Filistin`deki Soykırım Uygulamalarına Devam Ediyor!
işgal ettiği Filistin topraklarında kurduğu hukuksuz devletle, 20. yüzyılın ortasından bu yana başta Filistin halkı olma üzere Ortadoğu coğrafyasına kan kusturan israil, insanlık dışı uygulamalarına 2012 yılında da devam etti. Özellikle Kasım ayı içerisinde Gazze`ye karşı gerçekleştirilen operasyonda yüzlerce masum sivil yaşamını yitirdi. ABD yönetimi israil`in bu vahşi saldırısını `meşru müdafaa` olarak görürken, başta BM olmak üzere dünyada barış ve adaletin koruyucusu olduğu iddiasındaki uluslararası kurumlardan da israil`e karşı bir yaptırım söz konusu olmadı. israil, kendisine yöneltilen eleştiri ve uyarıları hiçe sayarak masum sivilleri katletmeye devam ederken, uzun yıllardır devam ettiği soykırım politikalarından vazgeçmeyeceğini açıkça ifade etmekten de çekinmedi.
 
Enerji Savaşları Dünyayı Felakete Sürüklüyor!
Küresel şirketler ve devletler, giderek artan bir hırsla enerji havzalarını kontrol etme savaşını sürdürüyor. Büyük devletler ve dev şirketler, hareket planlarını ve temel politikalarını, ne pahasına olursa olsun enerjiye sahip olmak üzerine kurgularken, bu durum insanlığa, dünyaya ve ekosisteme telafisi mümkün olmayan zararlar veriyor.
 
TÜTÜN ve ALKOL
Sigara kullanımı ciddi hastalıklara ve ölümlere neden olmaktadır. Buna rağmen ciddi bir halk sağlığı sorunu olmaya devam etmektedir. Dünya genelinde her üç kişiden birine denk gelen 1.5 milyar sigara kullanıcısı bulunmaktadır. Tütün bağımlılarının %80`i gelişmekte olan ve geri kalmış ülke vatandaşıdır. Her gün 80.000-100.000 yeni tütün bağımlısı oluşmaktadır.
Tütün endüstrisinin varlığını sürdürebilmesi için kendiliğinden bırakanların ve ölenlerin yerine yeni içicilerin eklenmesi gerekmektedir.66 Yılda 5 milyondan fazla kişi sigara içimi nedeniyle ölmektedir.Çevresel sigara dumanına maruz kalan 600.000 insan her yıl hayatını kaybetmektedir.Küreselleşme ile birlikte tütün ve alkol bir çok ülkenin bir çok noktasına ulaşmaktadır. Küresel pazarlama stratejileri 14 yaşından küçük çocukları hedef almaktadır.
 
Küresel Aktörler İslam Medeniyetinin İzlerini Tahrip Ediyor!
Küresel aktörlerin, dünyanın dört bir tarafında sürdürdüğü işgal hareketleri ve yine aynı mihrakların körüklediği ve zeminini hazırladığı iç çatışmalar, dünya üzerinde tarihi islam`la yazılan topraklardaki kültür mirasının yok olmasına sebebiyet veriyor.
ABD, kanlı tarihi boyunca sürdürdüğü işgal hareketlerinde insanlık tarihi için herbiri bir hazine niteliği taşıyan kültür varlıklarını yok etmekten çekinmedi. Özellikle son dönemde Afganistan ve Irak işgalleri, bu bilinçli ve planlı tahribatın zirveye çıktığı süreçler olarak hafızalara kazınacak.
 
Yoksulluk Dünyanın Her Yerinde!
İnsanoğlunun açgözlülüğü, küresel şirketlerin aşırı kâr isteği ile şekillenen politikaları ve küresel güce sahip devletlerin dünya üzerindeki acımasız uygulamalarıyla, insanlık tarihinin en kadim sorunlarından biri olan yoksulluk giderek derinleşiyor ve yaygınlaşıyor. Bugün dünya üzerinde 200 milyonun üzerinde işsiz bulunuyor. Bu rakam işsiz insanların bakmakla yükümlü olduğu kişilerle birlikte düşünüldüğünde 1 milyarı geçiyor. Öte yandan resmî olmayan rakamlara göre dünya üzerinde yaklaşık 2.5 milyar insanın halen evsiz olduğu öne sürülüyor. Bugün yoksullukla boğuşan bölgeler olarak Afrika ve Asya öne çıkıyor. Her iki kıtanın da önemli bir bölümü, Batılı devletlerin yüzyıllardır devam eden sömürgeci politikalarının doğal bir sonucu olarak yoksullukla boğuşuyor.
 
Diziler Aile Kurumuna Zarar Veriyor!
Türkiye`de özel televizyon kanallarının açılmasıyla birlikte yaygınlaşan yabancı diziler, toplu-munahlakî değerlerine zarar verdiği gerekçesiyle eleştirilmişti. Ancak son yıllarda yabancı dizilerin yerini alan yerli yapımların, çok daha büyük bir dejenerasyona yol açtığı görülüyor. Zira Türkiye`de yaşandığı varsayılan, bu ülkenin insanlarının konu edildiği televizyon dizileri, çok daha büyük bir kitleyi, çok daha kolay bir şekilde ekrana bağlayabiliyor.Dizilerin, çocuklar ve gençler açısından kötü örnek teşkil eden karakterlerle dolu olduğu rahatlıkla söylenebilir. Öte yandan bu dizilerde aile içi ilişkilere, aile kurumunun saygınlığına ve mahremiyetine karşı da son derece saygısızca yaklaşıldığı görülüyor.
 
İnternet ve Sosyal Medya Alarm Veriyor!
Son yıllarda günlük hayatımızın olmazsa olmazları listesinin ilk sırasını internet ve sosyal medya işgal ediyor. İnsanların sohbet etmek, birlikte vakit geçirmek için gittikleri kafelerde ilginç tablolar oluşmaya başladı; masada oturanlar birbirleriyle sohbet etmek yerine cep telefonlarından internete bağlanarak sosyal medyada vakit geçirmeyi tercih ediyor. Sosyal medyanın, bireyleri yalnızlaştırdığı, gerçeklik duygusunu zayıflattığı ve sanal bir gerçeklik duygusu yarattığı ifade ediliyor.
 
Tek parti zihniyeti eğitim sistemi devam ediyor
Bugün Türkiye`de eğitime rengini veren bazı kanunların hâlâ ulus devletçi ve tek partili sistemlerden kalma kanun ve uygulamalar olduğu görülmektedir. Uzun yıllar resmî ideolojiyi içselleştiren itaatkâr vatandaş yetiştirme yolu benimsenmiştir. Tek parti dönemi zihniyetinin doğurduğu bu egemen zihniyet, gerek okulları ve gerekse eğitimcileri bu anlamda bir araç olarak kullanmıştır. Bu bakımdan bugün eğitim bireysel insan gerçekliği çerçevesinden bakıldığında bir özgürlük ve insan hakları meselesi olarak karşımızda hâlâ bir sorun olarak durmaktadır. Oysa eğitim her şeyden evvel bir `özgürlük sorunu` olarak ele alınmak durumundadır.
 
Kılık kıyafet zulmü devam ediyor
Dolayısıyla eğitim; `eğitim özgürlüğü` çerçevesinde ele alınmayı hak ediyor. Ancak Türkiye`de eğitim özgürlüğünün önünde hâlâ ciddi engeller bulunmaktadır. Bunlardan en önemlileri; bireyi devlete karşı vazifelerini öğreten, başka bir deyişle bireyi değil devleti koruyan, resmî ideolojiye bağlı, itaatkâr, tektip vatandaşlar yetiştirmeyi hedefleyen eğitim anlayışının 1924 yılında yürürlüğe sokulan Tevhid-i Tedrisat Yasası, Mevcut 1982 Anayasası`nın 42. Maddesi ve 1973 yılında yürürlüğe sokulan 1739 sayılı MEB Temel Kanunu, kılık kıyafet yönetmelikleri ve `rahat-hazırol` komutları eşliğinde her gün küçük çocuklara ezberlettirilen `andımız` türü uygulamalardır. Yani eski yasa ve uygulamaların, eğitim özgürlüğünün önünde ciddi birer engel olarak varlığını devam ettirdiğini ifade edebiliriz.
 
Kadını Özgürleştirmek mi, Aileyi Güçlendirmek mi?
Son yıllarda `eşitlik`, `özgürlük`, `ekonomik bağımsızlık` gibi söylemler üzerinden kadınların yaşadığı sorunların çözülmeye çalışılması, daha vahim bir tablonun oluşmasına zemin hazırlıyor. Kadını özgürleştirdiğini iddia ederken toplumun temel yapıtaşı olan aile kurumunu zayıflatan bu anlayış, sorunların kronikleşmesine yol açıyor. Kadınların yaşadığı problemlerin ve karı-koca arasında çıkan sorunların çözümünde erkeği saf dışı bırakan çözümlere yönelmenin sorunları çözmediği son yıllarda yaşanan eş cinayetleriyle bir kez daha isbatlanmış oldu.
 
Bu palyatif uygulamalar giderek aile kurumunun zayıflamasına ve toplumu ayakta tutan bu en önemli dinamiğin zedelenmesine sebebiyet verirken, kadının toplum içerisinde hak ettiği değeri görmesine ve temel misyonunu üstlenmesine de engel oluyor. Oysa aile kurumunu güçlendirmeyi amaçlayan her uygulamanın, aynı zamanda kadını ve kadının toplum ve aile içerisindeki rolünü de güçlendirici bir etki yaratacağı bilinmelidir.
(Şükrü Gündüz / İLKHA)