Mehmet Emin Özmen / Araştırma / Doğruhaber
FİLOLOJİK OLARAK CUDİ KELİMESİ
Cudi Dağı tarihi seyir içinde Novakin, Hılgırt, Gudi, Missir (Nissir) ve Cudi gibi isimlerle anılmıştır. Cudi Dağı’nın ismi ile eski çağda etkin bir uygarlık kuran Gutiler (Gudi) arasında filolojik olarak bir münasebet olduğu anlaşılıyor. Gudi olan dağ ismi, Arapçaya Cudi olarak, geçmiş olsa gerek. Çünkü Arapçada G harfi yoktur. Zaten G harfi ile C harfi birbirlerinin yerine okunabiliyor.
Gutiler, M.Ö. 2120-2030 yılları arasında, Akadların yıkılmasından sonra kurulmuş ve yaşamışlar. Mezopotamya topraklarında; özellikle Cizre, Silopi, İdil vb. bölgelerde etkin olmuşlar. Çünkü Başkentleri olan Bajarkard’ın Silopi ilçesi sınırları içinde kaldığı belirtiliyor. “Hılgırt” dağı olarak anılan dağın ismi, Gutilerin etkinliğinden ve baskın olmasından dolayı Gudi olarak değiştiği ve Arapça’ya Cudi ismi ile geçtiği iddia edilebilir. Yalnız Dağın birçok isminden biri olan “Hılgırt” ismini dikkatlerinize sunmak istiyorum. Çünkü bu kelimenin Kürtçede anlamı; “yüklendi” dir. Yani bir kişi sırtına yük aldığı zaman “Hılgırt” denilir. Bu kelime gemiyi üzerine aldı anlamında da kullanılabilir. Ayrıca Gılgamış destanının 11. Plaketinde “Gemi Missir dağına oturdu” deniliyor. Bu da ilginç bir durum teşkil ediyor. Çünkü Cizre’nin 3 km. kuzeyinde adı Kurtuluş Köyü olarak değiştirilen köyün adı Missiri köyüdür. Halen Kürtçe’de buranın adı Missiri’dir. Ancak tüm bu isimlerden sonra Kur’an’ın nazil olması ile Allah bu dağa Cudi ismini iade etti.
TUFAN EVRENSEL MİYDİ?
Coğrafyacılar ve tarihçiler, tufanın lokal bir vaka olup olmadığı hususunda tartışmaya devam ediyorlar. Kur’an’da geçen diğer kavimler ve uğradıkları ilahi cezalar göz önüne alındığında, olayın sadece Hz. Nuh (as) kavminin yaşadığı bölge ile sınırlı olması gerekiyor. Çünkü eski kavimlere bir anda, birden çok Nebi veya Peygamber gelebiliyordu. Dünyanın değişik yerlerinde yaşayan ve birbirinden habersiz kavimlere değişik Nebiler gönderildiği bir vakadır. Bu anlamda Hz. İbrahim (as) ile Hz. Lut (as) aynı zaman diliminde, başka yerlerde görevliydiler. Eğer Hz. Nuh (as) zamanında dünyanın başka yerlerinde yaşayan insan toplulukları var ise, onların söz konusu kavmin hatalarının ceremesini çekmesi, Allah’ın ilahi ceza sünetine aykırı olur. Çünkü suçlu olan Hz. Nuh’un (as) kavmidir.
Ayrıca o dönem ile ilgili olmazsa bile, eski Anadolu coğrafyasının haritasını yayınlayan bilim adamları Anadolu’nun, Güneydoğu Bölgesi hariç denizlerle kaplı olduğu fikrindedirler. Çevre denizlerin Güneydoğu Anadolu bölgesine hareket etmesi başlı başına bir tufandır. Zaten Kur’an’da Tufan hadisesinde hem yerden hem de gökten suların o bölgeyi istila ettiği bildirilir. Tabi yukarıda bahsettiğim denizler, Hz. Nuh’tan çok öncedir. Ama çevre suların o bölgeye doluşması hadisesi de mümkün olabilir. Bu durumda tufanın bölgesel olduğu fikri ortaya çıkıyor. Zaten o zamanların medeniyet merkezi Mezopotamya’dır. Sadece Hz. Nuh değil, hemen tüm peygamberler oradan çıkmıştır. Bu da bize tufanın Mezopotamya’da olduğunu ve geminin durduğu yerin de Cudi olduğunu gösterir.
Tufanın evrensel olduğunu savunanların en büyük delili; Dünya’nın her tarafında, hemen hemen tüm milletlerin kültürlerinde Tufan ile ilgili bilgilerin mevcut olmasıdır. Çünkü Filistin, Asur, Amerika, Avusturalya, Hindistan, Tibet, Çin, Malezya, Litvanya vb. farklı ırk ve bölgelerde Tufan ile ilgili hatıralar mevcuttur. Ancak ilahi dinleri kaynak olarak kabul ettiğimizde, gelen peygamber ve nebiler kendi kavimlerine tufan ile ilgili bilgiler vermişlerdir. Bu da Dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan milletlerin Tufan hadisesinden haberdar olmaları anlamına geliyor. Bir de eğer Tufan hadisesi tüm Dünya’da meydana gelmişse o zaman geminin Cudi’de değil, Dünyanın en yüksek dağı üzerinde durması icap ediyor. Çünkü tüm dünya sular altında kalmışsa o zaman Cudi Dağının sular altında kalması, Cudi’den daha yüksek dağların su üstünde kalması gerekir. Cudi’den yüksek dağların bulunması, Tufan hadisesinin bölgesel olmasını gerektiriyor.
TUFAN SONRASI HAYAT
Bu bölgede kopan tufanın ardından Gutiler zamanında ismi Gudi olarak anılan dağın tepesine konan gemi sakinleri, suların çekilmesi ile gemiden dışarı çıkmış ve o bölgede, hemen yakınlarda ilk yerleşim yerini kurmuşlardır. Tabi fazla ilerleyemezlerdi, çünkü su bir anda çekilmedi. Su yavaş yavaş çekildikçe onlar da, bu sınırlar içinde yeryüzüne dağılıyorlardı. İbnü’l-Esir’in bildirdiğine göre; gemiden indiklerinde 80 kişiydiler. İlk önce Karyat Seman (Semanin) köyünü kurmuşlar. Bugün hâlâ Heştan=Heştiyan olarak anılan köyün isminin anlamı Seksen=Seksenler’dir. Bu, gemiden inen 80 kişinin sayı olarak kurdukları köye ad olmasından başka bir şey değildir.
Suların yavaş yavaş çekilmesi sonucu, Hz. Nuh (as) ve beraberindekiler, yaşam için daha elverişli bölgelere inme ihtiyacı hissetmiş olmalıdırlar. Şırnak’ın aşağı kısmında yer alan Cizre, bu düşüncenin gerçekleştirilmesi için biçilmiş kaftandır. Zaten bu nedenle binlerce yıldır kesintisiz olarak şehir olma vasfını korumuştur. Nitekim bugün de ziyaretgâh olan bir türbe var Cizre’de. Bu türbe Hz. Nuh’un türbesi olarak bilinir. Halk, Hz. Nuh’un orda medfun olduğuna inanır. Demek ki; Cudi’de duran gemiden inen Hz. Nuh ve inananları, Cizre’ye inmiş, bir süre sonra Hz. Nuh (as) burada vefat etmiş ve yine buraya defnedilmiştir. Okurların bu kabri ve külliyeyi ziyaret etmelerini şiddetle tavsiye ederim.
ARARAT MI, CUDİ Mİ?
Gelelim Ararat, yani Ağrı Dağı iddialarına. Bilindiği gibi bu bilgi Tevrat’ta geçer. Kitab-ı Mukaddeste olayın ayrıntısı anlatılır. Oysa 1200’lerde yaşayan İslam Alimi Yakut el-Hemavi, Tevrat’tan bir parça aktararak, geminin Cudi’de oturduğunu yazmaktadır. Demek ki; 1200’lerdeki Tevrat’ta geminin Cudi’de olduğu bilgisi mevcuttu. (Süleyman Ateş, 03/05/2010 tarihli Vatan Gazetesi Köşe Yazısı) Daha sonra bu bilgi çıkarıldı.
Tevrat’ta “Nuh’un güvercini gemiden salıverdiğini, döndüğünde ağzında bir zeytin dalı olduğunu yazar. Sadece bu bilgi bile geminin Ararat’ta değil, Cudi’de olduğunun delilidir. Çünkü Ararat’ta zeytin yetişmez. Ama Cudi Dağı yamaçlarında bol bol zeytin ağacı vardır. TBMM Zeytin ve Zeytinyağı Sorunlarını Araştırma Komisyonu da bu tartışmaya katılmış ve 2007 yılında kurulan araştırma komisyonunun raporunda tarihi tartışma şöyle işlenmiştir: “Beyaz bir güvercinin Nuh’un gemisine tufan sonrası canlılık belirtisi olarak ağzında zeytin dalı ile dönmesi nedeniyle, Cudi ve Gabar dağlarında bol miktarda yabani zeytin ağaçlarının olması, Nuh’un gemisinin Ağrı Dağı’na değil, Cudi Dağı’na konduğu rivayetini oldukça güçlendirmektedir.” Bu arada şunu hatırlatmakta da fayda var. Cudi, Ararat dağ zincirinin bir parçası olarak kabul görmektedir.
Ayrıca Hz. Peygamber (sav) Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde Medine’de Yahudilerle bir süre beraber yaşamıştır. Eğer Tevrat’ta Ararat ibaresi olsaydı, Yahudilerin Hz. Muhammed’e (sav) itiraz etmeleri gerekirdi. Ancak kaynaklarda bu tür bir tartışma mevcut değildir.
TUFAN’IN BIRAKTIĞI KÜLTÜREL MİRAS
Asıl önemli konu ise Hz. Nuh ve tufanın Şırnak, Cizre ve Cudi Dağı’nda bıraktığı sosyo-kültürel zemindir. Örneğin Kur’an’ın Cudi’yi kutsamasından dolayı, bu dağ halk nezdinde çok kutsaldır. Eskiden burada “Zêv” dediğimiz panayırlar yapılırdı. Ayrıca Cudi’ye komşu olan “Çiyayê Bêhêyra”, Hayırsız Dağ olarak bilinmektedir. Rivayete göre; Hz. Nuh (as) ilk önce bu dağdan duracak bir yer istemiş ama dağ ona yer vermemiş. Bu nedenle Hayırsız Dağ olarak isim almış. Ama Cudi bu teklifi geri çevirmemiş ve bereketli, kutsal bir dağ olmuş. Geminin durduğu yer bellidir ve buraya “Sefine” denilir. Sefine; Arapça’da gemidir. Şırnak isminin kökeninde Şehr-i Nuh kelimelerinin olduğu bilgisi vardır. Gemiden inen 80 kişinin sayı olarak ismini taşıyan bir köy olan Heştiyan-Heştan hala o bölgede mevcuttur. Köy bugüne kadar ismini muhafaza edebilmiştir.
Cizre’de Hz. Nuh’un türbesi vardır. Bu türbe ziyaretgâh olma konumundadır. Hz. Nuh’un oğullarından biri olan Yafes’in ismi bir köprüye ad olmuştur. Bugün bu köprü Suriye sınırları içinde kalmıştır. Halkın anlatımlarına konu olan yüzlerce menkıbe bu konuyu işlemektedir. Bunların aslı olmazsa bile kaynağında Cudi ve tufan vardır. Yani gerçek bir olaydan olağanüstü anlatımlar türetilmiştir. En önemlisi geminin Cizre’nin imarında iz bırakmasıdır. Yukarı aldığım fotoğrafta, eski Cizre surlarının gemi şeklinde olduğu açıkça görülür. Uç tarafı sivri, arkası oval olan bu surlar tam bir gemi şeklini andırıyor. Surun iki kapısı vardır. Geminin sağına Tor kapısı, soluna Deşt kapısı yerleştirilerek gemi şekli verilmiştir. Bunlar kürek yerleri olarak düşünülmüştür.
Yukarıda şahsıma ait fikirler hatadan hali olmazsa bile, Hz. Nuh’un gemisinin Cudi Dağı’nda durduğu Kur’ani mutlak bir gerçektir.
NOT: Konu ile ilgili daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler, değerli araştırmacı-yazar Abdullah YAŞIN’ın kitapları ile Hz. Nuh’tan Günümüze Cizre Sempozyumunda tebliğ edilen Prof. Dr. Ömer Faruk Harman’ın “Kıtab-ı Mukaddes ve Diğer Dinlere Göre Hz. Nuh ve Tufan”, Prof. Dr. Musa Kazım Yılmaz’ın “Kur’an-ı Kerim ve Tefsirlerde Hz. Nuh ve Tufan” ve Prof. Dr. Erdoğan AKKAN’ın “Pluvial Dönem ve Tufan Olayı” isimli makalelerine başvurabilirler.