Şubat sürecinin ardından 2002 yılında AK Parti tek başına iktidara geldiğinde başörtüsü yasağı Türkiye gündemindeydi. Başörtüsüne özgürlük mücadelesi veren İslami kesimden ve bu mücadeleye destek veren özgürlükçü liberal ya da sol çevrelerden yükselen sesler başörtülü kadınların haklarının iade vakti geldiğini söyledikçe, yasakçı zihniyetteki kişiler sormaya başladı: Başörtüsüne özgürlük nereye kadar?
Yukarıdaki soruyu sorduran bir saik yasakçı zihniyete yakınlık ise, diğer saik de başörtüsünün belli alanlara hapsedilmesi gerektiği inancı idi. Evet, bu bir inançtı ve tüm özgürlük yanlısı İslami ya da seküler argümanlara karşı sağlam bir cevap verememiş yasak yanlısı siyasi ya da akademik kalemler bu inançlarını “ama olması gereken bu”, “başörtülü kadınların filanca kurumda ne işi var” gibi anlamsız cümlelerle savunuyorlardı. 10 yıllık AK Parti iktidarı sürecinin sonunda başörtüsü yasağını aşmak üzere çeşitli fiili adımlar atıldığı bu günlerde “başörtüsüne özgürlük nereye kadar” sorusu çeşitli çevreler tarafından halen sorulmaktadır. Üstelik bugün bu soru başörtüsüne özgürlük mücadelesinin bir yerinde yer almış, özgürlük talebi rüzgarlarını arkasına alarak belli yerlere gelebilmiş çevrelerden de duyulmaktadır. Peki, bu 28 Şubat’ın failleri ile mağdurları arasındaki sandalye değişimi hangi ara oldu, nasıl yaşandı?
Sömürgecilik pratikleri...
Aslında bu topraklarda uygulanan başörtüsü yasağını anlamak için sömürgecilik üzerine yazılmış literatür bize uygun araçları sağlayabilir. Cumhuriyet tarihi boyunca kendisini ziyadesi ile çağdaş, aydınlanmış ve Batılı hisseden yönetici elitimiz “aydınlanmadan nasibini alamamış cahil halk” kesimlerini olabilecek her şekilde aydınlatmayı kendilerine görev addetmişlerdir. Başörtüsü tam da böyle bir aydınlatma misyonu içinde yok edilmesi gereken simgesel bir hedef vazifesi görmüştür. Tabii ki başörtülü kadın da aydınlatılarak büründüğü tesettürden kurtarılması gereken kadın figürüne indirgenmiştir. Cumhuriyetin çeşitli dönemleri şiddetini artıran yasakçı zihniyetin uygulamalarına sahne olurken 28 Şubat askeri müdahalesi sonrası uygulamaya konulan yasaklar bu örneklerin en şiddet içeriklisi oldu. Ve en çok mağdur bu dönemde yaratıldı. 1998 yılı ile birlikte başlayan yasak uygulamaları başörtüsüne özgürlük cephesini de oluşturmuş, binler, on binler sokaklara dökülerek başörtüleri yüzünden gasp edilen eğitim ve çalışma haklarını talep etmeye başlamıştı. 2002 genel seçimlerinde ise başörtüsü mağduriyeti yaşamış kitlelerin de açık desteğini alarak uzun yıllardır iktidarda olan koalisyon hükümetlerinin ardından “sürpriz” bir şekilde AK Parti tek başına iktidara geldi. Bununla birlikte başörtüsüne özgürlük mücadelesi de ciddi değişikliklere uğradı.
Başörtüsüne özgürlük talep eden hareketlerdeki değişimin en büyük nedeni artık hükümette yasak konusunda kendileri ile ortak hassasiyetlere sahip olduklarına inandıkları bir partinin hem de tek başına oturuyor olmasıydı. AK Parti’nin kazandığı ilk seçimin üzerinden tam 10 yıl geçti. Bu süreçte parti iki genel seçimi daha oylarını artırarak kazanıp iktidarını sürdürmeyi başardı. Özellikle 28 Şubat müdahalesinin karanlık günlerini yaşayanlar için bugünlerde tarihi olaylar vuku bulmakta. Bir yandan uzun yıllar sorunsuzca devlet hizmetinde bulunan binlerce kadının darbe sonrası bu en temel hakları ellerinden alınmışken, bugün artık birbiri ardına çeşitli sektörlerde başörtüsüne serbestlik tanıyan değişikliklere şahit olmaktayız. Bir devlet kurumu olan Türk Hava Yolları’nın başörtülü personel istihdam ederek açtığı kapı buna bir örnek. Öte yandan üniversitelerde başörtüsüne sağlanan fiili serbestlik sonrası yasakçı uygulamaları aynen darbe sürecinde olduğu gibi keyfi olarak uygulamaya devam eden öğretim görevlileri birbiri ardına uyarı ve cezalar almaktalar.
Emsal kararlar...
Ege Üniversitesi Astronomi Bölümünde profesör olarak görev yapan hocanın okula giren başörtülü öğrencileri fotoğraflayarak fişlemeye çalışmasının basına yansımasından sonra mahkemeye taşınması ve öğrencisini engellediği gerekçesi ile hapis cezası alması yine bugünlerde yaşanan ilginç bir vaka. Darbe sürecinde olsa böyle bir fişleme eyleminin mahkemeye yansıması sonucu başörtülü öğrenciler “düzeni bozmak”, -devlet memurları için geçerli olan ama öğrenciler için hiçbir hükmü bulunmayan- kılık kıyafet yönetmeliğine muhalefet etmek gibi zorlama gerekçelerle öğrencilere ceza verilir, uygulamayı yapan hoca ise terfi alırdı. Bu nedenle Prof. Dr. Esat Rennan Pekünlü’ye verilen ceza süreçteki değişikliği anlamak açısından ciddi bir öneme sahip.
Başörtüsüne özgürlük yolunda bütün bu saydığımız iyileştirmeler henüz iktidarın inisiyatifinde fiili olarak gerçekleşen uygulamalar olmaktan öteye geçemedi. Başörtüsü nedeniyle yaşanan hak ihlalleri halen kadınlar için siyasete katılım, iş hayatı, eğitim ve devlet memuriyeti alanlarında devam etmekte. Nasıl ki hiçbir kanun maddesine dayanmadan zorbalıkla ve polis gücüyle uygulanan yasak uygulamaları fiiliyatta mevcut idiyse, bunlardaki esneklikler de bugün aynı fiili durum üzerinden ilerlemektedir. Gerçek anlamda başörtüsü kullanımını bir hak ihlali olmaktan çıkaracak, 28 Şubat’ın keyfi uygulamalarının bir gecede geri dönmesini engelleyecek somut siyasi ve hukuki adımlara ihtiyaç vardır. Bu adımlarla desteklenmeyen fiili serbestlikler sorunu çözer gibi yapmaktan öteye gidememektedir. Başörtüsü yasaklarının belli alanlarda sürmesini sağlayan asıl sorun ise özgürlük talebi rüzgârını arkasına alarak elde ettikleri iktidar mekanizmasındaki dengelerin değişmesini istemeyenlerin bugün alttan alta “başörtüsüne özgürlük nereye kadar” diye sormaya başlamasıdır.
Devir değişirse korkusu...
Başörtüsü nedeniyle mağdur olan halktan kesimler ise başörtüsüne çeşitli alanlarda sağlanan serbestliği kaybetmek istemedikleri için tam bir hak iadesi ve özgürlük talebinden uzaklaşmaktadırlar. Bugün bu iki kesimden yani iktidar mensubu ve seçmeninin arasından “aman canım kamuda da serbestlik şimdilik olmayıversin” diyebilenler, çeşitli sektörlerde başörtülü kadınların yer almasının yasaklarla imkansız hale gelmesini makul görenler, başörtülü bir kadının milletvekili seçilmesi talebini şımarıklık olarak niteleyenler, “başörtüsü nereye kadar” diye soran yasakçı zihniyetin temsilcilerinden onların sandalyesini devralmaktadırlar. Üstelik bugün başörtüsü serbestisi adına elde ettikleri her hakkın AK Parti iktidarının iktidarda kalma kabiliyetine endeksli olduğunu bile bile kalıcı özgürlükleri talep etmekten geri durmaktadırlar.
Bugün artık başörtüsüne sınır çizme misyonu 28 Şubat’ın ayakta kalamamış otoritelerinin elinden 28 Şubat’ın mağdurları arasından çıkmış “sütten ağzı yanan” temsilcilerin ellerine geçmiştir. O sandalyenin bugünkü sahipleri gönüllü olarak sömürgecinin zihinsel mirasını üstlenmiş sömürülenlerdir. Şimdi görev sırası tam anlamıyla hükümettedir. Yeni ve sivil bir anayasa sürecinde başörtüsünü hak olarak gören samimi siyasetçiler başörtülü kadınların eğitim hayatında olduğu gibi çalışma hayatında da mağdur edilmesinin önüne geçmelidir. Başörtüsünü temel bir hak ve özgürlük meselesinden çıkaracak her türlü kısıtlama ve sınır sadece süren adaletsizliğin bir parçası olacaktır. “Başörtüsüne özgürlük nereye kadar” sorusunun her dönemde tek bir cevabı vardır: Bir hak olarak talep edildiği her alanda sonuna kadar.
(neslihan Akbulut-Star)