HABER MERKEZİ
Salgın haline dönüşmesiyle toplumların da adeta "izole" olmasına neden olan yeni tip koronavirüsle (Kovid-19) ilgili süreç tüm dünyanın çaresizliği ile sürüyor. Ülkelerin milyarlarca lira harcadığı tedavi yöntemlerinden de henüz bir cevap alınabilmiş değil. Koronavirüsün ne zaman biteceği, aşının veya herhangi bir tedavi yönteminin bulunup bulanamayacağı ise tam bir muamma. Zaman zaman açıklamalarda bulunana uzmanlar bile karamsar tablo çizmekten öteye gidemiyor.
VAKA VE ÖLÜMLER ARTARAK DEVAM EDİYOR
Dünyada Ağustos ayında koronavirüs vaka sayısı 20 milyonu, Kovid-19 kaynaklı can kaybı ise 750 bini aştı. Birçok ülkede uygulanan kısıtlamalar gevşetilirken ABD, Brezilya ve Hindistan gibi bazı ülkelerde vaka sayılarındaki artış sürüyor.
DSÖ DAHİL BAZI UZMANLAR TEDAVİ İÇİN KARAMSAR DÜŞÜNÜYOR
Pandemi sürecinin devam ettiği şu zamanlarda, herkesin aklında koronavirüs kaç yıl sonra bitecek sorusu var. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), ülkelerin koronavirüs salgınına karşı temel önlemleri uygulayamaması halinde pandeminin daha da kötüye gidebileceği uyarısı yaptı. DSÖ'nün İsviçre'nin Cenevre kentindeki merkezinde açıklamalarda bulunan Genel Direktör Tedros Adhanom Ghebreyesus, "Açık konuşmak gerekirse, yanlış yolda olan çok fazla ülke var. Virüs bir numaralı halk düşmanı olmayı sürdürüyor. Temel önlemler uygulanmadığı takdirde bu virüsün gideceği tek yer, çok çok çok daha kötüsü olacaktır" dedi. Japonya'da bulunan Kobe Üniversitesi Bulaşıcı Hastalıklar Bölümü Profesörü Kentaro Iwata da koronavirüs salgınının 2021 yılında da kontrol altına alınamayacağını söyledi. Belki Japonya'da önümüzdeki yaza kadar virüs kontrol altına alınabilir ancak dünya genelinde bunun başarılacağına inanmıyorum. Dolayısıyla olimpiyat oyunlarının 2021 yılının yazında da düzenleneceği konusunda karamsarım." değerlendirmelerinde bulundu.
HER ŞEYE RAĞMEN KAYGIYI ABARTMAMAKTA FAYDA VAR!
Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Beyin Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Nesrin Dilbaz, paniğin insanları korkuttuğunu, sakin olmanın ise koruduğunu söyledi. Böyle bir dönemde kaygılanmanın doğal olduğunu, bunun önlem almayı sağladığını belirten Dilbaz, "Ama kaygı belli bir sınırı geçtiği zaman da yapıcı olmak yerine yıkıcı olmaya başlar. Bilinmezlik kaygıyı arttırır. Bilgi sahibi olmadığımız konular ki yeni tip koronavirüs şu an için bu durumda, aşısı ve tedavisinin henüz olmaması, kaygıyı artırabiliyor. Eğer liderler durumu iyi kontrol edemezse kaygı artıyor ki bu anlamda ülkemizin iyi bir durumda olduğunu düşünüyorum. Sağlık Bakanımız başta olmak üzere Bilim Kurulu, uzmanlar ve liderler hepsi gayet iyi bilgilendirme ve yönetim yapıyor." diye konuştu. Sağlık dışında insanların maddi olarak kaygılarının olabileceğine işaret eden Dilbaz, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Ekonomi nasıl olur?' 'İşimi kaybeder miyim?' 'Maddi sıkıntılarımız olur mu?' şeklindeki pek çok soru, insanlarda kaygının artmasına yol açabiliyor. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde insanların kaygısının olduğunu görebiliyoruz. Ama panik durumuna geldiğimizde ki bunları da gördük, kolonya, market kuyrukları gibi bunlar çok sağlıklı davranışlar değil. Özellikle sürekli medyayı ya da sosyal medyayı izlemek de panik duygularını artıran konular. Bu konularda uzmanların dışındaki bilgilendirmeleri dikkate almamak gerekiyor. Güven, korkuyu ve kaygıyı azaltır. Güvenmediğimiz müddetçe kaygı ve korkularımız artacaktır." Prof. Dr. Dilbaz, karanlıklarla savaşmak yerine aydınlıklara odaklanılması gerektiğine işaret ederek, "Savaşmak önemli ama panik olmak korku yaratır. Biz ne kadar sakin davranırsak bağışıklık sistemimiz o kadar aktive olacaktır, mücadele edecektir. Lütfen sakin olalım, artık aydınlıklara yönelelim." ifadesini kullandı.
"KORKUNUN İYİ AYARLANAMAMASININ DA İSTENMEYEN SONUÇLARI VAR"
Yeditepe Üniversitesi Koşuyolu Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Hakan Atalay da yaşıyor olmanın hem sayısız zevkleri hem de tehlikeleri olduğunu, zevklerin hoşnutluk hissine, tehlikelerin ise korkuya neden olduğunu belirterek, şöyle devam etti: "Birçok duygu bu iki ana eksenin çeşitlemelerinden ibaret. Söz gelimi, bir şeyden zevk aldığımızda hissettiğimiz hoşnutluk duygusu beslenmemizi, güçlenmemizi ve çoğalmamızı, tehlike algıladığımızda hissettiğimiz korku ise buna uygun önlemler alarak kendimizi korumamızı, nihayetinde hayatta kalmamızı sağlıyor. Ancak bu her iki duygunun iyi ayarlanamaması halinde, istenmeyen sonuçlar ortaya çıkıyor. Örneğin, zevki fazla kaçırıp çok fazla yediğimizde obez oluyor, çeşitli hastalıklara yakalanıyoruz ve bizi geliştirmek için gelişmiş olan bir mekanizma hayatımızı riske sokan bir duruma dönüşüyor. Aynı şekilde korkunun iyi ayarlanamamasının da istenmeyen sonuçları var. Sağlığımıza dikkat etmek ve önlem almak hayatta kalmamız için olumlu bir tutum iken, sağlığımızla ilgili çok fazla korkmaya başladığımızda ve her türlü işareti hastalık olarak yorumladığımızda, zihnimiz günlük işlerimizi sürdüremeyecek kadar hastalıkla meşgul hale gelebiliyor."