"Ev bulmak kolay da, ruhunu koyacak yer bulmak çok zor."
Oturduğu evden çıkmak zorunda kalan ve epeydir ev arayan bir dostumdan gelen mesaj bu.
"Ev işi ne oldu, buldun mu?" diye sormuştum da...
Cevabı bu oldu.
Haklıydı!
Güzel bir evde oturmakla ya da başını sokacak bir dam altı bulmakla "ruhen yerleşmek" arasında ne büyük bir fark vardı.
Yeni emlak reklamlarına bakıyor musunuz?
Önce cafcaflı laflarla karşılaşıyoruz. Ardından günün moda hayat tarzlarına uygun olarak hayallerimiz kışkırtılıyor.
E, normal!
Kim istemez o harika mutfaklarda yemek pişirmeyi, o banyolarda yıkanmayı!
Hem o havuzlar, yürüyüş parkurları, salonlardan görülen manzaralar nasıl da baştan çıkartıcıdır.
Ama...
***
"Ama"sı şu...
Sosyal kimliğinize, arzularınıza, statü ve güvenlik endişenize değil de, kafanızdaki modern gürültüleri susturup "ruhunuza" sorabilseniz...
"Bana bir dairenin sadece beş metrekaresi bile yeter" derdi.
Oraya bir kedi gibi yerleşir ve belki hiç kıpırdamak istemezdi!
Hem şunu da söyleyeyim...
On yıla yakın zamandır alçakgönüllü bir sitede oturuyorum. Ağacı, çiçeği, havası, komşusuyla hoş bir yer.
Çok iyi anladım ki...
İnsan "yürüyüş parkuru" falan değil kanlı canlı sokaklar istiyor. Çocuklardan başka havuza aldıran yok! İnsan mevsiminde denize girmeyi özlüyor.
***
Bir de "ev"den, "evler"den söz ederken unuttuğumuz bir şey var.
Günümüz insanı için en güzel ev bile dardır. Hep dışarısını isteriz.
Gideriz. İşe, güce, yola, oraya buraya gideriz.
O yüzden ev artık "oturulan yer" olmaktan çok her seferinde "dönülen yer"dir.
Gidişleri anlamlı kılan dönüşlerdir ya; evin anlamı, sıcaklığı, kucaklayıcılığı da oradadır işte!
Ruh, tam o anda...
Döndüğünde...
Yabancılık çekmediği yere "ev" der.
Ve ne azdır öylesi!
Haşmet Babaoğlu / Sabah