Hz. Adem (as)’den tâ Hz. Muhammed (sav)’e kadar ve ondan sonra gelen bütün mühavid Müslümanların tek bir gayesi olmuştur. O da Allah’ın dinini yaşayıp ve yaşatmak için mücadele etmektir. Bunun bizim için en önemli örneği Hz. Muhammed (sav)’in hayatı ve mücadelesidir.
Mutlaka bütün peygamberlerin mücadelesinde Allah’ın emrettiği doğrultuda Allah’ın emir ve yasaklarına uyan bir yaşam sergilemek ve bu emirlere uyan bir nesil yetiştirip gelecek nesillere miras bırakmak vardır.
Korku ve endişe had safhada. Bir tarafta korkusuzca savaşanlar… Peygamberin elinde Zülfikar “Yok mu bu kılıcın hakkını verecek bir yiğit” diyordu. “Hakkı nedir” diye sorulunca “Eğilip bükülünceya kadar onunla kafirlere karşı savaşıp, şehit olmaktır” dedi. Resul-i Ekrem “Onun hakkını ancak Ebu Duccane verir” dedi. Ebu Duccane bağladı kırmızı sarığını ve şehit olana kadar savaştı. Kafirler tek tek islamın azizlerini şehit ediyordu. Zaferin sarhoşluğunu yaşıyorlar ve tek bir hedefleri vardı. O da islam binasının mimarını yok etmek. Ama Allah’ın emirlerine uyan ve peygamberini kendi canından daha çok seven, iman ile yetişmiş bahadırlar etrafında etten duvar olup onu koruyorlardı.
Hele bir Ümmü Umure vardı! Savaşın en zor yerinde kadın hali ile peygamberi savunmasız görünce eline geçirdiği bir kılıçla Allah Resulünü korumak için atılır öne. Bir taraftan savaşırken bir taraftan da kendini peygambere siper ediyordu. Bir kalkan gibi “Peygambere gelen bana gelsin, anam babam canım sana feda olsun” nidası ile onlarca yara almasına rağmen peygamberi hiç terk etmedi. Çünkü bu mücadelenin mimarını ve Allah’ın peygamberini korumak gerekiyordu. Dökülen kanlar verilen bedeller ve çekilen çileler boşa gitmemeliydi.
Savaştır bu, her şey olabilirdi. Ancak durum, nihayetinde Allah’ın irade buyurduğu hâl üzerine dönecekti. Savaş meydanında bir vaveyladır, bir fırtınadır kopan. Hz. Muhammed (sav) şehit oldu, deniliyordu. Bunu duyan bir çok sahabe-i kiram ortalıkta geziniyordu. Bir çoğunun umudu kırılmıştı. Sanki dünyaları yıkılmış binaları başlarına çökmüştü. Öyle bir hâl oldu bir kısmı Medine’ye kadar durmadan koşup o korkunç haberi verdi. Aldı bir ümitsizlik bütün Müslümanları, oysa Kadir-i Mutlak olan Allah (cc) mutlaka dinini yeryüzüne hakim kılcaktı.
Peygamber savaşta yara almış başından aşağı kana bulamış, mübarek dişi kırılmış ve zırh çenesine saplanmıştı. Tanınmaz bir hale gelmişti. Bunu bilmeyen bazı sahabeler şehit olduğunu duyunca. Enes bin Nadir gibi sahabeler, kolu kanadı kırılan sahabeleri o halde görünce onlara seslenerek “Eğer Allah’ın Resulü ölmüşse siz hayatta kalıp ne yapacaksınız. Kalkın siz de Resulullah’ın can verdiği dava uğrunda can verin” dedi. Allah peygamberini korumuş peygamber hayattaydı. Sahabe hemen toplandı, yeni bir hayat geldi onlara, yeniden dirilip peygamberin etrafında toplandılar ve uhud dağına çekildiler.
Öte tarafta Medine’ye gelen kara haberi duyanlardan Sümeyra hatun hiç durmadan Uhud’a koştu. Yolda rastladıklarına “Peygamberden haber var mı?” diye sorarken “Sümeyra! Senin iki oğlun, kocan, kardeşin, baban hepsi şehit oldu” cevabını alıyordu. Eşsiz iman ile duruş sergileyen Sumeyra hatun o eşsiz ifadesini söylüyordu: “Resulûllah (sav) nasıldır? Siz bana ondan haber verin, onu bana bir gösterin, onu göreyim bana yeterdir”
İşte biz Müslümanlara bu mücadele temeli üzerine bina edilmiş bir miras bırakıldı. Ve her devirde mutlaka bu binanın temelleri üzerine kurulmuş mücadele örnekleri mevcuttur. Kerbelanın şanlı şehidi Hz. Hüseyin (r.a), Ceddi Hz. Muhammed (sav)’in kendisine miras bıraktığı islam dininin yok olmasına göz yummadı, çekilen eziyet, dökülen kanların boşa gitmemesi için, bilerek ve inanarak ceddinin mirası olan islam dininin timeline kendi kanını da katarak gelecek nesillere eşsiz bir destan ile kerbelanın susuz çöllerine kanını bir tohum olarak serpti. O da biliyordu susuz çöllerde tohum ekilmez, o iman dolu gönüllere kandan tohum ekerek günümüze kadar ve kıyamete kadar sürecek bir miras bıraktı.
Osman Aktaş
Sivas E Tipi Cezaevi D:3