1993 yılında Erzincan ilinin Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyünde 33 Müslümanın şehid edilmesinin ardından 27 yıl geçti. Katliamın ardından, birçok ev, köy okulu ve öğretmen evi ateşe verildi. Bununla da yetinilmeyerek dört duvarı kalan evler köye getirilen kepçe ile yıkıldı. Enkaz altında kalan 5 şehidin cenazesine ise maalesef ulaşılamadı.

Aradan geçen 27 yıla rağmen devlet yetkilileri tarafından doğru dürüst bir araştırmanın dahi yapılmadığı "Başbağlar Katliamı" sebebiyle formaliteden birkaç tutuklama yapılsa da tutuklanan kişiler kısa süre sonra serbest bırakıldı.

 

Başbağlar Katliamı ile ilgili İLKHA muhabirine değerlendirmelerde bulunan Başbağlar Derneği Başkanı Mehmet Ali Dikkaya, “Başbağlar katliamında bırakılan bildiri Sivas ve Dersim’in intikamı yönündeydi. Fakat o bildiri masa başında yazılmış, imla kurallarına kadar dikkat edilmiş, güzel bir el yazısıyla yazılmış bir bildiriydi. Biz Sivas’a misilleme olduğunu düşünmüyoruz.” dedi.

“Sivas ve Başbağlar’da oynanmak istenen oyunla Alevi Sünni çatışması çıkarılmak isteniyordu”

2 Temmuz’da Sivas Madımak’ta, 3 gün sonra da (5 Temmuz 1993) Başbağlar’da olayların yaşandığını söyleyen Dikkaya, “Köylü aklımızla 3 günde bir örgütün organize olarak köyü basıp hiçbir zayiat vermeden 33 kişiyi şehit edip, köyü yakıp hiçbir delil bırakmadan gitmesinin mümkün olamayacağını düşünüyoruz. Burada çok profesyonel bir organizasyon olduğunu düşünüyoruz. Hatta uluslararası istihbarat örgütlerinin hem Sivas’ta hem de Başbağlar’da rol aldığını düşünüyoruz. Çünkü o gün Sivas ve Başbağlar’da oynanmak istenen oyunla Alevi Sünni çatışması çıkarılmak isteniyordu. Çok şükür Başbağlar’ ın feraseti sayesinde başaramadılar.” diye konuştu.

“5 yıllık mahkeme sürecinde hiçbir zaman tanıklar ve sanıklar yüzleştirilmedi”

"Tunceli sınırında bulunan Başbağlar’ ın dini hassasiyetleri ön planda tuttuğu ve sınırda olması hasebiyle burada terör örgütleri tarafından eylem yapılmasının daha rahat olduğunu, bu sebeple köyün hedef seçilmiş olabileceğini" söyleyen Dikkaya, “Başbağlar vadinin sonunda bulunuyor. Başbağlar boşaltılırsa o vadinin de boşaltılacağı tahmin ediliyordu. Fakat bu oyunu her yönüyle bozduk elhamdülillah. Katliama katıldıkları iddia edilen 16 kişi Tunceli’nin bize yakın köylerinde yakalanıp patika yoldan bizim köyün içerisinden geçirilerek Başpınar’a, oradan da Erzincan’a götürüldüler. Köyün içerisinden geçirilmeleri bile yeni bir tahrip yapmak içindi. Daha sonra tanıklar ve sanıklar hiçbir zaman mahkemede yüzleştirilmedi. 1993’ten 1998’e kadar devam eden 5 yıllık mahkeme sürecinde hiçbir zaman tanıklar ve sanıklar yüzleştirilmedi.” şeklinde konuştu.

“Başbağlar’ a katıldığı gerekçesiyle hiçbir sanık tutuklanıp ceza almadı”

Yakalanan 16 kişinin Erzincan Devlet Güvenlik Mahkemesinde aynı gün serbest bırakıldıklarını belirten Dikkaya, konuşmasını şu şekilde sürdürdü: “Bunlardan 10’u PKK tarafından zorla getirildiklerini ve evleri yaktıklarını itiraf ettiler. Nerden geldiklerini, geliş güzergâhlarını da tarif etmişlerdi. Daha sonra yakalanan, etkin pişmanlık yasasından yararlanan, Diyarbakır cezaevinde yatan ve mahkemeye bir yıl sonra getirilen Mardin Midyatlı bir sanık vardı. O da yakalanan 16 kişinin söylediği kod isimleri gerçek isimleriyle birlikte söyledi. Ona rağmen aynı gün serbest bırakıldı. Serbest bırakılanların tekrar tutuklanması için mahkeme açıldı. Gıyabi tutuklama verdiler. Mahkeme güvenlik gerekçesiyle Erzincan’dan İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesine taşındı. 1998 yılına kadar toplamda 28 duruşma yapıldı. Bu arada itirafçı olan sanık Buca cezaevinde itirafçı koğuşu olmadığı gerekçesiyle Diyarbakır’dan bir yıl sonra İzmir’de görülen mahkemeye getirildi. Ayrıca daha önce verdiği isimler üzerinde de hiç durulmadı. Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde yatmakta olan başka bir itirafçı ise hiç mahkemeye getirilmedi. Mahkeme bize sürekli sanık yakını muamelesi yapıyordu. Mahkemede bile horlandık. Başbağlar’a katıldığı gerekçesiyle hiçbir sanık tutuklanıp ceza almadı. Başbağlar tamamen faili meçhul kaldı. Bugüne bir tek sanık Başbağlar’dan dolayı ceza almadı. Bu kadar hukuksuzluğa rağmen Yargıtay dosyayı bu haliyle onadı.”

Dikkaya, “Birileri bize, ‘Madem o kadar hukuksuzluk var o zaman neden AİHM’ e gitmediniz?’ diye soruyor. Devletimizi Avrupa’ya şikâyet etmek bize zül gelirdi. Yoksa kurgulanmış bir mahkeme. Tabiri caizse kendileri çalıp kendileri oynadılar. Biz sadece gidip geldik o kadar.” dedi.

“Devlet Denetleme Kurulu Sivas’la ilgili yüzde 20 kusur bulurken Başbağlar’la ilgili tek kelimenin olmaması manidardır”

2012 yılında TBMM İnsan Hakları Alt Komisyonu’ndan bir heyetin kendilerini dinlediklerini hatta içlerinde Sivas’ta otelde ölen Mustafa Altıok’un kızı Zeynep Altıok'un da (İzmir milletvekili) olduğunu hatırlatan Dikkaya, şöyle konuştu: “Sivas davasıyla birlikte bizi dinlediler. O rapora baktım ama kayda değer bir şey göremedim. Genel olarak insan haklarıyla ilgili konuları almışlardı. Bizimle veya Sivas’la ilgili kayda değer bir şey göremedik. 2013 yılında 11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu’na bir talimat verilmişti. Biz, 2014 yılının Haziran ayında gittik. Bizi 6 buçuk saat dinlediler. Sonuç raporu yayınlandı ama Başbağlar’dan yine tek kelime yoktu. Biz Sivas’ın muadili değiliz ama Sivas incelenirken Başbağlar’da beraber inceleniyor. O zaman Devlet Denetleme Kurulu Sivas’la ilgili yüzde 20 kusur bulurken Başbağlar’la ilgili tek kelimenin olmaması manidardır. 2013 yılında yine zaman aşımına uğramasın diye avukatımız Erzurum Özel Yetkili Mahkemesine Şemdin Sakık ile ilgili bir suç duyurusunda bulunmuştu. Çünkü Şemdin Sakık hapishanede, devletin elinde. Fakat o da akamete uğradı.”

“Devlet, Başbağlar’ la ilgili bir araştırma komisyonu kurmalıdır”

Dikkaya, “Devlet Denetleme Kurulu ‘İnsanlık suçlarında zaman aşımı yoktur’ dedi ama avukatımız İmralı duruşmasında Abdullah Öcalan’a Başbağlar’la ilgili soru sorduğunda ‘Benim inisiyatifimin dışında gelişti. Doktor Baran ve Şemdin Sakık’ın bilgisi dâhilinde gelişti’ diyerek onları işaret etmişti. Şemdin Sakık devletin elinde olmasına rağmen yine Başbağlar’la ilgili bir gelişme olmadı. TBMM Başbağlar’a özel hatta Sivas’la birlikte objektif bir şekilde neler olup bittiğiyle alakalı bir inceleme komisyonu kurmalıdır. En azından belki organizatörlere ulaşılır. Bu olayların kimin elinden çıkıp hangi tezgâhta tezgâhlandığı belki ortaya çıkar.” diye konuştu.

“İnceleme komisyonunun Başbağlar’a gitmemesini anlamakta zorlanıyoruz”

1993 yılında doğu ve güneydoğu olaylarının araştırılması için bir komisyon kurulduğunu ve bu komisyonun Başbağlar’a gitmesi gerekirken İstanbul Fatih’te bulunan dernek binasında kendilerini dinlediklerini söyleyen Dikkaya, son olarak şu ifadelere yer verdi: “Bu komisyon Başbağlar için değil Şırnak ve Cizre için kurulmuştu. Bu komisyon Başbağlar’a, olayın yaşandığı yere gitmesi gerekirken İstanbul Fatih’te buluna lokalimize geldiler. Eğer gerçekten bir inceleme yapılacaksa olay yerinde yapılmalıdır. Burada neler yaşandı, ne gibi zulümler oldu diye araştırılmalı. Enkaz altında hala çıkarılmayan 5 şehidimiz var. Orada 69 ev, 4 araba, ilkokul, imam evi, öğretmen lojmanı, köyün diğer sosyal tesisleri ve cami yakıldı. Belki de o tarihte ilk defa cami yakıldı. Susa’da kardeşlerimizi camiden çıkarıp şehid ettiler ama cami yakılma olayı zannediyorum ki, Türkiye’de ilk defa Başbağlar’da gerçekleşti. İnceleme yapılacaksa orada yapılmalı. Nereden geldiler? Nasıl geldiler? Kaç kişiydiler? Nereye gittiler? Bunlar buhar olup uçtu. Orada 585 boş kovan toplanıyor ama bunların balistiği yapılmıyor. Yangına müdahale edilmiyor, şehitlerimizin otopsiler yapılmıyor. Bunun gibi birçok eksiklik, aksaklık var. Daha sonra şehidimizin cenazesi iş makinalarıyla aranıyor ama bulunamıyor. Ardından dozer gönderiliyor ve dört duvarı ayakta kalan evler yerle bir ediliyor. Orada tamamen hayat bitirilmek isteniyormuş gibi bir izlenim doğuyor. İnceleme komisyonlarının da oraya gitmemelerini anlamakta zorlanıyoruz.” (İLKHA)